ABD'nin bundan 20 yıl önce Irak'ta başlattığı işgalin aylar öncesinde bu ülkeye gitmiştim. Irak devlet yetkilileri bizi bir üniversiteye götürüp, kampüste ABD saldırısına karşı yapılan hazırlıkları göstermişti. Bir düzine üniversite öğrencisi, omuzlarında tahta silahlar, verilen komut üzerine sağa sola dönüyorlardı.
Dönüşte o dönem Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı olan Büyükelçi Uğur Ziyal'e "Irak'lılar ABD'nin son teknoloji ürünü silahlarıyla böyle mi mücadele edecekler. Bunu biz gazetecilere göstermelerini garipsedim," dediğimde, "Hiç hafife alma. Şartlar ne olursa olsun ülkemizi savunacağız mesajı veriyorlar" dedi.
Bu konuşmayı hiç unutamam. Çünkü Büyükelçi Ziyal haklı çıktı.
Geride bırakmaya hazırlandığımız mart ayında seçim gündemine hızlıca giriş yaptığımızdan, uluslararası ilişkiler haliyle geri planda kaldı.
Halbuki bu seneki Mart ayı iki dönüm noktası açısından önem taşıyor ve Türk dış politikası üzerindeki etkileri nedeniyle daha genişçe tartışılmayı hak ediyordu. Gerçi Türkiye'de o kadar sağlıksız bir tartışma ortamı var ki, insan belki de iyi oldu demeden edemiyor.
Ben yine de tarihe not düşmek adına bir kaç notla iki dönüm noktasının üzerinden geçmekte fayda görüyorum.
1 Mart tezkeresi: Türk - Amerikan ilişkilerinde dönüm noktası
Birincisi 1 Mart tezkeresi.
TBMM 1 Mart 2003'te yaptığı oylama ile ABD'nin Irak'ı işgal etmek amacıyla Türk toprakları üzerinden Kuzey cephesi açmasına onay vermedi.
Aslında ABD'nin Irak'ta kitle imha silahları bulunduğu gerekçesiyle (ki bu gerekçe yanlış çıktı) ülkeyi işgal girişimi sadece Türkiye'de değil başta Fransa olmak üzere Avrupa'da pek çok ülkede de rahatsızlık yaratmıştı. Yıllar sonra Türkiye'de görevli bir ABD'li diplomat kendi çocuklarının bile Türkiye'nin ret kararına sevindiğini söylemişti bana.Tabii sevinenler sivil kesimden küçük bir azınlıktı.
1 Mart kararı Washington'da bir nevi şok etkisi yarattı. Hatta, Türk - Amerikan ilişkileri açısından kritik bir dönüm noktası oldu.
Zira o tarihe kadar, Türkiye Amerika'nın gözünde, süreç boyunca sıkıntı çıkartan ama her zaman son noktada uzlaşan bir müttefik konumunda idi.
Amerika'yı şaşırtan, Türkiye cephesinin açılması karşılığında istenen taleplerle ilgili yürütülen çetin pazarlık değildi. Türkiye'nin Meclisi aracılığıyla demokratik bir refleks kullanması da son tahlilde ABD'de şok etkisi yaratmazdı. Asıl şok etkisi yaratan sanki onay çıkacakmış gibi atılan bazı adımlar sonrasında gelen red cevabı oldu. Zira müzakereler sürerken, bir taraftan da ABD'lilere, misal sınır bölgelerinde bazı depoları kiralamalarına izin verilmişti.
Deniz tutan ABD askerlerinin gazabı
Meclis'ten çıkan ret oyu tüm planlamaların baştan sona tekrar gözden geçirilmesine neden oldu.
Bu da özellikle Pentagon'da Ankara'ya dönük etkisi uzun zaman hissedilecek bir öfkeye yol açtı. Yıllar sonra bir Amerikan diplomatı bir Türk mevkidaşına "Türkiye açıklarında demirleyen gemilerdeki Amerikan askerlerinin günlerce kusarak Ankara'dan gelecek onay haberini beklediklerini" söyleyecekti.
Washington, faturayı gönülsüz olduklarını Meclis'e hissettirip, sonucun olumsuz çıkmasında rol oynayan askerlere kesti. Bir de tabii isteksiz olduğunu bildikleri dönemin başbakanı Abdullah Gül ile onun izinden giden AKP'lilere.
Her hâlükârda Türkiye Washington'da kendisini en çok destekleyen en güçlü "lobilerden" birini, Pentagon'u kaybetmiş oldu.
CENTCOM kuruldu, kimya bozuldu
Öte yandan11 Eylül saldırıları sonrasında ABD ordusunun küresel yapılanmasındaki değişiklik de, iki ülke orduları arasında kimyanın bozulmasında rol oynadı. Bu anlamda Serhat Güvenç'in 5 Mart tarihli yazısını okumanızı hararetle öneririm. Serhat Güvenç'in yazdığı gibi, ABD Orta Doğu'ya askeri müdahalelerinin altyapısını oluşturmak için CENTCOM olarak bilinen Merkez Komutanlığı'nı kurdu ve "Avrupa güvenliği odaklı kurgulanan Türk-Amerikan askeri ilişkilerinin sıklet merkezi zamanla Orta Doğu'ya kaymaya başladı."
Türk ordusu, yıllarca ABD'nin Avrupa komutası "EUCOM" ile çalışma pratiğine sahipken, aynı yakın çalışma pratiği CENTCOM'la oluşturulamadığı gibi, ihtimalen 20 yıl önce gemilerde kusan askerlerin bir kısmının da yakın zamanda CENTCOM'da karar alma mevkilerine yükselmiş olması da yıldızlarının bir türlü barışamamasına neden oldu.
