Kadri Gürsel’in tahliyesiyle virgül koyulan Cumhuriyet Gazetesi’nin üçüncü duruşması, bir fotoğrafla bütün tutukluluk kararlarını boşa çıkarttı. Biçimlendirilmeye çalışılan toplumsal algı, bir fotoğrafla yerle bir oldu. Artık bundan böyle -haksız yere- “terörist…” olarak nitelendirilen ne kadar kişi varsa, bu fotoğraf onların adına konuşacak. Ama sadece bu kadar değil… Yani bu sadece bir fotoğraf değil!
Bu, yaşamdan kopartılarak soğuk bir yüz haline getirilmiş siyasete önemli bir itirazdır. Benlikten çekip alınarak teknik bir durum haline getirilmiş siyasetin terk edilmesi gerektiğinin bir başlangıcıdır da aynı zamanda. İnsanın temel kurucu öge olduğunun dışavurumu olan bu fotoğraf, egemen kültür ve iktidarının biçimlemeye çalıştığı insan insana ilişkiyi sahiplerinin yeniden ele geçirmesidir.
Bu, egemen kültürün ve iktidar(lar)ın, en temel insani güdüleri magazin alanına hapsettiği gerçeğinin de açığa çıkması anlamına gelir. Bir öpüşme anı, insani ilişkinin sevinçli dışavurumu, içerden bir dokunuştur ki, tam da boğulduğu yerde kendini var ederek yok edicilere meydan okumuştur. Bundan böyle, en temel insani güdülerimizi parıltılı, sanal bir gerçeklik halinde magazin penceresinden izlemek zorunda kalmayacağız. Bu aynı zamanda, ayrılık ve kavuşmaların yaşandığı kamusal alanlara -artık- kendi dokunuşlarımızı yazacağımız anlamına gelir.
Bizden koparılanları geri almak…
Bir kavuşma anı, tam da sıkıştırıldığı yerde hayat bularak, popüler kültürün sermayesini zayıflattı. Zira araçsallaştırılmıştı. Magazin dünyasının kullanım alanına sunulmuş, müstehcenleştirilerek uzaklaştırılmıştı. Parıltılı yaşamların ulaşılmaz bir itkisi olarak yani.
Bazen bir fotoğraf, bir söz bütün çıplaklığıyla insani yanlarımıza sahip çıkıp, onları her durumda görünür kılmanın önünü açar. Popüler kültür ince ince ideolojik yönlendirmesini yaparken, insanı insandan uzaklaştırmanın yollarını gayet başarılı döşüyor olsa da, bu mümkündür. Bu durumda, hayatın ölüme doğru ittirilen yönünün yaşama döndürülmesinin yolu, bizden koparılanların geri alınmasından geçiyor.
Bir yaşam kurucu öge olarak o son kare…
Bu fotoğraf aynı zamanda, magazin dünyasının bizden kopardığı parçanın da geri alınmasıdır. Bir tutukluluğun son karesi olmayı reddedip, yeni başlangıçların haberini vermiştir. Böylelikle, öyle kolay kolay kişilerin üzerine “terörist” damgasının yapıştırılamayacağını söyleyen bir yaşam kurucu olmuştur. Ülkenin siyasi-sosyal tarihinde bir ilktir. Böyle olduğu için de sadece mutlu bir anın, kavuşmanın fotoğrafı olarak görülmemesi gerekir. Zira baskı aygıtları insanı en naif yanından yakalar.
Ama sadece, cezaevi duvarları, mahkemelerin soğuk suratları, tel örgüler, üniformaların bir adım arkadan gelen sesleriyle değil. Bütün bunları kendi mahallemizde yaşarken yapılandırdığımızı söyleyen sesi de yanına alarak.
Bu yüzden bir dava da sadece bir dava değildir. Eski algıları, ezberleri, alışkanlıkları sarsıcı bir özelliğe –pekala- sahip olabilir. Bu yüzden, Ahmet Şık’ın mahkeme heyetine söylediği bir sözün, bütün yaşam alanlarını dolaşarak gerçeklikleri gün yüzüne çıkartmasına şaşmamak gerekir. Tabii sadece sözcüklerin taşıdığı sahte anlamları değil, iki yüzlü yaşamları da…Tıpkı Gürsel’in fotoğrafı gibi.