"Sağ, insanların imgelemini kapıp, milliyetçi hisler ve eğilimler üretebiliyor, böylece günlük yaşamda olup bitenler karşısından gerçekten bir umutsuzluk ortaya çıkabiliyor..."
"Turan'ı kuracağız kardeşlerim!"
Bunu kim diyor peki?
Her konuşmasının bitiminde Sedat Peker.
Üstelik bir şiar gibi... Milyonlar hipnotize olmuş vaziyette, aval aval kendisine bakarken.
Kimseden tık yok. Özellikle de sol muhalefetten.
Z kuşağının bilinçaltına formatlar atıyor; "kırk yaşın altındaki kardeşlerim".
Kırk yaşın altındaki kardeşlerin ise bir gelecek tasavvuru yok!
Tümüyle suça bulaşmış bir karakter, bir ülkenin geleceğinin öznelerini biçimlendirecek yetkiyi görebiliyor kendinde. Tabii, kimse onun da bir güç aygıtı olduğunu, bu aygıtın başka bir düzleminde yer aldığını aklına bile getirmiyor.
Kırk yaşın altındaki kardeşlere gelince, güzel bir yaşam istiyorlar. Ancak bu güzel yaşam isteğinin içi dolu değil. Zira güzel yaşam denilen şey öyle hazırlop, bütün ögelerini oluşturarak gelmiyor kimsenin kucağına. Güzel olanın içini doldurmak, onu yaratmak için sıkı bir çaba gerekiyor ki, bu çaba ve mücadelenin nasıl bir şey olduğu biliniyor zaten. Düşünürler, sanatçılar, şairler, yazarlar, anarşistler, solcular, komünistler, ekolojistler, feministler... bunun için varlar. Yüzyıllardır insanlık, insanca yaşamanın, daha iyi bir dünya yaratmanın mücadelesini veriyor.
Ama her çağ çürümüşlükle, kötülükle, ırkçılıkla, faşizmle mücadele etmek için kendi koşullarını ve öznelerini yaratıyor.
Ama asla, karanlık işlerle organize olmuş özneleri muhatap almıyor.
Bu yeni çağda bizim toplum, söz konusu özneleri ve onun koşullarını oluşturamayıp yarata yarata Peker'i mi yarattı yoksa!
Devlet aygıtında dönen dolapları, kirli işleri (herkesin bildiği) onların içlerinden biri, tek tek ortaya döküyor.
Ama yer yerinden oynamıyor!
Herkes büyük bir iştahla, heyecanlı bir film seyredercesine, "Bakalım daha neler gelecek peşinden?" diye olası tahminler yürütüyor. Bu tahmin yarışında tutturup, anlatılanları en iyi analiz edenler ise, zeka ve uzak görüşlülükte birinci sıralara oturmanın gururunu yaşıyorlar.
Peki, bütün bu kaçma kovalamaca, hırsız-polis oyununda kim kazanıyor?
En önemlisi de neyi kaybediyoruz! İşte bu çok önemli!
Büyük, çok büyük bir şey yitirdik ya da yitirmek üzereyiz.
Birisi çıktı ve yıllardır içimizde, saklı davranışlarımızda, acılarımızda, yoksunluklarımızda, umutlarımızda, niyetlerimizde, gelecek hayalimizde, öfkemizde biriktirdiğimiz, biriken ne varsa elimizden aldı.
İşte bunu yitirdik!
Peker, bizim sözümüzü, davranışımızı, öfkemizi çaldı!
Her birimiz içimizden ona hayranlık duyuyoruz: Vay be, helal olsun adama! Bir yığın kirli iş tutmuş ama, ifşa etmekten çekinmiyor! Bakanları, medya patronlarını, satılık gazetecileri, yöneticileri aşağıladığı lakaplarla nasıl da yerle bir ediyor!
İçimizin yağı eriyor. Birikmiş öfkelerimiz gerçek muhataplarına doğru daha yola çıkmadan, çıkmak için kendine bir yol bulamadan birisi tarafından derdest ediliyor.
Hatta edildi bile.
Pamuk gibi olduk şimdi. İçlerimizde patlattıkları öfkelerimizle bizi birer hasta yaratıklara dönüştüren gerçek failler, Peker'in bir el hareketiyle ortaya çıktılar ve bu kadarı bize yetti.
Treni kaçırdık. Tarihsel an'ları gevezeliğimizle bir kez daha çar çur ettik.
Z kuşağını da Peker'in eline verdik!
Kırk yaşın altındaki kardeşlerimiz olur da "Turan"ı kurmaya kalkışırlarsa hiç şaşırmayalım!
Haa, onlarda nasıl bir cevher var bilmiyoruz ama, bazılarının iyi birer ikbal avcıları olduğu kesin. Büyüklerinden böyle görmüşler. En itibarlı işlere nasıl konulur iyi biliyorlar. Bir profesör arkadaşım, kendisine teslim edilen doktora ve yüksek lisans tezlerinin yüzeysel ve ezbere tanımlamalarla, çalakalem referanslarla içlerinin nasıl da boş olduğunu söylediğinde bu yüzden hiç şaşırmadım.
Ezilenlerin pedagojisini kullanarak, soldan referans aldığı kavram, söz ve davranışlarla bir kapma aygıtı işlevi görüyor Peker. Güç ve iktidar yapılarının en iyi bildiği şeyi yapıyor yani. Sonrasına gelince, malum...
Su akıyor, sol bakıyor!