03 Ocak 2023

2023 Türk - İsrail ilişkilerinde stres testi olacak

Tepkiyi Filistin davasına hizmet değil, seçim sürecinde oy bazında kâr-zarar hesabı belirleyecektir

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, geçenlerde bir demecinde İsrail'le normalleşmeyi savunurken, Filistinli'lerin de normalleşmenin kendi davalarına daha faydalı olacağı telkininde bulunduğunu söyledi.

İnsanın, madem öyle o zaman neden 10 yıl İsrail'le ilişkileri buzda tuttunuz, başkentleri karşılıklı olarak büyükelçisiz bıraktınız diye sorası geliyor.

Cevap açık. Belki başlarda dert Filistin davası olsa da, AK Parti iktidarı için hiçbir dava iktidarda kalma davasından daha önemli değildir. Bir noktada, AK Parti, Filistin davasına hizmet etmek için değil Filistin davası kendi iktidarına hizmet etsin diye İsrail'le ilişkileri kullandı.

Buna en iyi örnek 2018 Mayıs'ında dönemin ABD Başkanı Donald Trump'ın, büyükelçiliği Tel Aviv'den Kudüs'e çekmesi, akabinde çıkan şiddet olaylarına Türkiye'nin verdiği tepkidir. Washington büyükelçisi Serdar Kılıç ile Tel Aviv büyükelçisi Kemal Ökem'i danışmalarda bulunmak üzere geri çağıran AK Parti iktidarı, Kılıç'ı geri gönderirken, Ökem'i Ankara'da tuttu. Washington'un sebep olduğu bir olaya tepki olarak Tel Aviv'de görevli büyükelçinin geri gönderilmemesindeki temel sebep tabii ki iç siyasetti; zira Haziran'da cumhurbaşkanlığı seçimleri vardı.

AK Parti İsrail'le neden normalleşme peşinde

Bugün için de İsrail'le normalleşme çabalarının arkasındaki birinci sebep Filistin davasına katkı sağlamak değil. Ekonomi zayıfladıkça, abartılı efelenme zorlaştı; Türkiye Doğu Akdeniz'de yalnızlaştı; her sorunu askeri güç kullanma tehdidiyle çözmeye çalışmanın sınırlarına gelindi.

Bir de hatırlayalım; Obama dönemi Amerika'sı Türkiye ile İsrail arasında buzların erimesinde arabulucu olmuş İsrail Mavi Marmara felaketi nedeniyle özür dilemişti. Bu kez iktidar, İsrail'le yakınlaşarak, Washington'la aradaki soğukluğu gidermeye çalışıyor. 

İsrail de tüm bunların farkında. Ve bu nedenle de 2021'de Binyamin Netenyanu'nun iktidarı kaybetmesi üzerine göreve gelen bir önceki hükümet ilk aylarda normalleşme konusunda çok da hevesli olmadı. Fakat başlangıçtaki tereddüte karşın 2022 yılında çok hızlı normalleşme adımları gördük. Bunu birkaç nedenle açıklayabiliriz.

Bunların başında İran faktörü var. İsrail her daim İran karşısında Türkiye gibi bir güçle yan yana görünmek ister. Geçen yıl Türk istihbarat ve güvenlik birimlerinin, İsrailli karşıtları ile işbirliği içinde İsrailli turistleri hedef alan İran'lı ajanları yakalamasına özel vurgu yapmak lazım.

Zira ilişkiler ne kadar kötü olursa olsun, istihbarat kurumları arasında diyalog ve hatta işbirliği her zaman sürer dense de, iki başkent arasındaki buzlanmadan MİT ve MOSSAD'ın etkilenmemiş olması beklenemezdi. 

Irak'tan Suriye'ye, İran'la ciddi bir bölgesel itişme içinde olan Türkiye açısından da iki istihbarat örgütü arasındaki ilişkilerin yoğunlaşması elbet tercihe şayan bir durum yaratmıştır.

