Seçim beyannameleri vaat dolu ama derde deva değil
Süreç başlayınca partilerin aday listelerini ve seçim beyannamelerini gördük. Diğerlerinden farklı olarak, CHP her hafta yeni bir rapor açıklayarak, yalnızca seçim vaatleri sıralamakla sınırlı değil, aynı zamanda partinin ideolojik yenilenmesi için bir zemin yaratmak peşinde de olduğu izlenimi veriyor. İkincisi de BDP, sivil itaatsizlik eylemleriyle ve açtığı tartışma alanlarıyla Kürt meselesinin 12 Haziran sonrası evresine yönelik tartışma gündemini belirlemeye yönelik hamleler yapmaya devam ediyor.
Beyannameler üzerinden bakılınca, ortak özellikler dikkati çekiyordu. Daha sonra da kampanyalar ve liderlerin konuşmaları süresince de belirgin biçimde ortaya çıkan bir söylem birliği vardı. O da toplumsal uzlaşma, anayasa yapım süreci, bu sürece dair hiç bir proje önerilmiyordu. İkincisi toplumsal dönüşüm, toplumun demokratikleşmesi hiç de farkında olunan ve hedeflenilen bir süreç değildi. Üçüncüsü, demokratikleşme ve Kürt meselesi bireysel insan haklarıyla sınırlı olarak hedefleniyor, kolektif haklara karşı oluş da devlet ve (BDP hariç) tüm partiler zımni ve zihni bir mutabakat içindeydiler. Dördüncüsü seçim vaatleri ve tartışmaları ekonomik vaatlerle, siyasi vaatler de soyut bir yeni bir anayasa vaadiyle sınırlıydı.
Yine de yeni anayasa konusunda, eksikli veya utangaç da olsa dillendirilen vaat, Kürt meselesinde aktif taraf olma arzusu, ekonomik programların ve vaatlerin bunca detaylı oluşu, seçmeni suçlamaya vardırılmış sosyal yardımlara dair tüm partilerin özgün projelere ağırlık verişi de önemli bir olumlu ipucu taşıyordu. Başta CHP ve sonra da MHP, seçimler öncesi anti siyaset tarzı terk etmiş, siyaset masasına oturmaya karar vermişlerdi. Bu ise başlı başına bu seçim sürecinin en önemli kazanımları oldu.
Aday listeleri sorunlu
Aday listeleri ise her bir partinin kendisi açısından önemli kırılmaların ve siyasi tercih ve risklerin ifadeleri oldu. Ak Parti bürokrat ve teknokrat bir aday listesiyle, kendinin de üzerinde sörf yaptığı değişimin dinamiklerini ve bu dinamiklerin yeni temsilcilerini içine almakta gönülsüz davranmıştı. Bilinilirlik profilleri düşük, muhtemelen teknik hüner ve becerileri yüksek, devlet deneyimi yüksek, lidere biat etme konusunda hiçbir tereddüdü olmayacak bir aday listesi tercih edilmişti.
CHP listeleri daha da problemli ve tartışmaya açıktı. Siyasi çete davalarında yargılanmakta olan adaylar, yargı beklenmeden masum ilan edilerek listeye alınırken, hayatı boyunca sola nefret siyasetinin içinde ve hatta öncüsü olmuş bazı isimler ile gerçekten fikri yenilenmeye önderlik edecek profildeki adaylar aynı listelerde yan yana getirilmişti. Örgütten gelen adaylar neredeyse yok denecek kadar az iken, örgüt dışından kendi başına tanınırlık ve bilinirlik oranı yüksek ama siyasi ve fikri beraberlik tonu düşük bir aday listesi oluşturulmuştu.
MHP ideolojik yenilenmeyi dert edinmiş adayları listesine almayarak bir bakıma 13 Haziran’a dair pozisyonunu açık etmiş oldu.
Adaylar konusunda en radikal hamleyi BDP yaptı. Kürt siyasetinin İslamcı kanadından gelen partilerle beraber olmak ve bu nitelikteki adayları destekleyerek Kürt seçmen gözündeki yegane rakibi olan Ak Parti’ye ve onun bürokrat adaylarına karşı bölgede pozisyon üstünlüğü almış oldu.
Kampanya sürecinde siyaset kişiselleştirildi
Kampanyalar başlayınca, mitingler peş peşe gelince ve hele reklam kampanyaları da başlayınca yine zımni bir mutabakat ortaya çıktı. Partiler tüm kampanya ve mesajlarını lider figürü üzerine inşa etmeyi, örgütsel ve saha çalışmaları yerine kitleleri ikna için doğrudan pazarlama yöntemi izlemeyi tercih etmişlerdi. Liderden, tüm aidiyet ve sınıfsal, toplumsal bağlarından koparılmış seçmenlere doğru yapılan iletişim esas alınmıştı.
İkinci ortak nokta mesajların ekonomik vaatler ağırlıklı olması tercih edilmişti. Siyaseti kişiselleştirirken yalnızca ekonomik vaatler üzerinden reklamlar, nutuklar ve polemikler öne çıkmış oldu.
Siyasi vaatler üzerinden sert bile olsa sürdürülecek polemik ve serliklerin üreticiliği yerine ekonomik vaatlerin gerçekçiliği, yapılabilirliği üzerine sert ve kişisel polemikler öne çıktı. Bu tarzın ise üretici potansiyel taşıyıp taşımadığı ortada.
Manevi şiddet şiddete dönüşüyor
Bu kampanya süreçleri ve tercih edilen strateji ve taktik, giderek siyasi nezaket dışına çıkarken manevi şiddet öne çıktı. Ölenlere “Allah rahmet eylesin” sözünü esirgeyen Başbakan’dan, rakibinin dişlerini sökeceğini söyleyen ana muhalefet liderine tüm siyasetçiler bu yeni dili pek sevdiler. Meydanlarda kendi kadrolarını, vaatlerini, mesajlarını alkışlatmak yerine siyasi rakipleri yuhalatmak öne çıktı.
Bir başka sonuç da manevi şiddet dolu dilin giderek şiddet içermeye başlaması oldu. Örgütsel kadrolar hemen her ilde liderlerin negatif ajitasyonuyla şiddete daha da eğilimli eylemlere döndüler. Yakılan, kırılıp dökülen, basılan seçim büroları artık medyada bile haber olmuyor.
Bu genel özetleme ve değerlendirmelerden sonra, 2007 genel, 2009 yerel seçimleri ve 2010 halk oylaması sonuçlarından yola çıkarak 12 Haziran akşamına nasıl bir tablo çıkabileceği üzerine düşünmeye ve olası senaryolara bakalım.