HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu'nun milletvekilliğinin düşürülmesi, üstüne Halkların Demokratik Partisi'ne kapatma davası açılmasının MHP kongresinin öncesine gelmesini, siyasi yorumcular "zamanlama manidar" ifadesiyle değerlendirdiler.
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerini takip edenler ise; "biz bu filmi görmüştük" dediler.
Nedenini anlatayım.
Hafta başında yıllarca AB konularında çalışmış emekli bir büyükelçi ile 25-26 Mart'ta yapılacak AB zirvesini konuşuyordum. AB yaptırımları rafa kaldıracak gibi görünüyordu.
Türk-Yunan görüşmeleri başlamış; Kıbrıs toplantısı için Nisan ayında bir tarih belirlenmişti. Sonuçta Doğu Akdeniz'de sular durulmuştu.
Ancak, AB Aralık zirvesinde aldığı kararda, Doğu Akdeniz'de gerilimin düşmesi durumunda, sadece yaptırımları rafa kaldırmakla yetinmeyeceği, ticari ilişkiler, serbest dolaşım, üst düzey diyalog gibi konularda da bazı açılımlar yapılabileceği mesajını vermişti.
Hazır, Türkiye-AB göç anlaşmasının 5. yıldönümü gelmiş; vaat edilen 6 milyar Euro transfer edildiği için yeni bir anlaşmaya ihtiyaç varken…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan İnsan Hakları Eylem Planı'nı açıklamış; son zamanlarda atıştığı Fransa Cumhurbaşkanı Macron'la telefonda görüşüp, soğukluğu gidermeye çalışmışken…
İlişkileri canlandırmak için sanki bir fırsat penceresi var gibi duruyordu.
AB pozitif adım beklerken HDP kararı geldi
Aslında Almanya Şansölyesi Angela Merkel ile Macron 11 Mart'ta diplomatik danışmanlarını, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın'la görüşmeleri için İstanbul'a gönderip demokratik alanda somut eylem beklediklerini iletmişti. Bir anlamda Ankara'ya, "zirve öncesinde elimizi güçlendirecek adımlar atın" mesajı verilmişti. Ancak siyasi iktidardan somut adım atılacağına dair pek bir işaret gelmiyordu.
Sohbet ettiğim emekli diplomat, zirveden yaptırımların askıya alınması dışında pozitif başka bir kararın çıkmasının zor olduğunu söyleyip, "Zaten bak gör bugün yarın olumsuz bir gelişme oluverir" demişti.
Bu konuşmanın üstünden 48 saat geçmeden HDP'yle ilgili haberler geldi.
"Somut adım mı, al sana somut adım."
AB uzmanları için hiç ama hiç şaşırtıcı değil. Geçmişte de ne zaman Türkiye-AB ilişkilerinde iyi bir şey olması ihtimali belirse, hemen bunu baltalayacak bir gelişme yaşanması o kadar sık rastlanan bir durumdu ki. Hangi bir örneği saysam?
Mesela 1995, Türkiye-AB gümrük birliği anlaşması Avrupa Parlamentosu tarafından Aralık ayında oylamaya sunulacağı için kritik bir yıldı. Yıllarca Terörle Mücadele Yasası nedeniyle hapis yatan Eşber Yağmurdereli'nin, şartlı tahliyeden yararlanıp 1991'de serbest kaldıktan sonraki on yıl boyunca yeniden hapse girip çıkmalarının hep "manidar zamanlamalarla" gerçekleştiği hatırımda kalmış. İnternetten baktığımda tahliye olduğu 1991'deki bir konuşmasından dolayı aldığı ceza için 1995'in Kasım ayında, yani Avrupa Parlamentosunda yapılacak oylamadan bir gün önce cezaevine konulduğu haberini gördüm. Çok net hatırlıyorum, Avrupalılar gözleri görmeyen bir fikir insanının terörle mücadele gerekçesiyle, üstelik de bir konuşmasından dolayı hapse girmesini anlamakta güçlük çekiyorlardı.
Acaba diyorum, AB'ye girmeye çalışmasak, Türkiye'deki insan hakları aktivistlerinin hayatı daha mı kolay olurdu.
Gerçi, AB ile ilişkileri baltalamak için illa başka bir şey bulunurdu. Tıpkı meşhur Ayvaz Gökdemir'in "3 fahişe" örneğinde olduğu gibi.
Emekli büyükelçilerden Selim Kuneralp hatırlattı. AB ile ilişkilerde kritik bir yıl olan 1995'te SHP-DYP koalisyonunda Dışişleri Bakanı olan Erdal İnönü'nün Brüksel ziyaretinde Avrupa Parlamentosu milletvekillerinin de katılımıyla 100-150 kişilik bir yemek düzenlenmiş. O dönem DEP'li milletvekillerinin hapiste olması nedeniyle Avrupa Parlamentosu rahatsız. İnönü'nün gerek bilgeliği gerekse zerafetiyle ortamı yumuşatması için beklenti büyük.
Gelin görün ki; DYP'li Bakan Ayvaz Gökdemir, tam da yemeğin hemen öncesinde AP'nin üç kadın milletvekilini hedef alıp "üç fahişenin demesiyle hainleri serbest bırakmayız" diye gürleyince mükemmel bir zamanlamaya imza atmıştı. Hakaret ettiği üç kadın siyasetçi de Parlamentonun ağır toplarından. Sosyalist Grup Başkanı Pauline Green, Radikal Grup lideri Catherine Lalumiere ve Yeşiller Grubu sözcüsü Claudia Roth.
Selim Kuneralp'in anlattığına göre, beklenebileceği üzere yemekte masaların çoğu boş kalmış. Harakete uğrayan üç kadın milletvekili ise yine de yemeğe katılmış. Sonradan Claudia Roth, Türk mahkemelerinden kazandığı tazminatı hayat kadınlarının sorunlarına eğilen derneklere vereceğini açıklamıştı.
Diyeceğim; Türk – AB ilişkileri geçmişte bolca “manidar zamanlamalara” kurban gitmiştir. Şimdilerde de pek fark yok.