01 Aralık 2021

İktidardan savunma; dış politika ideolojik değil, "pragmatik ve rasyonel" 

SETA Vakfı'nın genel koordinatörü Burhanettin Duran, BAE'yle hızlı normalleşmenin gerekçelerini anlatırken AK Parti'nin ulusal çıkar politikalarının temelinde "pragmatizm ve rasyonelliğin" olduğunu yazmış. Demek ki AK Parti’nin "ilkeli dış politika ve değerli yalnızlık" söylemi yerini "pragmatizm ve rasyonelliğe" bırakmış. Keşke bu pragmatizm ve rasyonellik daha önce devreye alınsaymış

Birleşik Arap Emirlikleri Veliaht Prensi'nin geçen hafta Ankara'yı ziyaretiyle doruğa çıkan normalleşme sürecinin arkasında pek çok neden yatıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Şubat ayında BAE'ye gideceğini söyledi. 

Ne oldu da ilişkiler bu kadar hızlı iyileşti sorusuna iktidar kanadından yanıt, Burhanettin Duran'dan geldi.

Hükümet yanlısı SETA Vakfı'nın genel koordinatörü AK Parti'yi eleştirenlerin iktidarın dış politikasının temel belirleyicisinin "ideoloji ve söylem" olduğunu varsaydıklarını belirtip, gerçekte AK Parti'nin ulusal çıkar politikalarının temelinde "pragmatizm ve rasyonelliğin" olduğunu yazmış.

29 Kasım tarihli bu yazıdan anlıyoruz ki; AK Parti'nin "ilkeli dış politika ve değerli yalnızlık" söylemi yerini "pragmatizm ve rasyonelliğe" bırakmış. Keşke bu pragmatizm ve rasyonellik daha önce devreye alınsaymış.

Bu tespiti açmak için Türkiye ile BAE'nin neden kafa kafaya geldiklerini bir hatırlamak gerekiyor.

Kısaca özetleyecek olursak, Türkiye ile BAE Arap Baharı'nda karşıt saflarda yer aldı. Türkiye o dönem haklı gerekçelerle, adil bir yaşam talep eden halk kitlelerine destek çıktı. Bu kitlelerin taleplerini seslendirenlerin Müslüman Kardeşler olması da elbet bu tercihte çok önemli rol oynadı. Körfez ülkeleri ise "bu dalga gelir bizi de vurur" endişesiyle, eski düzene arka çıktı. Birkaç yıl içinde siyasal İslam'ın iktidara hazır olmadığı, Batılıların da zaten "İslamcı" bir yeni düzendense, eski düzeni tercih edeceği ortaya çıktı. İşte o noktada AK Parti, Türk dış politikasını 10 yıl esir alan ideolojik bir inada imza attı.

Duran'ın yazısına dönersek; SETA'nın genel koordinatörü, özellikle CHP'den gelen eleştirilere yanıt olarak kaleme aldığı yazısında, iktidar partisinin politika belirleyicileri ulusal çıkarları gözetmek için istisnasız (!) "Güç dengelerini ve ilgili tarafların her daim değişken tercihlerini dikkate alır," diye yazmış.

Uluslararası ilişkilere giriş dersinde okutulan bu temel ilkenin son on yıl boyunca neden devreye sokulmadığına ise hiç girmemiş. AK Parti'nin son on yılı, Duran'ın bu tespitini doğrulamıyor.

Tersine, Arap Baharı'nın AK Parti'nin istediği yöne evrilmeyeceği ortada iken, bunu görüp ona göre uyarılarda bulunan deneyimli diplomatların telkininin aksine AK Parti iktidarı ulusal çıkarların belirlenmesinde "güç dengeleri, değişkenlik gösteren tercihler" yerine "Müslüman Kardeşlerle ideolojik" yakınlığı kendi "çıkarı" için temel aldı.

Böyle olunca da olan Türkiye'nin ulusal çıkarlarına oldu. "İlkeli dış politika ve değerli yalnızlık" söylemi Suriye'den Libya'ya Türkiye'nin başına bir sürü belanın açılmasına neden oldu. 

BAE neden politika değişikliğine gitti?

Duran'a göre Türkiye'nin sorgulanmasından çok sorulması gereken asıl soru neden karşı tarafın yani BAE'nin politika değişikliğine gittiği.

Duran 26 Kasım tarihinde yayınlanan bir önceki yazısında bu değişimi, hem değişen uluslararası ve bölgesel dengelere hem de BAE'nin Türkiye'nin "iddialı dış politika hamlelerinden" dersler çıkarmış olmasına bağlıyor.

"Ankara'nın 2017'de Katar ablukası sırasında ve 2019'da Libya müdahalesinde gösterdiği kararlılık ve aldığı olumlu sonuçlar, BAE'yi Türkiye ile yeni bir ilişki geliştirmeye itti," diyor.

Peki, Türkiye'nin de izlemiş olduğu politikalarının yanlışlarından ders çıkardığı söylenebilir mi? Türkiye ekonomisi AK Parti'nin iktidarını zayıflatacak ölçüde kötüleşmeseydi; dış politikasında Ankara bu ölçüde bir çark etme yoluna gider miydi?