ABD'nin Suriye'de Türk ordusu yerine YPG ile çalışma kararı almasında pek çok farklı neden/faktör rol oynadı. Bu nedenlerin arasında iki ordu arasındaki soğukluğu da sayabiliriz diye düşünüyorum.
ABD'nin Irak hezimeti, liderlik konumuna darbe vurdu
Gelelim ABD'nin Irak'ı işgal girişimine. Uğur Ziyal'in dediği gibi Iraklılar ülkeyi ABD'ye teslim etmediler. Bunda direniş refleksleri kadar ama ondan daha çok Amerikan yönetiminin aptallık sınırlarını zorlayan hataları rol oynadı.
Bu hataların detaylarına girmek yazıyı uzatır. Bu aşamada özelikle günümüzde yaşanan bazı gelişmeleri anlamlandırmak adına ABD'nin Irak hezimetinin etkilerini hatırda tutmak yararlı olabilir.
Her şeyden önce ABD'nin işgal için öne sürdüğü gerekçenin yanlış çıkması, Irak ve Afganistan'da kalkışma ve terörle mücadele adına işlenen insan hakları ihlalleri Amerika'nın küresel çapta moral üstünlüğünü yitirmesine neden oldu.
Bu hafta Biden yönetiminin düzenlediği (ve Türkiye'yi davet etmediği) ikinci demokrasi zirvesinin ciddiye alınmamasının ardında, ABD'nin demokratik dünyanın lideri olma iddiasına aldığı darbe var.
Orta Doğu hezimeti ABD'nin stratejik liderliğine de darbe vurdu. Irak'a demokrasi getireceğim derken, istemeden de olsa ülkeyi ezeli düşmanı "İran'ın" kontrolüne bırakırken, Afganistan'dan da apar topar çıkması başta Suudi Arabistan olmak üzere, Körfez ülkelerinde rahatsızlık yarattı. Rusya'nın haksız işgal girişimi karşısında ABD'nin Avrupa'nın geri kalanından istediği desteği alamamasında, Hindistan'dan Suudi Arabistan'a geleneksel müttefiklerine söz geçirememesinde Ortadoğu'daki vahim hatalarının izlerini bulmak mümkün.
Suudi Arabistan'ın Çin'in arabuluculuğu ile İran'la başlattığı yakınlaşma bu anlamda son dönemin en dikkat çeken gelişmelerinden birini oluşturuyor.
Türkiye'yle bitirmek gerekirse…
ABD'nin hatalarından en çok çeken ülkelerin başında gelen Ankara'nın da Washington'a öfkeli olmak için pek çok sebebi var. Ancak kızıp, başka alternatiflere yönelmek meseleleri çözmüyor.
Rusya - Ukrayna savaşı ile içine girdiğimiz yeni belirsizlik döneminde Türkiye başka orta sıkletli ülkeler gibi hiç kuşkusuz ABD'den ayrışacağı bazı politikalar izlemek durumunda kalacaktır. Önemli olan, bu ayrışma noktalarını hassas bir diplomasi ile doğru yönetebilmek.
Barçın Yinanç kimdir?
Barçın Yinanç, 1968 yılında doğdu, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. 1990'da stajyer olarak başladığı Milliyet Ankara Bürosu'nda 10 yılı aşkın bir süre diplomasi muhabirliği yaptı. Ardından televizyon haberciliğine geçerek önce TV8, sonra CNN Türk Ankara Bürosu'nda çalıştı.
Türkiye-ABD, Türkiye-AB ilişkilerinin yanı sıra Kafkaslar'dan Ortadoğu'ya, geniş bir coğrafyada Türk dış politikasıyla ilgili gelişmeleri takip etti. Çok sayıda yabancı hükümet yetkilisiyle söyleşiler yaptı, BM, NATO ve AB gibi uluslararası kuruluşların zirvelerini, perde arkası gelişmeleri yerinden haberleştirdi.
2004 yılında İstanbul'a yerleşti, CNN Türk ve Referans gazetesinin ardından İngilizce yayımlanan Hürriyet Daily News'da (HDN) çalışmaya başladı. Haber koordinatörü, yorum sayfası editörü olarak çeşitli görevler aldı; 2010'dan başlayarak on yıl boyunca gazetenin pazartesi söyleşilerini gerçekleştirdi. Bu süre boyunca dış politika analizlerini yazmaya devam etti.
Pek çok uluslararası düşünce kuruluşunun toplantılarına konuşmacı, kolaylaştırıcı olarak katılıyor, yabancı yayın organlarının yayınları için yorumlar yapıyor. AtlatmaHaber adlı podcast serisini hazırlayan Yinanç Diplomasi Muhabirleri Derneği, Uluslararası Kayak Kayan Gazeteciler Derneği (Ski Club of International Journalist) ve Dış Politikada Kadınlar platformunun üyesi.
Son yayını; Women, Peace and Security Agenda in Turkey and Women in Diplomacy: How to Integrate the WPS Agenda in Turkish Foreign Policy (Türkiye'de Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası-Diplomaside Kadın: Türk Dış Politikası'na Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası nasıl dahil edilir) başlığını taşıyor.
Aralık 2020'de itibaren T24'te yazan Barçın Yinanç, T24 ekranında da, her hafta Metin Kaan Kurtuluş'la birlikte "Dış Politika ile İçli Dışlı" adlı programı yapıyor.
|