06 Ocak 2011

2011 Seçimlerinde seçmen tercihlerinde ana eksen ne olacak?

Geleneksel sorudur, 'seçmen neye göre oy verecek?' veya 'seçmen ne istiyor?'...


Geleneksel sorudur, “seçmen neye göre oy verecek?” veya “seçmen ne istiyor?”. Seçmen davranışı üzerine bizde ve dünyada birçok araştırma, akademik makale, model, yaklaşım, kocaman bir literatür var.Seçmen davranışını açıklarken elbette evrensel model ve doğrular var. Ama bunun yanı sıra her toplumun, her kültürün ve asıl önemlisi her bir seçimin kendi özgün koşulları ve açıklamaları da var.

Bir seçimdeki seçmen davranışı ve tercihleri uzay boşluğunda oluşmuyor. Seçimin tarihsel koşullarından, ülkenin ve toplumun o tarihteki koşullarından ayırıp bakmak doğru değil. Seçmen davranışını tek başına bir partinin propaganda gücü ve becerisiyle de açıklamak doğru değil.

Demem o ki, seçmen davranışı ve tercihleri tek bir sihirli faktör ile açıklanamaz. Çünkü seçmen dediğimiz birey davranışını açıklamak için çok daha karmaşık modellere ihtiyaç var. Fakat açıklayıcılık açısından da günlük hayatımızda benzer sadeleştirmeleri yaparız.

Teoriler, yaklaşımlar 

Literatürde de en yaygın kullanılan seçmen davranışı modeli “ekonomik model”. Bu modele göre:
1) Türkiye seçmenleri ekonomik durumu dikkate alıyor;
2) Son bir yıldaki ekonomik performansa bakıyorlar;
3) Seçmenlerin seçimleri sosyoekonomik durumlarına bağlı.

Bu konularda birçok çalışma yapmış Ersin Kalaycıoğlu’na göre kültürel ve ideolojik faktörler sosyoekonomik faktörlerden daha etkili. Yine bu konularda önemli çalışmalar yapmış Yılmaz Esmer ise sağ-sol ayırımının ekonomik faktörden daha açıklayıcı olduğunu söylüyor. Bir başka akademisyen dostlar Cem Başlevent ve Hasan Kirmanoğlu’na göre 2002 seçimlerinde seçmenin Ak Parti'ye yönelmelerini, kişisel ekonomik durumlarıyla ilgili geçmişe yönelik değerlendirmelerinden çok ülke durumu ile ilgili geçmişe yönelik değerlendirmeleri daha iyi açıklıyor.

Uluslararası modeller

Yukarıdaki modellere ek olarak uluslar arası akademik çalışmalar arasından bize de uygun olabileceğini düşündüğüm birkaç modeli daha not edeyim. Bir modele göre, bir adaydan nefret etmek ve kötü bir şeyin gerçekleşme tehlikesini hissediyor olmak, iyi bir şeyin gerçekleşme fırsatından daha önemli hale geliyor ve seçmen bu tehlike hissiyatıyla oy veriyor.

İngilizler için geliştirilen seçmen davranışını açıklama modelinde yaş, cinsiyet, sınıf ve etnik köken (artık) işe yaramıyor. Sınıfa bağlı parti yandaşlığı da tamamen çözülmüş durumda. Bunlar yerine ön plana çıkan başka faktörler var. Örneğin parti liderinin imaj ve kişiliği, lider kapasitesine sahip görünmesi gibi unsurlar dürüst olarak görünmesinden daha önemli.

Son bir model, insanların siyasi görüşler arasında tercih yapmak için “kısa yol” ya da “az bilgiye dayalı mantık” kullandıkları. Benzetme olarak, ses sistemi almak isteyen kişi her olası sistemin özelliklerini tek tek karşılaştırmak yerine, tezgâhtarın bilgisine, bir iki reklama ve kendi hissiyatına güvenerek seçim yapıyor ve bu seçim genelde kişiyi tatmin ediyor.

Bir de tabi “bizim akvaryumda” ve medyada sıkça söylenen model var.  Seçmen anketlere göre oy verir, anketlerle etkilenir modeli ama bu model için içerde veya dışarıda henüz bir dayanak teori ve araştırma bulamadım.

2011’de seçmen neye göre oy verecek

Gördüğünüz gibi her bir modelin, her bir toplum ve her bir seçim için açıklayıcılıkları ve geçerlilikleri var. Elli bir milyona yakın olacağını sandığım önümüzdeki seçimlerdeki seçmenler arasında elbette tek tek baktığımızda yukarıdaki yaklaşımlardan herhangi birisiyle açıklanabilecek davranış ve tercihler olacaktır. Fakat genel olarak ve çoğunlukla gelecek seçimlerdeki seçmen davranışının nasıl oluşacağı sorusu önemlidir.

Herhangi bir araştırmaya dayanmadan, siyasal gözlemler ve kişisel yorum olarak kendi öngörümü yazmak istiyorum.

Son otuz kırk yıldır hem tüm dünyada hem de Türkiye’de yaşanmakta olan değişim süreci artık toplumların, devletlerin, düzenlerin nitelik değiştirecek, artık geri dönülemeyecek başka bir basamağa, biçime, düzene dönüşeceği güne yaklaşmıştır. Ama dünyada da Türkiye’de de bu yeni hayatın yeni hukuku tam olarak tanımlanamamış ve kurumsallaşamamıştır. İster küresel ekonomik kriz sonrası, ister Avrupa Birliği’nin kendi iç siyasi krizi sonrası uluslar arası yeni ekonomik ve siyasi düzen tartışmaları sürmekte ama yeni yapılanmalar henüz hayata geçmemiş görünmektedir.

Aynı şekilde ülkemizde de tek tipli toplum mecburi yurttaşlık modeli işlemez hale, merkeziyetçi devlet işlevsiz hale gelmiş, çözüm getiren doğal gerilimler çözümsüzlük üreten suni siyasi ve toplumsal kutuplaşmalara dönüşmüş, hukuk neredeyse gündelik hayatın ritmini düzenleyici olmak yerine yavaşlatıcı hale gelmiştir.

İhtiyacımız yeni hayatın yeni kurallarını üretmek, tartışmak ve bu kurallar üzerinde yeni toplumsal uzlaşmayı üretmektir. İhtiyacımız olan yeni toplumsal uzlaşma, yeni anayasa ve bu anayasa içinden yönetimin ve hukukun yeniden yapılandırılmasıdır. Seçimlerde de bu yeni toplumsal uzlaşma ve yeni anayasa üzerine ilkeler ve öneriler tartışılacak ve bu tartışmalardaki pozisyon alışlar seçimlerin sonucunu belirleyecektir.

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"