İkircikli ve huzursuz geçen bir yılın ardından gelen siyasi hamle çok şeyi değiştirecek görünüyor. Öcalan veya PKK ile bürokratların görüşmesinden farklı bir durum var artık. Hem Öcalan hem de BDP sürecin doğrudan içinde. Bu tarafta ise memurlar değil, doğrudan Başbakan’ın, hükümetin, AK Parti’nin açık siyasi iradesi var. Tam da bu kez farklı olan tarafların kimliklerindeki bu değişim zaten.
Barışı inşa etmeyi bu kez de başaramasak bile artık hiçbir siyasi aktör bundan böyle ne Öcalan’ı ne de BDP’yi yok sayarak ve hatta muhatap almadan davranabilecektir.
Bu zihnî eşiğin aşılmasının ne denli önemli olduğunu, bu kırılmanın zihin haritalarını geriye dönülemez biçimde nasıl değiştirdiğini önümüzdeki aylarda daha net anlayacağız.
Sürecin şeffaflığı ise ikinci bir zihnî kırılmayı tetikleyecek. Milliyetçi olsun olmasın hiçbir siyasi aktör bundan böyle bu muhataplığın Türkler için, toplum için kabul edilemez olduğunu savunamayacak. Toplumun bütün şoven lümpenleşme eğilimine karşı yine de barıştan yana ne denli istekli olduğu şu üç günde bile anlaşıldı.
Bu iki zihnî kırılma, bu kez başarıp başaramayacağımızdan bağımsız olarak kendi başına çok ama çok önemli.
Bu kez başaracak mıyız?
Bu sorunun cevabı başarı olarak neyi hedeflediğimize bağlı olacak.
Hedef çatışmasızlık mı? PKK’nın tasfiyesi mi? Yeni anayasa mı? “Biz” diyebilmek mi? Türk-Kürt hepimizin kendini var ve ait hissedeceği yeni bir siyasi düzen ve toplumsal dönüşüm mü?
Barışı inşa etmek zorundayız. Bu süreç zor ve uzun olacak. Barışı inşa etmek yalnızca silahların susması hatta silah bırakılması değil “öncesi, bugünü ve yarını birarada düşünen” bir sürecin tanımlanmasıdır.
O nedenle sürecin farklı boyutlarını ve katmanlarını dikkatlice planlamak ve yönetmek gerekiyor.
Barışı inşa edebilmek için sürecin siyasi, toplumsal ve güvenlik boyutlarını ayrıştırarak düşünmeliyiz. Güvenlik boyutunda elbette hedef belli. Önce parmakların tetiklerden çekilmesi, saldırıların da operasyonların da durması, sonra PKK’nın sınır dışına çıkması ve çok daha uzun bir süre sonra tümüyle silahların bırakılması düşünülebilir. Af meselesi sürecin bu boyutunda gerekli bir adım ama zamanlaması tek başına güvenlik boyutuna da bağlı değil. Siyasi boyutta alınacak mesafe af meselesinin kapsamını ve zamanlamasını belirleyecektir.
Siyasi boyutta düğüm anayasa gibi görünüyor. Ama baştan bilmeliyiz ki yeni anayasa tek başına çözüm getiremeyecektir. Yeni anayasa öncesinde, yeni anayasayla ve yeni anayasanın sonrasında yapılacaklar var.
Anayasa öncesinde demokratikleşme paketi gibi daha birçok paket gerekiyor. Çünkü siyasetin demokratikleştirilmesi, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması gibi önemli açılımlara ihtiyaç var. Bu adımlar hem Türk-Kürt güven ortamını hem de siyasi ve toplumsal tüm kutuplaşmaların psikolojik ambargolarını kıracaktır.
Kimlik ve vatandaşlık tanımı gibi anayasayla çözülmesi gereken sorunlar var.
Asıl önemlisi ise yeni anayasa sonrasında, yeni anayasanın yaratacağı siyasi iklim içinde, siyaset marifetiyle yapılabilecekler ve yapılması gerekenler var. Yönetimin yerelleştirilmesi, demokratikleştirilmesi ve yeniden yapılandırılması gibi devasa bir mesele var önümüzde.
Meseleyi dünü, bugünü ve yarınıyla beraber düşününce görüldüğü gibi alınacak çok mesafe var.
Öte yandan da bu hamle ile öyle bir yere gelindi ki, artık geri dönemeyiz.
O nedenle herkesin yapması gereken sürecin bütününü gözden kaçırmadan ama ilk adımda son adımın gereklerini şart koşmadan sakin, soğukkanlı, hızlı ama telaşlı olmadan yapması gerekenler var.
Bu noktada en önemli rollerden birisi de BDP’nin rolü olacaktır. BDP bundan sonrasında gerekli siyasi hüner ve beceriyi geliştiremez ise yalnızca kendisinin kurumsal varlığını değil, destekçisi Kürtlerin de geleceğinin vebalini taşıyacaktır. Bunun yolu da BDP’nin meseleyi AK Parti yandaşlığı- karşıtlığı ekseninden çıkararak düşünmesi ve tutum geliştirmesi olacaktır.
Kamuoyunda gözlenen yine provokasyon olur mu endişelerini de, provokasyon niyetlilerinin oyunlarını da boşa çıkaracak şey BDP’nin kararlı olarak üstlendiği rol olacaktır.
(Taraf - 7 Ocak 2013)