Öte yandan sadece İran değil, bölgesel ve hatta uluslararası meseleler bağlamında da İsrail, Türkiye'yle karşıt cephede değil, aynı cephede yer almayı tercih eder. Son birkaç yıldır, Arap ülkeleri ile normalleşme yaşamış olsa da, Türkiye'nin sıkleti hepsinden daha yüksek.

İşin içine bir de Rusya'nın Ukrayna işgali girince, İsrail "devlet aklının", 2022'de normalleştirmeyi hızlandırıp konsolide etmeye ağırlık verdiğini düşünüyorum. Bir de tabii, "beş benzemez" koalisyonun gidici olacağını, Netanyahu'nun geri gelebileceğini öngörerek, Türkiye'yle ilişkileri sağlama almaya çalışmış olmaları da yüksek ihtimal. İsrail Savunma Bakanı'nın ülkesindeki seçimlere birkaç gün kala Ankara'ya gelmiş olmasını başka türlü açıklamak mümkün değil. Zira bırakın birkaç günü, seçimlere bir kaç ay kala bile bakan düzeyinde ziyaretler çok nadir görülür.

Öte yandan ilişkileri sağlama alma meselesi önemli. Zira özellikle, bürokrasi seviyesinde yapılan görüşmelerde, ilişkilerin bir daha geçmişteki gibi duvara çarpmaması için bir nevi sigorta, emniyet sübabı oluşturulması talebinde bulunmuş İsrail tarafı. İktidarların dış politikayı iç politikaya alet ettikleri bir dönemde, böylesi bir emniyet supapı oluşturmak elbet kolay değil.

Ve şimdi beş kere giden Netanyahu, altıncı kez gelmiş, gelirken de İsrail'in en sağcı ve Filistin karşıtı diyebileceğimiz koalisyonunu da beraberinde getirmiş durumda.

İsrail'in en sağcı hükümetiyle ilişkiler nasıl gelişir?

Aslında dini kuralların kamu hayatında da geçerli olmasını savunan, laikliğe kapalı, kadının birincil görevini annelik olarak gören, LGBTİ+ karşıtı ultra ortodoks partilerin katılımıyla oluşan koalisyonla AK Parti iktidarının ortak yönleri oldukça fazla. Filistin meselesi olmasa, gayet güzel geçinirlerdi.

Netanyahu seçildikten sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın açtığı tebrik telefonu, ikili ilişkilerin geleceğine dair iyimser olmayı yeterli kılmıyor. Zira o dönem, ultra ortodokslarla ne tür bir koalisyon kurulacağı daha net değildi.

Geçen hafta yemin edip göreve başlamış olan koalisyonda, Filistin meselesinde en sert ve en tavizsiz tutuma sahip, hatta biri ırkçılıktan hüküm giymiş ultra ortodoks ve ultra milliyetçi siyasetçiler, Filistinlileri bire bir ilgilendirecek portföylerden sorumlu oldular. Yani Netanyahu bir nevi kuzuyu kurda teslim etmiş gibi oldu.

Netanyahu bu siyasetçileri zapturapt altında tutabilir mi şüpheli. Atacakları adımlar, bunlara karşı Filistinlilerin vereceği tepki, kuşkusuz AK Parti iktidarını zorlayacaktır. Özellikle de seçimlere gidilen bir dönemde, Filistin'de yaşanabilecek olaylar karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sessiz kalması güç olacaktır. Ancak geçmişten ders alıp, son yapacağını ilk yapıp büyükelçiyi çekip, sonra da göndermeme yoluna gider mi, emin değilim. 

Her hâlukârda ölçüp biçmeyi Erdoğan yapacak. Filistin meselesinde yaşanacak olumsuz gelişmeler karşısında, "oy getirir" diye İsrail'e sert mi çıkar; yoksa, "F-16 satışı etkilenir, Doğu Akdeniz'de sıkıntı çıkarsa, oy kaybı olabilir" diye bakıp daha sakin kalmayı mı yeğler, bilinmez.

