06 Ekim 2011

Bana anayasa verme, anayasa yapmayı öğret

Bir gazete yayın yönetmeninin geçenlerdeki yazısının başlığı


Bir gazete yayın yönetmeninin geçenlerdeki yazısının başlığı “yeni bir anayasaya ihtiyacımız var mış?” idi... Mealen özetlersem, yazarımız, “anketlerde, yorumlarda halk yeni anayasa istiyor lafının gerçeği yansıtmadığını, halkın eski anayasayı bile bilmediğini, böyle bir talebi olamayacağını, yazılan söylenenlerin politik bir manevra ve hileli yönlendirme olduğunu, halkımızın adının başına yeni sıfatı eklenmiş her şeyi hevesle ama içeriğini bilmeden istiyor olduğunu” yazıyordu. Daha sonra yeni anayasa tartışmalarına böyle de bakan birçok yazı yayınlandı, ekranlarda söylendi.
Acaba gerçekten öyle mi? Ortalama eğitimi 7,8 yıl olan yani henüz temel eğitimi tamamlamamış bir toplumun insanları anayasayı bilmez, böyle bir ihtiyacı fark edemez ve böyle bir talebi olamaz mı? İnsanlar yalnızca karnını doyuracak iş, başının üstünde bir çatı olsun, başkaca dertlerle ilgili değiller midir? İlkokul mezunu Sünni, Türk babam, iki evladını yitirdiği için Denizli’ye göç etmiş Kürt komşusunun çektiklerinden bihaber midir? Kürt meselesine dair anayasal önerilerin kendi günlük hayatına nasıl yansıyacağının farkında değil midir? Bizim ofise temizliğe gelen, gündelik parasıyla iki kızını üniversitede okutmaya çalışan, neredeyse her gün kocasından şiddet gören Döne’nin, ülkenin eğitim sistemi üzerine, kadın meselesi üzerine hiç mi haklı ve yerinde bir talebi yoktur? Gebze’de oğlu kan kanseriyle boğuşan, mesleği ve eğitimi olmadığı için bir fabrikada meydancı olarak çalışan İlhami’nin çevre kirliliği, iş güvenliği, işçi örgütlenmesi üzerine bir fikri ve talebi yok mudur?
Galiba yeni anayasa tartışmalarına başlarken birinci zihni sorun burada yatıyor. İnsanlarımızın kendi hayatlarına dair, kendi yaşadıkları çevreye ve koşullara dair deneyim, birikim ve bilgilerinin yeterli olduğu henüz kabul edilmiyor. İkinci zihni sorun da hiçbir vatandaşın bu yeterliliğini kanıtlamak, bir diplomayla veya sertifikayla delillendirmek zorunda olmadığının kabulü ve içe sindirilememesi. 
Elbette her bir vatandaş bir hukukçunun veya siyasetçinin kelimeleri, kavramları, argümanlarıyla anayasa talebi söylemez. Sıkıntının, derdin ifadesinin ardından çözümü önermiyor da olabilir. 
Fakat vatandaşların devlet mekanizmalarının hantallığını, verimsizliğini ve devletin vatandaşa hemen her şeyi dayatmasını hemen her gün yaşamadıkları, yaşadıklarının farkında olmadıkları düşünülemez. Vatandaşların yapılan her bir HES ile çevrelerinde ve doğada nelerin değişmekte olduğunu, bu değişenlerin hayatlarında neleri de değiştireceğini hissetmiyorlar, bilmiyorlar da olamaz. Her birimizin sokakta, gündelik hayatta yaşanan ve artmakta olan gerilimleri, öfkeyi, birbirini ötekileştiren ve giderek şiddete varan hal ve tavırların farkında olmadığımız da düşünülemez. 
Yayın yönetmenlerinin üçüncü sayfa haberi diye kodladıkları o haberlerin, o haberlerin öznesi olan insanların, kadınların, şiddetin, nelerin habercisi olduğunu bilmeleri gerekir. Örneğin kadına şiddet, yıllardır üçüncü sayfa haberi sanılırken nasıl ve ne kadar derin bir toplumsal mesele olduğu altı aydır fark edildi de, haberler ön sayfaya çıktı. 
Gündelik hayatta ve vatandaşın dilinde meselelerin ne olduğuna dair çok alametler var ama siz farkında değilsiniz. Farkında olmadığınız gibi anlamlandıramıyorsunuz da. Sonrada dönüp vatandaş anayasadan anlamaz ki, nasıl istesin diyorsunuz. 
Şimdi konuşulan süreçte, eğer gerçekten yapmak isteniyorsa ve yapılabilirse, milyonlarca talebin doğrudan vatandaştan toplanması söyleniyor. Bu talep toplamayı ister doğrudan meclis, ister partiler ister sivil toplum örgütleri yapsın, sürecin teknik olarak da yönetimi gerekiyor.
Her birimiz, kendi derdinden, kendi dilinden, kendi talebinden bir şeyler yazacak. Alın size Yeni Anayasa Platformu’nun il ve ilçelerde her hafta sonu yapmakta olduğu toplantılarda, vatandaşların taleplerinden derlenmiş bir demet[2]:

“Başından sonuna güvendiğim bir anayasa olmalı.” 

 “Her eve polislerin girmediği bir anayasa olmalı.”

“Herkesi kucaklayan bir anayasa olmalı.”
“Bizim adalete ihtiyacımız var.”

“Hukuk sistemi hızlanmalı”.
“Emeklilerin sendikasını mahkemeyle kapattırmayan bir anayasa istiyorum.”

“İşçilerin sendikaya üye olduğu için atıldığını mahkemede ispatladığında o işvereni, o patronu anayasayı ihlalden yargılamayan bir anayasa istemiyorum.” 

“Benim vergimle imamlara maaş verilmesini istemiyorum.” 

“Yüksekova’da yaşayıp ağabeysi dağa çıktı diye annesi, babası gözünün önünde soyulup işkence edilen arkadaşımın da haklarının bu anayasa içine alınmasını istiyorum.”
“Farklılıklarımızla yaşamamızı garanti altına alacak bir anayasa olmasını diliyorum.” 

“Ben zayıf olduğum zaman bana sahip çıkılmasını ve zayıfların da haklarının korunmasını istiyorum.”

Bu sade taleplerin nasıl okunacağı, tasnif edileceği, anlamlandırılacağı, kuramlar ve hukukla nasıl bağdaştırılacağı, siyasi taleplere nasıl tercüme edileceği, farklı talepler arasında nasıl üst uzlaşmalar yaratılacağı gibi detaylar ise hukukçuların, siyaset adamlarının, sivil toplum örgütlerinin, partilerin ve Meclisin işi. 
Özetle, bizim vatandaşımız neyi ne için istediğini bilir, en az bizler kadar, öyle sanıldığı gibi başında “yeni” var diye değil!
---
 
[1] Yeni Anayasa Platformunun bir toplantısında bir izleyicinin sözü 
[2] Yeni Anayasa Platformu, Türkiye’nin yeni anayasası için genel esaslar raporu


Yazarın Diğer Yazıları

Esad kaçtı, oyunun bir perdesi daha kapandı: Peki Suriye halkının kaderi bize hangi uyarıyı veriyor?

Suriye halkının diktatörden kurtulma sevincine ortak olurken, kaderi bize de bir uyarı içeriyor. Türkiye, Suriye’deki PYD ve Kürt hareketinin pozisyonel fırsat alanı, bunun içerideki Kürt meselesine etkileri gibi bir dizi ve karmaşık nedenle hem siyasal hem kültürel gerilimin bir parçası

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

"
"