12 Eylül 2013

AKP, Habur krizinde neden yalnız kaldı?

Sürecin geldiği noktadaki temel sorunlardan birisi dil ve üslup sorunu. Dünkü ilk bölümde geleneksel siyaset tarzı diyebileceğimiz bu soruna ve ürettiği engellere değinmiştim

Sürecin geldiği noktadaki temel sorunlardan birisi dil ve üslup sorunu. Dünkü ilk bölümde geleneksel siyaset tarzı diyebileceğimiz bu soruna ve ürettiği engellere değinmiştim.

Yine geleneksel siyaset tarzından beslenen ve bizim siyaset zeminimizin kronik hastalıklarından beslenen başka sorunlar da var.

Önce şunu kabul etmeliyiz, Kürt meselesi, en önemli aktörü olsa da PKK’dan ibaret olmayan, çok aktörlü bir mesele. İki tarafta zaman zaman bu gerçekliği unutuyorlar.

Kürt meselesinin çözümü çok anahtarlı bir kapının ardında. Tüm aktörler aynı anda niyetlenmez ve anahtarı çevirmezse ideal barışı inşa edemeyeceğiz. Geçici kazanımlar, rahatlamalar üretebiliriz, ama ideal barışa hâlâ ulaşamamış oluruz.

İki taraf da hem bu gerçeği atlıyor, hem de süreci karşı taraf üzerinden kurguluyor.

İki taraf da her sürçmeyi, aksamayı, gecikmeyi karşı tarafın hamlelerindeki eksikliklere, hatalara bağlıyor. Kimsenin özeleştiri mekanizması yok. Herkes kendinin doğru fikrinden ve pozisyonundan o kadar emin ki hiç kendini sorgulama ihtiyacı duymuyor.

Bugün yapılan açıklamalara, sızdırılan haberlere bakıldığında görünen o ki, iki taraf da öbür tarafın büyük çatışmaya hazırlandığını, süreçte samimi olmadığını düşünüyor. Ya da iki taraf da karşı tarafın çözüm için değil başka alanlardaki geçici kazanımlar uğruna süreçten yanaymış gibi davrandığını düşünüyor.

(Gelecek seçimler, Suriye içsavaşının vaat ettikleri gibi konjonktürel fırsatlar ve değerlendirmeler doğru da ayrıca. Ama konuştuğumuz, Türkiye’nin Kürt meselesini çözmek ve barışı inşa etmektir. Şu veya bu nedenle, mecbur kalarak da olsa tarafların veya bir tarafın bu inşa işine niyetlenmesini doğru değerlendirmek ve kalıcı barışa ulaşmak bizim başarımız - başarısızlığımız olacaktır).

Bu muhatabı eksik tanımlayış ve yanlış algılayışlar aktörlerin çözüme sarılma niyetini değil güce yaslanma niyetini çoğaltmaya yarıyor.

Devlet dahil her aktör sürece dair kendi içinde de yarılmalar yaşıyor. Sır da değil. Her aktörün içinde hâlâ karşı tarafı güçle alt edebileceğine inananlar da var, zamanlamanın ya da adımların yanlış olduğunu düşünenler de.  Yukarıda not etmeye çalıştığımız hatalar her aktörün içindeki barış yanlılarına değil, çatışma yanlılarına yarıyor.

Bu nedenlerle ilk yapılması gereken şey, bir yandan aktörleri çoğaltmak ve çeşitlemek, öte yandan ilişki ve diyalog zemin ve mekanizmalarını çoğaltmak.

Genellikle bu tür süreçlerde veya herhangi bir konuda yeni iletişim ve diyalog zeminleri oluştururken kendimize benzeyen insanları seçeriz. Bu insanoğlunun doğasında olan dürtü. Doğrudur da. Herhangi bir sorunu çözmek için çözümden yana olduğu, benzer kaygıları taşıdığı varsayılan muhataplarla başlarsınız. Ya muhataplarımızı yanlış tanımlıyor, “kim barışçı”, “kim çatışmacı”, “kim barış yanlısı görünüp de çatışmayı istiyor” gibi kümelemeleri yanlış yapıyorsak?

O nedenle bu sürece karşı veya yanında gibi kategorik etiketlemeler yapmadan, iktidar veya muhalefet, Kürt veya Türk, asker veya sivil, siyasetçi veya sivil toplum aktivisti hemen her aktörü sürece dahil etmeye çalışmak gerekiyor. Bunlar arasında karşı olan da olabilir, süreci baltalama gücü ve niyeti olan da.

İkinci adımda her aktörün içindeki barıştan yana olanları çoğaltmak, cesaretlendirmek, güçlendirmek gerekiyor. Bunun yolu da birçok formal ya da informal, görünür veya gizli mekanizmalar geliştirmekten geçiyor.

Ancak böylesi yaklaşımlarla sürecin olası ve bir kısmı da doğası gereği kaçınılmaz olan ayak sürçmeleri, sürçme olarak kalır ve yönetilir. Yoksa her gün yeniden niyet, hedef ve muhatap sorgulamasıyla süreç hep hatalara da provokasyonlara açık halde olacaktır.

Bunun en iyi örneğini Habur kriziyle sonuçlanan birinci süreçte yaşadık. İktidar sürece ne kendini, ne de Kürt muhalefetinin hiçbir boyutunu dahil etmediği için yalnız kaldı. Yalnız kalınca da kopan gürültünün ima ettiği siyasi riskleri tek başına göze alamadı.

Bu kez yapılacak şey daha baştan, siyasi kazanımı da riski de paylaşmaya razı olmak ve diğerlerini de razı etmektir.

 

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"