“Adım kadar eminim, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ukrayna ve Rusya liderlerini bir araya getirseydi, erken seçime giderdi” dedi Ankara’dan kıdemli bir gazeteci arkadaşım.
Gerçekten de filmi şöyle bir geriye saralım: Antalya’da Rus ve Ukrayna dışişleri bakanlarının buluşmasını takiben iki ülkenin temsilcileri 29 Mart’ta İstanbul’da bir araya geldi. Bu buluşmadan sonra Ukrayna tarafı Rusya’dan olumlu sinyaller aldıklarını, iki liderin bir araya gelme ihtimalinin arttığını söylemeye başladı. 31 Mart’ta yeni seçim kanunu Meclis’ten geçerken, 3 Nisan’da da Yüksek Seçim Kurulu oy pusulaları için ihaleye çıktı.
Artık genel kabul görmüş bir beklenti var; iktidar, en çok sıkıntı çeken kesimleri kısa süreliğine rahatlatacak bir kaç adımın üstüne dış politikada bir kaç başarı hikâyesi eklediği anda erken seçime gidebilir.
Açıkçası, yanlış ekonomik politikaların, sorumsuz harcamaların bir şekilde faturasını hesaplamak mümkün olabiliyor. Dış politikada kapalı kapılar ardında verilen kimi zaman soyut tavizlerin somut çıktısını ölçmek ise o kadar kolay değil. Ak Parti iktidarının kendi hataları nedeniyle bozmuş olduğu ilişkilerin tamirinin bedeli ne olacak? İlişkileri tamir için taviz veriliyor mu; veriliyorsa karşılığında her ne alınıyorsa verilen tavize değiyor mu? Daha da önemlisi, kapalı kapılar ardından yapılan görüşmelerde Türkiye’nin çıkarları mı; yoksa iktidarın bekası mı önceleniyor? Erdoğan’ın iktidarını güçlendirmek için dış politikada attığı hamleler Türkiye’nin temel çıkarları pahasına mı gerçekleşiyor?
Elbette ki, "Türkiye herkesle kavgalı kalsın" diyen yok. Sorun şu ki, görüşmelere dair yeterince şeffaflık olmayınca, arayı bulma çabalarının ne pahasına yapıldığını, önümüzdeki dönem halka ne türden bir faturaya mal olacağını tam olarak saptayamıyoruz.
Erdoğan, Körfez’den istediğini alabilecek mi?
Suudi Arabistan örneğini alalım. Cumhurbaşkanı, İstanbul’da katledilen muhalif gazeteci Cemal Kaşıkçı meselesinde fazla bir adım atmadan Suudi Arabistan’a gidebileceğini sandı. Riyad’ı ziyaret etme girişimlerine olumlu cevap alamadı; ta ki Kaşıkçı dosyasını Suudi Arabistan’a devredene yani “artık Kaşıkçı üzerinden seni sıkıştırmayacağım” mesajını garantili bir şekilde verene kadar.
Açıkçası, sokaktaki vatandaşın, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yakındığı gibi “Türkiye’nin onurunun Suudi Konsolosluğu'nun bahçesine gömüldüğü” gibi bir hayıflanması olacağını sanmıyorum. Tersine, vatandaşta Körfez ülkeleriyle yumuşama sonucunda Türkiye’ye nakit akışı olacağı beklentisi var.
Peki bu gerçekçi bir beklenti mi? Çok emin değilim. Tersine belki de Türkiye’nin varlıklarının değerinin de altında el değiştirmesi söz konusu olacak.
Diğer yumuşama hamlelerine bakalım. Tabii Mısır ve İsrail söz konusu olduğunda işin içinde başka hesaplar var.
İsrail aracılığıyla ABD’yle arayı bulma
İktidar, özgüveni tepe yaptığı yıllarda Müslüman Kardeşler’e kucak açmakta ölçüyü kaçırdı. Sadece Mısır değil, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne de yaranabilmek için şimdi araya mesafe koyuyor. Türkiye’de küçük bir azınlık dışında buna ciddi bir itiraz geleceğini sanmıyorum. Mısır ve İsrail’le yumuşuma çabasının ardında elbette Doğu Akdeniz’de Türk karşıtı bloku dağıtmak da var.
