28 Eylül 2011

Çözümsüzlükten çözüm çıkarmak

Kamuoyunda sıkça sorulan ama hala tam ve ikna edici olarak da...


Kamuoyunda sıkça sorulan ama hala tam ve ikna edici olarak da cevabı verilmemiş olan soru, neden PKK ile yapılan görüşmeler kesildi? Ne oldu da terör, şiddet ve savaş dili her şeye hakim oldu?
Temel görüşleri özetlemeye gerek yok ama şematik olarak iki görüş var. PKK içi farklılaşmalar, PKK’nın halk savaşını hızlandıracağına seçimlerden önce karar verdiği, BDP’nin PKK’nın dümen suyundan ayrılamadığı, PKK ve BDP’ye güvenilemeyeceği vb. İkinci görüşte hükümetin ve devletin verdiği sözleri tutmadığı, Kürtleri oyaladığı, şimdi toptan imhaya yöneldiği vb. 
Bence bu tartışmalarda ıskalanan önemli bazı zihni sorunlar var. Birincisi Kürt meselesini teröre, şiddete ve ölümlere rehnederek düşünmek ve konuşmak. Terörün, ölümlerin hiçbir gerekçeyle, amaçla açıklanamayacağı ve anlaşılır kılınamayacağını dünya öğrendi. Biz de çoktan öğrenmeliydik, özellikle de Kürt siyasetinin tüm aktörleri öğrenmiş olmalıydı. Haklılık, meşruluk, önce o yaptı bu yaptı tartışmaları 2011 Türkiye’sinde geçersiz ve anlamsız olmalıydı ama ne yazık ki, bunları bile yeniden tartışır hale geldik.
İkinci sorun, meselenin yalnızca aktörler üzerinden konuşulmasıdır bana göre. Evet, Kürt meselesi ve PKK (veya PKK’nın) sorunu iç içedir, birbirinin nedeni ve sonucudur. Ama yine de şu ayrımı yapmalıyız: PKK sorunu Kürt meselesinin ayrı düşünülemeyecek bir parçasıdır ama Kürt meselesi de PKK’ya dair ve PKK’dan ibaret bir mesele değildir. Ve hatta Kürt meselesi Kürtlere ya da bölgeye dair ve Kürtlerden ibaret bir sorun da değildir. Tüm ülkenin demokratikleşme, devleti ve yönetimi yeniden yapılandırma, toplumsal barışı ve mutabakatı yeniden üretme, ekonomik gelişmişlik ve gelir dağılımı, kültürel kimlikler ve haklar sorunlarıdır ve hepimizin meselesidir. 

Aynı kadere uyanacağız

Kısaca Kürt meselesi bizim sorunumuzdur, yarın sabaha uyanacağımız kaderi beraberce göğüslemek, bir arada ve beraber yaşamak isteyen tüm ülkenin yurttaşlarının, yarın sabahki hayatlarının kurallarını yeniden tanımlama ve yapma sorunudur.
PKK’yı veya terörü bitirmek Kürt meselesini çözmek anlamına gelmez. PKK’nın sınır dışına çıkması veya BDP’nin PKK’yı ve terörü lanetlemeye başlaması da Kürt meselesini çözmez. Gerekli adımlardan biridir hiç şüphesiz ama meseleyi çözmeye yeter adım da değildir.
Üçüncü bir zihni sorun da meselenin muhataplığı noktasında gözleniyor. Muhatap kim: PKK’mı, BDP’mi, genel olarak Kürt siyaset adamları mı, Kürtler mi? Sorunu teröre rehnederek düşünürseniz elbette muhatap PKK. Ama PKK bir bulut örgüt... Farklı karar mekanizmaları, farklı ve üstelik her birisi kendince de meşru farklı temsilcileri, sözcüleri, liderleri var. Hiyerarşik yapısı ve hatta düzeni bile doğru dürüst tanımlanması sorunlu bir yapı sonuçta.  Ama müzakere veya siyasi muhataplık üzerinden bakılınca savaşmayı fiilen denemiş ve savaşın yolunun değil, siyasetin yolunun şimdi daha geçerli olduğuna inanmış ve bu sürecin deneyimleriyle olgunlaşmış, siyasi meşruiyeti ve Kürtler indinde itibarı yüksek siyaset adamı eksikliği olduğuna göre ne yapılacak?  Hangi aktörle neyin, nereye kadar müzakere edileceği bile kendi başına ince siyaset hüneri gerekiyor. Ama Kürt meselesi konuşacaksak tek muhataplık bu değil ki!


