21 Mart 2013

Bir köprü ayağı mı olsaydım ah, barış yolunun üstünde...

Hayatımız uzlaşma kültüründen değil çatışma kültüründen besleniyor

Hayatımız uzlaşma kültüründen değil çatışma kültüründen besleniyor. Son otuz kırk yıldır hızlanan ama belki de yüz yıldır süren devlet eliyle yürütülen tek tipli vatandaş ve tek biçimli Batılılaşma süreci yalnızca devlet ile vatandaş arasında gerilim üretmedi. Model kendi müridini, kimliğini de üretti bir yandan. Öte yandan modelin ötekilerinin, muhaliflerinin, mağdurlarının her hak talebi modelin makbullerinin de direnciyle karşılaştı.

İster göçle gelen yeni kentliler ister Kürtler veya dindarlar ve diğerleri dirençle karşılaştıkça siyasallaştılar. Mağdurlar, kültürel kimlikler siyasallaştıkça mesele devlet ile vatandaş arasındaki gerilimden toplumun iç gerilimine evrildi. Bir yandan artan toplumsal gerilim öte yandan hızlanan gündelik hayatın ritminin ürettiği endişe, korku, ötekileştirme duyguları bir çatışma kültürü oluşturdu.

Siyaset ve medya eliyle, elbette sade bireylerin de gönüllü, bilinçli ya da bilinçsiz rızasıyla, ötekileştirme, ayrımcılık, hatta şiddet ve giderek savaş normalleşti.

Bu sürecin olumlu yanı ise varlıkları inkâr edilen farklılıklar, kültürel kimlikler kamusal görünürlük kazandı. Farklılıkların ve kültürel kimliklerin görünür olması ve demokratik taleplerini dile getirir olması, zaman zaman devletle çatışmaya girmiş olmaları çatışma kültürünün gelişmesini ima ettiği kadar gelecek hayatın nasıl olması gerektiğinin de filizlerini üretti.

Kısaca her şey ne bembeyaz ne de simsiyah. Şimdi Kürt meselesinde yeni bir sürece girildi. Gündelik hayattaki bu çatışma kültürü nedeniyle ki Kürt meselesinde çözüm yalnızca yasal düzenlemelerden ibaret değildir. Barışı, uzlaşma kültürünü de inşa etmemiz gerekir.

Birinci aşama çatışmaların durması elbette, daha sonrasında alınması gereken uzun bir yol var. Muhtemelen en uzun gidilmesi gereken mesafe toplumun demokratikleşmesi için yapılması gerekenlerden oluşacak.

Bunun için birbirimizi yeniden tanımaya ihtiyacımız var. Gündelik hayatın içinde liderlerin, siyasi aktör ve kurumların ötesinde hepimizin yapabilecekleri ve yapması gerekenler var. Büyük anlaşmaları yapacaklar, büyük adımları atacaklar siyasetçiler olacak belki ama asıl daha sade, küçük, iddiasız başlangıçlara ihtiyacımız var.

Kürt meselesi diye söze başlasak evde, dost meclisinde, işyerinde, eminim hepimizin cebinde, dilinde şehvetli siyasi sözcükler, paragraflar çokça var. Ama galiba Kürtçe bir merhaba demeyi bilmiyoruz. Merak da etmedik hiç. Bunca yıl beraber yaşadığımız insanların kim olduklarını da bilmiyoruz hâlâ, nelere üzüldüklerini, nelere sevindiklerini de.

Barış bu kadar sade bir noktadan başlayarak inşa edilecek.

Bugün Newroz, Kürtlerin en büyük ve en güzel bayramı. Umutlarımı, bayram sevincimi, Fehim Işık’ın Tarih Vakfı için hazırladığı Kürt Dili ve Edebiyatı kitabından aldığım Casimê Celîl’in şiiri ve Selim Temo çevirisiyle paylaşmak istedim.


Kilama Qîza Kurda

Bin vê tava geşda ez,
Xwezil bibûma kewekê...
Min bida baska bi lez,
Bigeriyama dinyalıkê...
Bikira qîrîn û bistira,
Kılamêd edlayê,
Ba dengê mi bela kira,
Hercar qulbê dinyaê.
Yan bibûma mixekî pirê,
Li ser rîya edlayê,
Qewîn kira pira edlayê,
Boy temamiya merivayê.
Yan bibûma pelê kaxêz,
“edlayî” ser min bihata nivîsar,
Yan bibûma dareke çinar ez,
Tim bidîta edlayî û bihar...


Kürt kızının şarkısı
Bu parlak güneş altında ben,
Bir keklik olaydım keşke...
Yüklenip kanatlarıma hemen
Dünyayı dolaşsam keşke...
Çığlık çığlığa kalsam, bağırsam,
Barış türkülerinden birini,
Rüzgâr sesimi dağıtsa tam
Doldurup dünyanın her yerini,
Bir köprü ayağı mı olsaydım,
Ah barış yolunun üstünde.
Köprüyü öyle sağlam kılsaydım,
Hem başka insanlar için de.
Ya bir sayfa kâğıt olsaydım,
“Barış” yazılsaydı üzerime,
Ya bir çınar olsaydım,
Görseydim, hem barışı, baharı hem de...

(t24- 21 Mart 2013)

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"