Ancak Mısırlılar ağırdan alıyorlar. Kahire’ye, büyükelçi düzeyinde bir diplomat atandı. Ancak Mısır hâlâ normalleşmeye yanaşmadığı için Maslahatgüzar olarak görev yapacak. Erdoğan böyle bir atama yaparak sanki normalleşme süreci iyi yoldaymış gibi bir hava yaratmaya çalışıyor.
“Mısır seçimleri bekliyor. İktidarda değişiklik olması durumunda normalleşmenin hızlı olmasını beklerim, yoksa Mısır ağırdan almaya devam eder. Kendilerine hasmane davranmış, zarar vermiş fırsatçı, şark kurnazı bir hükümetle çok sıcak ilişki kurmayı arzu etmeyecektir” dedi ülkeyi tanıyan bir uzman.
İsrail’e gelirsek; normalleşme süreci ilk sınavını atlatmış görünüyor. Ramazan’da yaşanan şiddet olayları karşısında geçmişte esip gürleyen Cumhurbaşkanı bu kez İsrailli mevkidaşı telefonda görüşüp, resmi açıklamanın dozunu da dengeli tutma yoluna gitti.
“Türkiye - İsrail ilişkileri, 2 artı 2 artı 1 artı 1 üzerine kuruludur. Yani Türkiye, İsrail, ABD ve Filistin. Geçmişte İsrail’le aramızı düzeltmek için ABD aracı olurdu. Şimdi İsrail üzerinden ABD ile ilişkileri tamire çalışılıyor,” dedi görüşüne başvurduğum bir başka kaynağım.
Bu ay içinde Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ve Enerji Bakanının İsrail’e gitmesi öngörülüyor. Ukrayna savaşı Doğu Akdeniz’deki doğal gazının Türkiye’ye uzanacak bir boru hattıyla Avrupa’ya ulaştırılması projesinin canlanması için bir fırsat yaratabilir. Ancak şimdilik İsrailliler ağırdan alıyorlar; Amerikalılarda boru hattı yerine LNG terminallerine ağırlık verilmesi yanlısı. Ancak daha da önemlisi boru hatlarının yapımında ekonomik çıkarlar kadar karşılıklı güven de çok önemli bir rol oynuyor. Kırıp, dökmek kolay da, sarsılan güveni tesis etmek o kadar kolay olmuyor. En azından Türkiye’nin eli İsrail karşısında geçmişe oranla zayıflamış durumda.
El sıkışma fotoğrafları yeterli olacak mı?
Ukrayna savaşı nedeniyle Ankara’ya yakınlaşma ihtiyacı hisseden Avrupalı liderlerin tersine Washington hâlâ Ankara’ya mesafeli. Dışişleri Bakanının önümüzdeki günlerde Washington’a gitmesi öngörülüyor. Seçimler öncesinde Beyaz Saray’da Erdoğan - Biden fotoğrafı için bastıracaktır.
Hiç kuşkusuz savaş nedeniyle Erdoğan Batı’ya karşı elinin güçlendiğini varsayıyor. Bu yakınlaşma çabalarının Türkiye’nin Batı’yla ilişkilerini ne ölçüde karşılıklı yarara dayalı bir hatta sokacağı ise kuşkulu. İhtimal gerisi gelmese de, dünya lideri imajı vermek isteyen Erdoğan bu fotoğraflar işimi görür diye düşünüyor.
Özetle, Erdoğan’ın ilişkileri tamir hamlelerinin Türkiye’nin dış dünyayla ilişkilerini ne ölçüde sağlıklı bir zemine oturtacağı, tersine, ilişkileri daha çarpık hale getirip ileride istenmeyen türden faturalar çıkartıp çıkartmayacağı önümüzde önemli bir mesele olarak duruyor.