Sorun tüm ülkenin ve tüm yurttaşlarınsa eğer…

Tüm eksikliklerine, hatalarına, boykot gibi anlamsız bir taktik hatayı yapmasına karşın, sivil siyasetin temsilcilerini siyaset masasında tutmaya çabalamadan, onlara yeterlilik sınavı zorunluluğu getirerek Kürt meselesini çözmüş olacaksak mesele yok. Ama bu yolun da çözümsüzlüğün bir parçası olduğu açık. 
O zaman ne yapacağız. Kanımca birinci adım tüm bu tabloyu veri olarak kabul ederek düşünmeye başlamalıyız. Her aktöre birçok şey söyleyebiliriz, çoğu da haklı sözler, tespitler, ithamlar olabilir. Ama bu sorun bizim, ülkemizin ve tüm yurttaşlarımızın sorunudur ve çözmeliyiz diyorsak, var olan durumun kavgasını, yargılamasını yapmaktan vazgeçmeliyiz. Başlangıç için etkin ve gerekli adımın ilki, var olan durumu tüm handikaplarına karşın veri alarak düşünmektir. İkincisi de bildik dil ve yöntemler dışında konuşmaktır.
Üçüncüsü ise, birinci paragrafta başladığımız noktaya geri dönerek söylemeliyim ki, sorun tüm karmaşıklığı ve çok boyutluluğu yanı sıra karşılıklı bir güven sorunudur. Yeniden bir güven ortamı sağlamanın yolu ise yapacaklarımızı diğerinin yapması gerekenler şartına bağlamadan yapmaktır. Bu irade ve güç ise yalnızca hükümette ve devlet iradesindedir. Yalnızca gücü olduğu için değil, sorumlusu olduğu içindir de böyledir. Çünkü devletin ve hükümetin görevi yalnızca terör meselesini çözmek değil, tüm yurttaşların, özellikle Kürt yurttaşların meselesini çözmektir.
Sade vatandaş üzerinden bakıldığında bir yıl önceki ve açılım süreci içindeyken yapılmış Kürt meselesinde algı ve beklentiler araştırmasının iki bulgusunu paylaşayım okurla. 
“Kürt sorununu çözmek için ne yapmalıyız?” sorusuna, kendi kelimeleri, cümleleriyle verilen cevapların tasnifi sonrası oluşan tabloya göre Kürtlerin yüzde 60’ı somut ve yapıcı çözümler önermekte, yüzde 20’si kalkınma, eğitim gibi somut hizmet talepleri söylemekte, yalnızca yüzde 9’u yıkıcı, gerçekçi olmayan, örneğin ayrılmak benzeri çözümler dile getirmektedir. Türklerin ise yüzde 37’si “başka ülkeye gitsinler”, “ne yapamıyorlar ki” türü gerçekçi olmayan çözümler belirtirken, yüzde 26’sı kalkınma, eğitim türü hizmet ağırlıklı çözümler söylemektedir.  

Aynı araştırmada, yalnızca Güney Doğu bölgesindeki Kürt deneklere sorulan,  “ne olursa, bu sefer çözülecek galiba dersiniz?” sorusunun cevaplarını bölge Kürtlerinin siyasi parti tercihlerine göre ayırarak baktığımızda, hem BDP hem de Ak Parti seçmeni Kürtlere göre başlama noktası “BDP ile görüşmelerin başlamasıdır”. 

BDP seçmeni Kürtlere göre “Öcalan ile görüşmelere başlanması” da güven ortamı için gereklidir. Bu verilerin Öcalan ile görüşüldüğünün ortaya çıkmasından bir yıl önceki veriler olduğunu hatırlatalım. Yine de sade vatandaş olarak Kürtlerin esas olarak siyasi süreçlerden yana olduklarını bu tablodan daha iyi anlatan başka bir emare var mı?

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"