15 Nisan 2010

Anayasal vatandaşlık ve kimlik meseleleri üzerine (2)

Devlet ve kamu hizmetleriyle ilişkinin kurallarını ve biçimini tanımlamak biraz daha kolay sayılabilir...

Bir önceki yazıda anayasal vatandaşlık ve kimlik meseleleri içinde vatandaşlığın olmazsa olmaz beş unsuru üzerine bir düşünce eksersizi yapmıştım. Özetlersek, anayasal vatandaşlığın beş unsuru olarak şunları not etmiştim: 1) Herkes kimliğini kendi seçebilir. 2) Herkes seçtiği kimliğini, gerektirdiğini düşündüğü gibi yaşayabilir.  3) Herkes seçmek gibi bir kimlikten vazgeçmek hakkına da sahiptir. 4) Kimse seçtiği kimliğinden dolayı baskı altında olamaz, tutulamaz. 5) Hiç kimse kimliğinin diğerleri üzerinde baskı gücü oluşturduğunu hissedemez, algılayamaz, uygulayamaz
Buradaki “herkes” kelimesi elbette ülkenin anayasal vatandaşlarını ifade etmektedir. Yani bu ülkeye anayasa ve yasalarla bağlı olan herkes ve başka ülke vatandaşı olsa bile bu sınırlar içinde yaşayan herkes bu haklardan yararlanır.
Fakat mesele bu tanımlar ve bu tanımların gereği olan yasal düzenlemelerden ibaret değil.
Çünkü bu tanım ve saymaya çalıştığım unsurları birey üzerinden tanım. Hâlbuki bireylerin diğer bireyler ve kimliklerle, gruplarla, toplumla, devletle ve kamu hizmetleriyle ilişkisi var. Yeni tanımlama ve yasal düzenlemeler bu ilişkiler boyutuna da cevap üretmeyecekse yine sorun var.
Devlet ve kamu hizmetleriyle ilişkinin kurallarını ve biçimini tanımlamak biraz daha kolay sayılabilir. Elbette burada kastettiğim kolaylık tanımlamakta, sorun uygulamada çıkıyor. Örneğin türban meselesi tam bu ilişki üzerinden doğan bir sorun olarak yıllardır önümüzde. Bu ilişkinin üç kritik kuralı var bana göre.
Birincisi, devlet ideolojisiz ve kimliksiz olacak ve ideolojilerden, kimliklerden bağımsız, ideolojiler ve kimlikler arasında tarafsız olacak.  Yani devlet Sünni veya Alevi olmayacak, birinden yana da olmayacak. Ya da devlet Atatürkçü, milliyetçi, İslamcı ya da Marksist de olmayacak. Çünkü devlet kendi ideolojisi ve kimliği olarak bir şeyi seçiyorsa başka kimlik ve ideolojideki vatandaşların varlıkları, devletle ilişkileri sorunlu olacaktır.  Devletin herhangi bir ideoloji ve kimlik tanımını benimsemesi çoğulculuğun, demokratikliğin, hukuk devleti olabilmenin ve özgürlüklerin önündeki en büyük engeldir.
Devletin elbette bir felsefi veya ilkesel tanımı yapılacak, görevleri ve işleyişi belirlenecektir.  O tanım da evrensel insan haklarına dayalı, demokratik hukuk devletidir ve topluma, bireylere hizmet etmek için vardır. Devlet bireyin mutluluğunu, haklarını sağlayan ve bu hakların kullanılmasının ön koşullarını yerine getiren, özgürlüklerin teminatı olarak vardır. Doğal olarak kamu çalışanları da kimlik ve tercihlerini deşifre edecek bir kılık, kıyafet, biçim, sembol kullanıyor olamazlar. Buna Fenerbahçe rozeti de dahildir, türban da ...
Bu altını çizdiğimiz özellikler de Anayasanın başlangıç metni ve temel esasları denilen maddelerde yer alan ve açıklanan ilkeler ve temel tercihlerdir.
İkinci kural ise hiçbir vatandaş devlet organları karşısında ya da kamu hizmetlerine ulaşımda kimliğini açıklamak zorunda hissetmemeli, bu mecburiyetçilik durumunda bırakılmamalıdır. Bu durumun iki şıkkı var. Birinci şık, devlet adına veya kamu hizmetlerine ulaşırken hiç kimsenin kimliği ve tercihi sorgulanamamalıdır. İkinci şık hiç kimse kimliğini ve tercihini açıklamak zorunda hissedeceği duruma düşürülmemelidir.
Örneğin din dersi mecbur ama dini inanışı İslam olmayanlar muaftır şeklinde bir uygulamanız olmamalıdır. Çünkü bir çocuğun kendi dini aidiyetini açıklamak durumunda bırakmış oluyorsunuz. Bu nedenden çocuğun ne tür baskılarla karşılaşacağını bilemezsiniz. Bu tür baskılara karşı ben tedbir aldım demeniz yeterli değildir. Çünkü önemli olan baskının kendisinden çok o çocuğun böylesi bir baskı algısının olup olmamasıdır. Aynı şekilde ilkokullardaki “Türküm, doğruyum” şeklinde marşı isterse Türk olmayanlar okumazsın diyerek okunmasını sürdüremezsiniz. Kimliğini açıklamak zorunda kalacak olan bir Kürt çocuğunun örneğin Trabzon’da neler yaşayacağını ve neler hissedeceğini bilemezsiniz. Aynı şekilde nüfus kimliklerinde din hanesi olmaması gereği de bu kuraldan doğmaktadır.
Üçüncü kural, hiç kimse devlet karşısında veya kamu hizmetlerine ulaşımda, kimliğinin veya tercihinin kendisi adına avantaj veya dezavantaj algısı hissetmemeli, bu algıyı tetikleyecek hiçbir kural, uygulama, tavır, biçim olmamalıdır. Yani hiç kimse kimliğinin avantaj olacağını düşünememelidir. Örneğin İSKİ’ye türbanla gidersem işim daha hızlı görülür veya ancak başımı açarak gidersem oğlumun yemin törenini izleyebilirim duygu ve ihtiyacını duyumsatacak, yaratacak uygulama ve kurallar olmamalıdır.
Birey, kimlik, devletle ilişkiler ve kamu hizmetlerinden yararlanma meselelerini tanımlamak da bir ölçüde hala meseleyi eksik bırakmak anlamına geliyor. Bireyin grup olarak, topluluk olarak hakları ve diğer bireylerle, gruplarla kimliklerle ilişkileri tarafı var ki, bunlar da bir daha ki yazıya. Bir de doğal olan ve de çok hayati olan bir soru hala havada: Tüm bu tanımlamalar uzay boşluğunda bir ideali anlatıyor. Nasıl bir süreçle bugün ülkenin içinde bulunduğu durumdan bu ideale geçeceğiz?

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"