Mevcut durumda AK Parti için önce "can sonra canan" durumu var. Müslüman Kardeşlere desteğin zayıflamasının temelinde Türkiye'nin ulusal çıkarları değil iktidarda kalma çabası yatıyor.

Bükemediğin eli öpmek yerine parayla belini bükmek

BAE açısından ise zaten siyasal islam eskisi kadar tehdit oluşturmadığı için, Müslüman Kardeşleri frenleme hedefi öncelik olmaktan çıkmış durumda.

Elbet, Duran, BAE ile ilgili tespitlerinde haksız değil. Emirlikler, Suriye'den Libya'ya sahada Türkiye'nin elini bükemeyeceğini görmüş durumda. Bu durumda vekalet savaşlarıyla bükemediği eli öpmek yerine, parayla belini bükme taktiğine geçmiş olmasın?

Bölgeyi yakından izleyen Hediye Levent'in Medyascope'tan Işın Eliçin'le söyleşisinde vurguladığı gibi, BAE bir süredir, yatırımlar aracılığıyla farklı ülkelerde nüfuz edinme stratejisi izliyor. 

Türk ekonomisinin mevcut zaafiyeti de BAE'nin elini güçlendirmiş durumda. 

BAE'nin ekonomik gücünü kullanarak Türkiye'ye yakınlaşmak isteğinin arkasında elbet bölgesel dengelerdeki değişimler de var. Orta Doğu'da özellikle ABD'de Biden'ın iktidara gelmesiyle de yeni boyut kazanan değişimler bu iki bölgesel gücün ilişkilerini normalleşmesini dayatıyor.

İngiltere, Türkiye ile BAE arasında arabuluculuk mu yaptı?

Bu anlamda Türkiye'nin ABD ve İsrail eski büyükelçilerinden Namık Tan'ın yazısını okumanızı hararetle tavsiye ederim. İlişkilerdeki iyileşmenin ardında yatan siyasi-stratejik nedenleri, özellikle biz gazetecileri atlatıp bu yumuşamada İngiltere'nin arabuluculuk ettiği bilgisiyle özetlemiş.

Sonuçta kimse, Türkiye ile BAE arasındaki ilişkiler düzelmesin demiyor. Bu yakınlaşmanın siyasi ve ekonomik sonuçları sorgulanıyor.

Burhanettin Duran da, yazısında iki ülkenin rekabet ettikleri sorunları hemen çözmelerinin beklenemeyeceğini vurgulayarak; iki ülkenin ilişkilerinde yeni dönemde test edilecek alanları Doğu Akdeniz (yani BAE-Yunanistan ilişkileri) ve Suriye olarak sıralamış. 

"Belirsiz seçimlere giden Libya'da bilek güreşi mi yoksa ortak bir arayış mı olur? Etiyopya, birlikte çalışma alanı olarak görülür mü?" diye sormuş.

Duran bu soruları dile getirmekte ne kadar haklıysa, muhalefet de bu yeni ilişkinin ekonomik sonuçlarını sorgulamakta o kadar haklı. 

Emekli büyükelçi CHP eski milletvekillerinden Faruk Loğoğlu attığı tweette "Edirne'ye alışverişe gelen Yunan/Bulgar vatandaşları hangi dürtüyle (ucuza mal almak) hareket ediyorlarsa, BAE de "yatırım fonu" adı altında aynı mantıkla burada. Ancak arada fark var: biri zararsız tüketim malları alıyor, BAE stratejik yatırımlarımıza göz dikiyor," demiş.

Bazı gazetecilerin duyumlarına göre, BAE'nin ilgilendiği şirketler arasında ASELSAN ve Türk Telekom gibi firmalar var. Daha bir yıl öncesine kadar Türkiye'deki darbe girişiminin finansal olarak desteklemek ile suçlanan BAE'ne savunma ve iletişim gibi stratejik alanların açılıp açılmayacağı; yada başka bazı Türk varlıklarının haraç mezat satılıp satılmayacağın sormak kamuoyunun en doğal hakkıdır.

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye kazançlı mı; İsrail ne yapıyor, gidişat ne yönde?

Mevcut durumun en büyük kazananı (şimdilik) İsrail. Suriye’deki tüm askerî altyapı tesislerini bombaladı. Ülkedeki tapu dairelerini, her tür evrak bulunduran devlet kurumlarının binalarını bombaladığına dair duyumlar da ayrıca dikkat çekici. Bir kaynağım bu durumu, İsrail’in Suriye’yi “sıfırlaması” olarak yorumladı

Esad gitti diye üzülen yok, başarı öyküsü içinse erken

Kimse Esad düştü diye ağlayacak değil. Ancak mevcut durumdan bir başarı hikâyesi üretmek için de erken. Suriye’nin normalleşmesi için bir fırsat penceresi açıldı. Ancak süreç büyük risklerle dolu

Trump’ın dış politikası: Öyle de yapabiliiir, böyle de yapabiliiiir…

Suriye’de olan gelişmeler de hem Ukrayna savaşı hem Gazze savaşı hem de Trump’ın ikinci dönemiyle doğrudan bağlantılı. İhtimal aktörler, Trump başkanlık koltuğuna oturmadan pozisyon alıyorlar

"
"