28 Aralık 2011

Bilgi yerine efsanelerden yararlanmak

Bizim medyamızın kendinin üretip, sonra da kendinin inandığı iki...


Bizim medyamızın kendinin üretip, sonra da kendinin inandığı iki efsane var topluma dair. Reyting tartışmaları sırasında da sıkça duyduk bunları. Bunlardan birisi “bu toplumun balık hafızalı olduğu”, ki buna bir başka yazıda değinelim, öbürü de “vatandaşın dizi seyredip, sorulunca belgesel seyrettiğini söylediği”. Ama bu efsaneleri üreten, inanan, her gün o efsaneyi yeniden üreterek çoğaltanların şu soruya cevabı yoktur: “Neden? Kimler, neden böyle bir yalan söylüyor?” 

Televizyon haber/bilgi edinmek ve eğlence amaçlı izleniyor

KONDA’da gerçekleştirdiğimiz farklı araştırmaların veri havuzundan bu soruya yanıt arayalım. Sade vatandaş “niçin TV izliyor” sorusuna “haber/bilgi edinmek için” (yüzde 44,1) ve “eğlence için” (yüzde 44) cevabı veriyor. Hemen hatırlatayım, görüşülen kişilerden bu soru için iki cevap vermeleri istenmiştir. Daha sonra sırasıyla “arkadaşlık etsin diye”, “kafa boşaltmak için” gibi cevaplar gelmektedir. Yani vatandaş televizyonu haber/bilgi edinmek ve eğlence amaçlı izlemektedir.



En çok diziler ve sonra da haberler geliyor

Görüşülen kişilere, görüşme tarihinde en çok izledikleri iki programın ismi sorulmuş, sonra da programlar türlerine göre tasnif edildiğinde aşağıdaki tablo ortaya çıkmıştır.

Yarıdan fazla insan dizi seyretmekte (yüzde 51,7) sonra da sırasıyla “haberler”, “haber programları”, “eğlence programları” gelmektedir.
Bu tablo göstermektedir ki, “dizi seyredip, belgesel seyrediyorum demek” şeklinde bir efsane gerçek değildir. Kimse böyle bir yalana sıkça başvurmamaktadır. Kaldı ki, sade vatandaş ne diye böyle bir yalana başvursun? Olsa, olsa dizi seyretmenin küçümsendiği, yüksek eğitimli, yüksek gelirli, kentli, kendini “elit” gördüğü için dizi seyretmeyi yakıştırmayan insanların küçük bir grubu bu yalana ihtiyaç duyuyor olabilir. Zaten belgesel seyerettiğini söyleyenler arasındaki yüksek eğitimli ve gelirli oranları ülke ortalamasından iki kat fazladır. Yani bu efsaneye inananlar aynı zamanda bu efsaneyi gerçek kılanların bizzat kendileridir.

Vatandaş haberleri izliyor ama yorumlara inanmıyor

En çok izlenen program türleri arasında ikinci ve üçüncü sırada bulunan haberler ve haber programları ki izleyicinin temel iki amacından birisinin haber/bilgi almak olduğunu da dikkate alarak bakıldığından aynı zamanda vatandaşın en düşük güven gösterdiği program türleridir. 
İzleyicinin onda yedisi izlediği haber programlarının kanalın menfaatince ya da siyasi görüşünce yanlı olduğu kanaatindedir. “Kanallar haber bültenlerini kendi menfaatlerine göre hazırlıyorlar” kanaati sorulduğunda, yüzde 17,7 kesinlikle doğru, yüzde 51,9 doğru cevabı vermektedir. Bir önceki yazıda verdiğim her beş okurun dördünün gazete haberlerine güvenmediği bulgusuyla bir arada değerlendirilince izleyici indinde medya güvenilirliğinin ne denli problemli olduğu ortaya çıkmaktadır. 

Ama bu vesileyle şu bulguyu da paylaşmalıyım. “Kadınlarda insan hakları farkındalığı” araştırmamıza göre kadınlar kanuni haklarını yüzde 70 oranında yine okumuşların fazla itibar etmediği kadın programlarından öğrendiklerini söylemektedirler. Eğitimin ve okulların yapamadığını ve hatta yapmak istemediğini medya yerine getirmektedir. Bu da eleştirlerimize karşın medyanın olumlu yönlerinden birisi olarak dikkat çekmektedir. 


Reklamlar izleniyor mu?

Günde dört saati aşkın zamanın yaygın olarak ekran karşısında geçirildiği bir toplumda, milyar dolarlık iş hacminden sözedilen reklamların etkisi ise ayrı bir tartışma konusudur. İzleyicinin yalnızca onda biri reklamları izlemektedir. Reklamlar başlayınca izleyicinin onda sekizi başka kanala, programa geçmekte, onda biri de başka işle ilgilenip, dikkatini ekrandan çevirmektedir.



Ahlaka aykırı ve şiddet görüntülerinden rahatsızlık

İzleyicilere hangi görüntülerde rahatsız olduğu sorulduğunda en yüksek oranda ahlaka aykırı ve şiddeti özendiren görüntüler olduğu ortaya çıkmaktadır. Ahlaka aykırılıktan veya çocukların görmesi istenmeyen görüntülerin ne olduğuna bakıldığında ise ahlak tanımında seks ve müstehcenlik algısının ağırlıklı olduğu görülmektedir. Daha sonra seviyesizlik, dine aykırı gibi görüntülerin rahatsızlık yarattığı görülmektedir.



Ahlak tanımı ağırlıklı olarak cinsellik ağırlıklı

“Hangi görüntüleri çocuğunuzun görmesini istemezsiniz” diye sorulduğunda çok büyük çoğunluk seks demektedir. Daha sonra da cinayet ve eşcinsellik görüntüleri gelmektedir. 

Rahatsız olunan görüntüler ile çocuğun görmesinin istenmediği görüntüler bulgularına bakıldığında toplumdaki ahlak tanımının da cinsellik üzerinden yapıldığı anlaşılmaktadır.   
Bu bulgular ve benzeri yüzlerce bulgu, ekranlarda dinlediklerimiz, köşelerde okuduklarımızla beraber değerlendirildiğinde hep aynı sonuca geliyorum ben. Bizim yorumcularımız, kanaat önderlerimiz, aydınlarımız, toplum adına konuştuklarını söylemekte, bu söylediklerini de kendilerince bir toplum, aile, birey tanımına dayandırmaktadırlar. Ama o toplumun, ailenin, bireyin kim olduğu, ne olduğu, ne istediği çoğunlukla ıskalanmakta, kafalarda yaratılmış toplum tanımının doğru olduğu varsayılmaktadır. O varsayımlar giderek efsanelere dönüşmekte, bu kervana katılan her yeni kişi de o efsaneleri veri ve doğru kabul ederek konuşmaya, yazmaya başlamaktadır. 
Galiba önce ihtiyaç olunan şey efsaneler değil, bilginin kendisidir.


Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"