En çok Kurultay yapan parti, üzerinde en çok konuşulan parti, en çok iç çekişme ve gerilim yaşanan parti olarak CHP yine gündemde.
Bu kurultay sonrası 3 tespiti yapmak gerekiyor: Birincisi 2015 genel seçimlerine kadar CHP içinde liderlik tartışması bitmiş görünüyor. Kemal Kılıçdaroğlu bu kurultayla beraber artık partiye tümüyle hakim oluyor. İkincisi partinin genel başkanından, üyesine, il başkanından medyadaki destekçisine, partinin iç kamuoyundan genel kamuoyuna hemen her kesimde partinin yenileşmesi, değişmesi konusunda genel bir mutabakat var. Üçüncüsü de CHP’nin yenileşmesine ve değişmesine iç ve dış dinamikler açısından bakılınca da ihtiyaç ve hatta zorunluluk var.
İkinci tespitten başlayayım, partinin değişmesi gerekliliğinde genel mutabakat var. Ama partinin ne yöne doğru, nasıl bir süreçle ve hangi kadroların önderliğinde değişeceği meselesi tartışmalı.
CHP’nin uzun süredir, hatta ikinci hayatı diyebileceğimiz 1992’de yeniden açılışından bu yana kitle partisi olmadığı açık. Coğrafi olarak kıyılar şeklinde kodlanan illere, kültürel olarak Alevilere daha çok dayanan ama Kürtleri dışlayan, toplumsal olarak modernlere dayanan ama geleneksel ve dini muhafazakarlar arasında neredeyse var olmayan, demografik olarak eğitimli kümelere hapsolan, ekonomik olarak üst gelir dilimlerinde ağırlıklı olan yapı kitle partisi olamaz da zaten.
CHP kitle partisi olabilecek mi?
CHP yalnızca oyunu artırmak değil, iktidara talip olmak istiyorsa kapsama alanını genişletmek zorunda. Bunun için de iyi bir slogan söylemek, iyi olduğu varsayılan bir vitrin düzenlemekten daha kapsamlı işler yapması gerekiyor.
O nedenle CHP kurmaylarının önce ülkenin sosyolojik gerçekliğini, siyasi gerçekliğini, ülkenin ve dünyanın içinde bulunduğu tarihsel süreci yeniden okumaları, anlamlandırmaları ve hedefler üretmeleri gerekiyor. Bu da yeni bir program demek. Bu süreci gerçekten böyle yaşarlar ve sonuçta “aldığımız siyasi pozisyonlar ve program doğruymuş” denir, elbette bu da bir seçenek. Böylesi bir mutfak çalışması yapmadan kendi pozisyonlarına aşklarıyla devam ederlerse de Kılıçdaroğlu’nun kendi sözleriyle “marjinalleşmeye” razı olurlar.
Böylesi bir çalışma yalnızca yeni bir program üretmez, üretmemeli de. Çünkü CHP’nin yalnızca fikri yenilenmeye değil, örgütüyle, ilçe ve il başkanlarından parti sözcülerine kadrolarıyla, söylemleri ve kullandığı dille kısaca tümüyle yenilenmeye ihtiyacı var. Böylesi bir yenilenme hamlesi yalnızca sonuçtaki yazılı metinleri değil, bu yenilenme süreci gerçekten başarılabilirse, sahiciliğiyle CHP’ye dair toplumsal algıyı değiştirebilir.
CHP toplumla uzak olan arasını selam mesafesine getirebilecek mi?
Ancak böylesi bir süreç, partinin ülkenin aydınları, akademiyası, sivil toplumuyla kapanmış olan kanallarını açabilir. Partiye yeni fikir, yeni insan gelir.
Çünkü CHP’nin asıl sorunu toplumla ve gündelik hayatla olan mesafesinin oldukça açık olmasıdır. Bu sorun da oy oranı meselesinden daha derin bir sorundur ve üstelik oy oranı sorununun da kaynağıdır. CHP’nin ilçe örgütlerinden başlayarak tüm örgütü, topluma gündelik hayatın içinde selam mesafesinde olamadıkça, gündelik ve yerel sorunların çözümlerinde aktör olamadıkça büyük, ulusal ve ulvi sorunları çözebileceğine dair olumsuz algıyı değiştiremeyecektir.
Başlangıçtaki üçüncü tespit olarak not ettiğim “CHP için değişimin zorunlu olduğu” meselesine gelince… Ülkenin siyasetine hegemonik bir parti hakim. Ak Parti yalnızca iktidar için yeterli milletvekili sayısıyla değil, örgütüyle, söylemiyle, tüm devlet aygıtına hakimiyetiyle, merkez ve yerel tüm yerel yönetim sistemindeki gücüyle hayatın her alanında egemen. Böylesine tekelci bir gücün üreteceği tüm sorunları da ülke bir yıldır yaşıyor. Ak Partinin ideolojik tercihlerinden öte böylesi bir gücün denetimsiz ve muhalefetsiz olması bile sağlıksız bir siyasi zemine işaret ediyor.
CHP geleceği belirleyecek etkin aktörler arasında olabilecek mi?
Kürt sorunundan anayasa meselesine kadar ülkenin temel sorunlarında da tek başına bu siyasi tekelleşme çözüm getiremiyor. Bu süreçlerde iktidara aday bir partinin varlığı ve gerçek siyasi rekabet ancak ileriye doğru hamle yapmamızı sağlayabilir.
Kaldı ki, ülke önümüzdeki 3 yılda 3 seçim ve belki de bir anayasa referandumu yaşayacak. Ak Parti de, CHP de kendi iç kuralları, dinamikleri nedeniyle bu seçimler için çoğunlukla yeni adaylar çıkaracak. Kısaca bu seçimler sonrası hem partilerin hem iktidardaki kadro değişikliğine bağlı olarak da hemen tüm kamu kurumlarındaki yöneticiler değişecek. Bu yeni kadrolar aynı zamanda ülkenin 30-40 yıllık geleceğine dair stratejik kararları verecekler. Kürt meselesinden Kıbrıs meselesine, Avrupa Birliğine üyelikten eğitim, özgürlük ve adalete kadar en kadim meselelerimizde ülke bir karar noktasına yaklaşıyor artık. Ortada da bu üç yıl ve üç seçimde etkin rol oynayabilecek potansiyele sahip Ak Parti ve CHP dışında bir aktör de yok. Bu koşullarda CHP’ye değişimi bir zorunluluk haline getiriyor. (Bu arada söylediklerim MHP için de geçerlidir, lakin bugünkü bahsimiz CHP!)
CHP sıradan bildik bir kurultay mı yapıyor yoksa bu tarihselliğin ve zorunluluğun bilincinde mi göreceğiz. CHP üyeleri ve seçmenleri umutlanmayı istiyorlar, arzuluyorlar. Henüz ortada bir umut, bir ütopya olmasa da. Bundan sonraki süreçte bir umut, bir ütopya üretmek veya üretememek CHP örgütünün ve yöneticilerinin elinde olacak.