Tepkiyi Filistin davasına hizmet değil, seçim sürecinde oy bazında kâr-zarar hesabı belirleyecektir. 

Her hâlukârda 2023'te Türk - İsrail ilişkilerinin ciddi bir stres testine tabi olacağını söyleyebiliriz. 

Barçın Yinanç kimdir?

Barçın Yinanç, 1968 yılında doğdu, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. 1990'da stajyer olarak başladığı Milliyet Ankara Bürosu'nda 10 yılı aşkın bir süre diplomasi muhabirliği yaptı. Ardından televizyon haberciliğine geçerek önce TV8, sonra CNN Türk Ankara Bürosu'nda çalıştı.

Türkiye-ABD, Türkiye-AB ilişkilerinin yanı sıra Kafkaslar'dan Ortadoğu'ya, geniş bir coğrafyada Türk dış politikasıyla ilgili gelişmeleri takip etti. Çok sayıda yabancı hükümet yetkilisiyle söyleşiler yaptı, BM, NATO ve AB gibi uluslararası kuruluşların zirvelerini, perde arkası gelişmeleri yerinden haberleştirdi.

2004 yılında İstanbul'a yerleşti, CNN Türk ve Referans gazetesinin ardından İngilizce yayımlanan Hürriyet Daily News'da (HDN) çalışmaya başladı. Haber koordinatörü, yorum sayfası editörü olarak çeşitli görevler aldı; 2010'dan başlayarak on yıl boyunca gazetenin pazartesi söyleşilerini gerçekleştirdi. Bu süre boyunca dış politika analizlerini yazmaya devam etti.

Pek çok uluslararası düşünce kuruluşunun toplantılarına konuşmacı, kolaylaştırıcı olarak katılıyor, yabancı yayın organlarının yayınları için yorumlar yapıyor. AtlatmaHaber adlı podcast serisini hazırlayan Yinanç Diplomasi Muhabirleri Derneği, Uluslararası Kayak Kayan Gazeteciler Derneği (Ski Club of International Journalist) ve Dış Politikada Kadınlar platformunun üyesi.

Son yayını; Women, Peace and Security Agenda in Turkey and Women in Diplomacy: How to Integrate the WPS Agenda in Turkish Foreign Policy (Türkiye'de Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası-Diplomaside Kadın: Türk Dış Politikası'na Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası nasıl dahil edilir) başlığını taşıyor.

Aralık 2020'de itibaren T24'te yazan Barçın Yinanç, T24 ekranında da, her hafta Metin Kaan Kurtuluş'la birlikte "Dış Politika ile İçli Dışlı" adlı programı yapıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

İktidardan bir garip dış politika uygulaması

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan seçim yenilgisinden Gazze politikasını da sorumlu tutuyor. Kaçan oyların konsolide şekilde Yeniden Refah Partisi'nde kalıcı olmasını engellemek için de her türlü yola başvuruyor. Dışişleri'nin tepesinde de o kadar boza pişirmiş ki; Fidan çareyi, daha "çalışmalar" bitmemiş olsa da, duyanların kulağına "çarpıcı" gelecek şekilde "Türkiye UAD'de taraf olma siyasi kararını aldı" açıklamasında buluyor

Fransa'nın hasmane tutumuna karşın Airbus'tan rekor alım

Türkiye'ye son derece hasmane tutum sergileyen Fransa'dan çok büyük ölçekli bir alım yapılmasının, Türk Hava Yolları'nın Airbus'a geçen sene verdiği rekor siparişin üstüne yeni bir sipariş vermeyi planlıyor olmasının bir Ferdi Tayfur şarkısı kadar ses getirmese de önemli olduğunu görmek lazım

Erdoğan küçük heyetle Paris'e gitmeye isteksiz

Kamuda tasarrufun Cumhurbaşkanlığını kapsayıp kapsamadığını test etmenin bir yolu da önümüzdeki dönem yapılacak dış seyahatlere bakmak olabilir