17 Ocak 2013

Aykırı sorular

Yaşayabileceğimiz en kötü zamanlar bugünler mi? Belki de bugünler en iyi zamanlardır. Her ikisi de doğru olabilir, neye ve nereden baktığımıza göre değişir

Yaşayabileceğimiz en kötü zamanlar bugünler mi? Belki de bugünler en iyi zamanlardır. Her ikisi de doğru olabilir, neye ve nereden baktığımıza göre değişir.

Biliyoruz ki ülke hayatına bakışta bu iki uçta da değerlendirme yapanlar var. Kürt meselesi çerçevesinde bakınca galiba iki bakışın da haklılık payı var.

İki nedenden dolayı. Birincisi yakın gelecek açısından. Kürt meselesinde şiddet ve çatışma boyutu aynen böyle devam edemez artık. Ya sönecek ya da genişleyecek, yoğunlaşacak. Kaldı ki meselenin devlet-birey katmanı, toplumsal katmanı kadar bölgesel ve küresel katmanı da güçlenecek. Yalnızca bu katman eklenmesi nedeniyle bile mesele daha karmaşık ve daha çatışmacı bir aşamaya gelecek. Tabii bunlar mesele çözülmeden sürüyor ise.

İkincisi ise uzak gelecek açısından. Çünkü ülkenin otuz yıl, elli yıl sonraki hayatını belirleyecek dinamikleri ve bu dinamikleri yönetecek zihniyet ve kadroları etkileyecek.

Üç yıl, belki beş yıl sonra bugünlere baktığımızda, eğer barışı inşa etmeyi başarmışsak, bugünleri “en kötü zamanlarmış” diye anacağız. Başaramazsak da “en iyi zamanlarmış” diye.

Kürt meselesinde çözümü “dünü, bugünü ve yarını” beraber düşünmeye ihtiyacımız var demem ondan.

Önümüzdeki üç seçimde ülkeyi yönetecek yerel ve ulusal kadroların en az yarıya yakını değişecek. Ve yine bu değişime bağlı olarak bürokratik kadrolarda büyük çaplı değişiklik olacak.

Eğer seçimlere giderken Kürt meselesi hâlâ şiddet ve çatışma temelli sürüyorsa hemen her partinin aday listeleri şahinlerce biçimlenecek, şahinlerle dolacak. Şiddet ve çatışma bitmişse, listeler daha barışçı isimlerle biçimlenecek.

Oluşacak yeni siyasal ve bürokratik kadrolar, ülkenin gelecek otuz, hatta elli yılını biçimleyecek kararlar almak durumunda kalacaklar. Avrupa Birliği’ne tamam mı devam mı kararını bu kadrolar verecek. Devletin yeniden yapılanmasına veya yapılanmamasına bu kadrolar karar verecek. Kıbrıs meselesinden başlayarak ülkenin dış politikada ve yeni güç dengelerinde nerede olacağına da bu kadrolar karar verecek.

Ülkenin gelecek otuz yılına dair stratejik tercihleri ve kararları bu yeni kadrolar belirleyecek.

Yeni kadrolar için siyasi listeler hazırlanırken, ülkenin ruh hâli ve Kürt meselesi etrafında oluşan toplumsal psikoloji belirleyici faktörlerden birisi olacak. Bu etki yalnızca AK Parti’de değil başta BDP’de ve CHP’de, MHP’de de görülecek.

O nedenle bugünler, barışı inşa etmek için atılan her adım, yakalanan her fırsat çok önemli ve değerli.

Siyaset bu kez siyasi sorun çözme hüner ve becerisini gösterebilecek mi?

Tüm araştırmalar hem Türk-Kürt kutuplaşmasının hem de siyasal ve toplumsal kutuplaşmanın artmakta olduğunu gösteriyor. Ama soru da tam bu noktada anlamlı. Bu toplum, bu ülkenin yurttaşları dövüş sevenlerden mi oluyor yoksa siyaset mi bu toplumu kutuplaştırıyor?

Varsayalım ki AK Parti ve BDP tüm detaylarda anlaşsa ve barış ilan ettik deseler, yurttaşlar sokaklara çıkıp “hayır biz dövüş istiyoruz” mu diyecekler?

Barışı istemeyenin ya da barış yapmayı beceremeyenin siyasetçiler ve aydınlar olduğunu düşünüyorum ben, sade vatandaşların değil. Barışamayanlar liderler ve okuryazarlar, sokaktakiler değil.

Parti tabanlarının hemen hepsinde var olan üçte bir ile yarıya yakın arasındaki bir kümenin, sorulduğunda şoven tepkiler verdiğini, şovenliğe yatkınlığını biliyoruz. Ama mesele her parti ve liderin tabanlarındaki bu şoven kümenin algı ve beklentilerini dönüştürmeyi isteyip istemedikleri, bunu hedefleyip hedeflemediklerinde düğümleniyor.

Çünkü sade vatandaş bir yandan kutuplaşma içinde, ezberleriyle düşünüyor. Öte yandan da ülkenin bekası için hayatı sürdürme içgüdüsü son derece güçlü.

Herkes birbirini yaralarından tanıyor. Yastığa başını koyduğunda geleceğin silahların ucundan değil komşusunun özgürlüğünden, eşitlikten, adaletten geçtiğini hissediyor.

Bu ikili hâl yaratıyor ürkekliği, tedirginliği, ikircikliliği.

Daha kuvvetli barış talebine ihtiyaç var.

İşte onun için bugünlerde “provokasyonlara dikkat” diyenlerin önemli bir kısmının “ajitasyonların tuzağına” düşmemeleri gerekiyor. Ya susmak ya da barışı daha kuvvetli dillendirmektir ihtiyacımız olan.

 

(Taraf - 17 Ocak 2013)

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"