25 Mart 2010

Anayasa ve değişim

12 Eylül anayasasının özünde halka, insanlara ve onların seçtikleri yöneticilere güvensizlik vardır...

Anayasa tartışmalarına yine bodoslama daldık. İçeriği okumadan, analiz etmeden kategorik olarak itiraz eden yargı kurumlarının başındakilerden tutun da, mutlaka bu işin içinde bir şey vardır diyenlere kadar korolardan birisi sahne aldı. Öbür koro zaten hazırdı “iktidar ne yaparsa güzel yapar” demeye. Yine bildik insanlar, uzmanlar, köşeciler, yine bildik kelimeler ve argümanlarla ve yine bildik tartışmaları izleyeceğiz bir süre.
Ben kendi hesabıma serinkanlılıkla değerlendirilmiş, bilgiyle donanmış, evrensel değerleri mihenk almış değerlendirmeleri arıyorum ki, gerçekten öğreneyim paketin içeriğini ve meramını.
Mesela toplumdaki değişim nedir, nereye doğrudur, siyaset bu değişimi nasıl okumaktadır ve bu değişiklik paketi bu değişimin neresinden beslenmekte, neresini yönlendirmektedir? Bilen var mı? Ya da böyle analizler var mı? Ama anladığım genel kamuoyu kanaat önderlerinin zaten bunlara ihtiyaçları da yok, çünkü kutuplaşmış dünyalarının dili ve şehvetiyle yeni bir rauntta bildik kavga sürüyor.

12 Eylül anayasası ile temel sorunumuz nedir?
Bu anayasanın en temel özelliği antidemokratikliği, katılımcılığın önündeki tıkaçları ve deli gömleği gibi bir yönetim sistemi tanımlamasıdır bana göre. Ve tabi ki tüm satırların, kelimelerin içine sinmiş ruh: Toplum kendini yönetemez, toplumu kendi haline bırakırsan ne yapacağı belli olmaz,  bu nedenle de hayatın her alanını tanzim edecek temel çerçevelerin ve ilkelerin tanımlanması gerekir.
12 Eylül anayasasının özünde halka, insanlara ve onların seçtikleri yöneticilere güvensizlik vardır.
Yalnızca bu güvensizlik nedeniyle bile sürdürülmesi, korunması ve savunulması yanlıştır.
Kaldı ki, son 30 yılın toplumdaki ve bireylerdeki değişim fiilen bu anayasanın ruhunu yırtıp geçmiştir. İkincisi de o yönetim biçiminin her bir detayıyla (il, ilçe tanımlarından yönetici tanımlarına, yönetim sistematiğinden, denetleme usullerine ve kurumlarına kadar tümüyle) sürdürülebilirliği kalmamıştır. Nitekim toplumdaki ve gündelik hayattaki genel siyasete ve hukuka olan güvensizliğin sebebi, insanların hukuk dışına çıkma eğiliminde olmalarından değil hukukun gündelik hayatın dışında kalmasındandır.

Değişim ve kutuplaşma
Toplum değişmiştir, değişmektedir de ve iktidar partisi bu değişim sürecinin sonucu olarak ortadadır. Değişim Ak Parti yönlendirdiği için var değil, toplumdaki değişimin sonucu olarak Ak Parti vardır. Sorun Ak Parti’nin veya diğerlerinin bu değişime öncülük yapabilme iddialarının olup olmadığı, bu değişimi anlayıp doğru politikalar üretip üretmedikleriyle ilgilidir. Olanlar arasında yalnızca Ak Parti bu konuda bir şeyler yapmaya çabaladığı içindir ki, böylesi bir ekonomik kriz, kurumlar içi yarılmalar ve çatışmalara karşın anketlerde önde görünmektedir.
Fakat Ak Parti’nin sorunu değişime yönelik ve demokratikleşmeye yönelik ciddi bir vizyonu ve önerisi olmamasıdır. Ak Parti kendi ihtiyacı kadar demokrat, kendi işine geldiği kadar katılımcı, kendi yönetebildiği sürece merkeziyetçidir. En azından tersini gösterecek örnek yoktur ama bu ikili karakterini gösteren yüzlerce örnek vardır.
Asıl sorun da siyaset üzerinden başlamış kutuplaşmanın toplumu ve gündelik hayatı sarmış olmasıdır. Bu durumun vebali sanıldığı gibi her şeye direnen CHP’den daha çok bu kutuplaşmadan medet uman, siyasi kutuplaşmayı kültürel kutuplaşmaya dönüşmesi için de taktik adımlar atan Ak Parti’dir.

Yeni toplumsal mutabakat

Bugün toplum kutuplaşmış, toplumun kendi iç mutabakatı vedevlet ile birey arasındaki mutabakat ya da denge de bozulmuştur. Yönetim sistemi çökmüştür. Yasama, yürütme ve yargı arasındaki denge hem yasal olarak hem pratik olarak çökmüş ve kavgaya dönüşmüştür. Toplumun katılımcılığı önündeki duvarlar aynen sürmektedir. Tüm bu sorunların çözülebileceği, taleplerin örgütlenip dillenebileceği siyaset zemini demokratik değil diktatöryal yapısıyla ayaktadır.
Bu yapı yeni bir anayasa ile değiştirilebilir. Yeni anayasa tartışmaları da yeni bir toplumsal mutabakata aracılık ederken aynı zamanda yeni mutabakatın ürünü olabilir.
Bu nedenle de bir yıl kalmış genel seçimler ve bu seçimlere kadar önümüzde olan bir yıl bu tartışmaların zemini olabilir. Partiler kendi anayasa ilkelerini ve varsa taslaklarını, temel anayasa vizyonlarını tartışmaya açmalıdırlar. Seçim, partiler kadar yeni anayasa önerilerinin de oylanabildiği, yurttaşların kimin nasıl bir anayasa tanımladığını, istediğini bildikleri bir seçim yarışına çevrilebilir.
Kanaatim odur ki, ancak böyle bir süreç sonunda seçilecek yeni meclis yeni anayasayı yapar, yeni toplumsal mutabakatı üretebilir. Yasal olarak bugünkülerin bu değişiklikleri yapmaya hakları olup olmadığından değil (ki bence seçilmişler her zaman anayasa değiştirebilir, yapabilir) yeni toplumsal mutabakat ve iç huzur böyle sağlanabileceği için.
Yoksa evet, bu değişiklikler Meclis’te yapılabilir. Evet, referandumla veya 367 oyu Mecliste bularak gerçekleşebilir. Fakat önümüzdeki yıllar kutuplaşmanın daha da sertleştiği ve el freniyle yürüyen araba misali ülkenin hep kasılarak yürüdüğü huzursuz ve gergin yıllar olabilir.

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"