19 Ekim 2009

Belirsiz gelecek bizi korkutuyor

Bugün insanlarımızın öznesi ülke ve toplum olan hayata dair korkularıyla devam edelim.

Bir önceki yazımda ülkemiz insanlarının öznesi kendilerinin olduğu hayattaki korkularına değinmiştim. Bugün de insanlarımızın öznesi ülke ve toplum olan hayata dair korkularıyla devam edelim.

Araştırmalarımızın bulgularını özetleyeyim önce: İnsanlarımızın en yüksek orandaki birinci korkuları hava kirliliği, kuraklık gibi meselelerden oluşuyor. İkinci sıradaki korkuları ise ekonominin kötüye gitmesi, ekonomik kriz olarak ortaya çıkıyor. Daha sonra en yoğun biçimde hissedilen korkular ise sırasıyla “geleneklerden kopuş” ve “ülkenin bölünmesi”.

Bireysel ve ülkeye dair korkulara beraberce bakarak korku duygusunun yoğunluğuna göre bir sıralama yaparsak, hava kirliliği ve kuraklık birinci, ekonomi ikinci ve bireysel hayata dair korkulardan olan istenilen eğitimi alamama korkusu üçüncü sırada geliyor. Görüldüğü gibi ilk üç korku da doğrudan bireysel hayatı etkileyen meselelerden kaynaklanıyor.

Etnik köken, inanç grubu, yaş, cinsiyet, eğitim ve gelir gibi temel demografik verilere göre korkular incelendiğinde en yüksek oranda Alevi yurttaşlarımızın ekonomik kriz korkuları geliyor. Daha sonra en yüksek gelir seviyesindekilerin ve en yüksek eğitim seviyesindekilerin hava kirliliği ve kuraklık korkuları geliyor.

Ülkenin gelecekten en çok korkanları ise varoşlarda yaşayanlar. Varoştakiler aynı zamanda en umutsuz olanlar da.

Daha da çarpıcı olan durum ise, bizim “endişeli modernler” adını verdiğimiz, eğitimi ve geliri en yüksek olan kesimde tüm bu korkulardan daha yoğun olarak şeriat geliyor korkusu ortaya çıkıyor. Bu kesim hayat tarzı üzerinde içtenlikle baskı ve tehdit hissediyor. Bu kesimdeki % 10 insan, toplumun diğer tüm kesimlerinden bu korkunun yoğunluğu nedeniyle belirgin biçimde ayrışıyor.

Önceki yazıda da değinmiştim, gündelik hayatın içinde endişe duygusu ve giderek çoğalan bir şeylerden korkma hali bir gerçeklik. Özellikle gündelik hayatın yeni hızlı ritmi içinde, karar odaklarının çoklaştığı,  neden ve sonuç ilişkisinin eskisi kadar kolayca tanımlanamama hali belirsizlik, bilinemezlik duygusunu körüklüyor.

Sanayi toplumu bilimi, kavramları ve modelleri içinde yeni gündelik hayatı eskisi kadar şematik açıklamalar ile çözemiyor, anlamlandıramıyoruz.

Bir de bu belirsizlik, her gün değişen dönüşen dünyanın yeni dinamikleriyle beslenince belirsizliğin ürettiği endişe yoğunlaşıyor. Tüm dünyanın ortak dertleri haline dönüşmüş olan küresel ısınma, iklim değişikliklerinin yarattığı doğal afetlerde çoğalma, asayiş-can güvenliği-terör sorunları gibi küresel meseleler ise umut dolu bir gelecek hayalimizi eksiltiyor.

Bir başka önemli mesele daha var ki, asıl o bizi daha da kırılgan ve korkak yapıyor. Önce siyasi ve ekonomik güç odakları daha sonra da medya ve akademik dünya korkuyu politika, tiraj ve rating aracı olarak kullanmayı keşfetti. Şimdi artık devlet politikaları da korkudan besleniyor.

Gündelik hayatımızın içinde siyaset, medya ve akademik dünya her türlü endişeyi her gün yeniden kurguluyor, çoğaltıyor ve bize geri sunuyor. Kurgulanan ve çoğaltılan korkular her gün yeniden, yeniden üretiliyor ve servis ediliyor. Gerçeklikten daha çok korkularımızla yeniden tanımlanan ve ağırlaşan sanal meseleler gerçek korkulara dönüşüyor, paranoya çoğalıyor.

Korku yalnızca sakınma, temkinli olma halini doğuruyor olsa bir yere kadar sağlıklı bir duygu hali de sayılabilir. Ama olduğumuz, olmadığımız, olabileceğimiz, olamayacağımız her şeyden korkma hali tüm yaşam enerjimizi ve umutlarımızı alıp götürüyor.

Bu korku hali giderek vasata razı olma duygusunu, her değişimden korkma ve kuşkuyla karşılamayı, anlamsızca statükoyu koruma güdüsünü körüklüyor.

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"