Başkalarının ödediği bedellerin getirilerini çalıyorduk. Yaşadığımız yerin ülke yanılsaması bundandı. . Uzak coğrafyalardan gelerek sınırlarımıza girme gafletini gösterenler yüzümüze öyle şiddetli bir tokat atıyorlardı ki, yine kendimize gelemiyorduk…
Geceleri yeni bir Tanrı’nın devrilenlerin yerine hiç sektirmeden geçtiği bir ülkede yaşıyorduk. Gündüzleri, dost sohbetlerinde bütün Tanrıları sözcüklerle deviriyor, arkadaş guruplarıyla tiranların saraylarını basıyor, cellatları yerlerinden ettikten sonra adaletin terazisini dengede tutuyorduk. Sonra her birimiz evlerimize giderken, -yaşadığımız iç huzurun verdiği rehavetle- pusuda bekleyen diğer celladı ıskalıyorduk. Yaşadığımız ülkede cellat-tiran birlikteliği kendini Tanrı ilan ediyor; genç, yaşlı, çocuk kadın herkesi secde etmeye çağırıyordu.
Akşam ana kanal(izasyon)ların verdiği uğursuz haberleri izlememek daha iyi olacaktı. Hiç bir haksızlığın, yalanın, cinayetin, hırsızlığın, tecavüzün, talanın… hesabının sorulmadığı gibi anında aklanıp, güzellendiği böylelikle de hayatın zehirlendiği ıssız, karanlık bir yerde yaşıyorduk. Yaşadığımız yerin adına ülke diyerek bizi kandırıyorlardı. Adaletin bekçiliğini üstlenenler çoktan bilinmedik diyarlara sürgün edilmiş, kötülük tüm teknolojiyi ele geçirerek silahlanmıştı.
Kabûsların bekçiliğini yapıyorduk
Bu yüzden geceleri de uyuyamaz olduk. Gündüz biriken ne kadar musibet varsa geceleri evlerimizin odalarına, uykularımıza kâbus olarak sızdığından uykularımızda bekçilik yapıyorduk. Bunu yapmazsak ertesi güne aklını yitirmiş birer meczuplar olarak başlamamız an meselesiydi. Zaten gündüz kalabalıkları akıllarını yitirmişlerden geçilmiyordu. Sayılacak kadar az kişi kaldığımızı kimse bilmiyordu. Kâbuslara karşı bekçilik yapmak fikrini aramızdakilerden kim ortaya atmıştı? Yoksa hepimizin aklından geçeni içimizden birinin dillendirmesi miydi, onun kim olduğunun üstünde durmamamız?
Vaktimiz yoktu. Ne kadar hızlı hareket edersek o kadar çok akıl sağlığı denilen şeyi koruyacak, böylelikle de yaşadığımız cehenneme dayanmaya çalışacaktık. Bütün çabamız tiranların çağrısıyla bir katile dönüşmemek içindi. Ama kendimizi korumaktan, çocukları unutmuştuk. Kabusların koruduğumuz alanlardan içeri girmemesi için yaptığımız bekçilik bu kez de yeni saldırılardan bir haber olmamıza dönüşmüş, böylelikle de güvenlik duvarını çoktan yıkmıştık.
Tanrı’ların gazabı…
Örgütlenen ama sayılacak kadar az olan biz yetişkinler, kendi çocuklarımızın gönderdiğimiz okullarda bize karşı saldırıya geçmek için eğitildiklerini öğrendiğimizde ise iş işten geçmişti.
Hacılar İlçesi Beğendik Mahallesi’nde bulunan Hacı Sami Boydak İlk ve Ortaokulu’nda, 21 Mart Türk Dünyası Toplulukları Haftası nedeniyle nevruz kutlama etkinliği düzenlendi. Etkinlikte Türk büyükleri canlandırıldı, şiirler okundu ve halk oyunları gösterisi yapıldı. Anaokulu öğrencileri de manili atışmaları ile salondakileri güldürdü. Öğrencilerin hünerlerini sergileyip, alkış aldığı etkinlikte ilkokul 1’inci sınıf öğrencileri de 'Kurban kesme' adlı oyunu sahneledi. İki erkek öğrencinin, bir kız öğrencinin getirdiği tahta bıçaklarla, temsili olarak bir öğrencinin canlandırdığı koçu kesmesi dikkat çekti. Öğrencilerin kurbanlık koç yerine yere yatırıp ayaklarından bağladıkları ve temsili olarak kestikleri arkadaşları ile birlikte canlandırdıkları oyun sırasında önce tekbir sesleri duyuldu, daha sonra 'Genç Osman' marşı çalındı.
Gevşettiğimiz güvenlik çemberinden ilk anda sızan bu haber, durumun vahametini yetirince anlatıyordu. Zaten yeterince organize olmuş çetelerin, adı ülke denen yaşadığımız yerin sınırlarında tur atıp, kestikleri kafaları sırıtarak sergilemelerinden çıldırma noktasına dayanmıştık. Gerçek Tanrı’ların gazabına mı uğramıştık. Ya da başımıza çöreklenen bu sahte Tanrı’lar onların diğer bir yüzü müydü?
Yoksa bütün bunları biz mi yaratmıştık? Bütün bunlar, sorumluluk hırsızlığı yapmamızdan kaynaklanıyor olabilir miydi? Başkalarının ödediği bedellerin getirilerini çalıyorduk. Yaşadığımız yerin ülke yanılsaması bundandı. Uzak coğrafyalardan gelerek sınırlarımıza girme gafletini gösterenler yüzümüze öyle şiddetli bir tokat atıyorlardı ki, yine kendimize gelemiyorduk.
Bu kez de tokadı, İzmit Körfez Geçişi Asma Köprüsü inşaatında çalışan Japon mühendis atacaktı.
Sağlık ve güvenlik ekiplerinin yaptığı ilk incelemede, Ryoichi’nin maket bıçağıyla bileklerini kesmeye çalıştığı, ardından boğazını keserek intihar ettiği belirlendi. Yapılan araştırmada, Japon mühendisin yanında not bulundu. Mühendisin intiharından önce yazdığı notta halatın kopmasından kendisini sorumlu tutarak yaşamına son verdiği belirtildi.