09 Ekim 2013

Endonezya'da komünistlerden İslamcılara şiddet kültürü

Endenozya tarihinin trajedisi, sürüp giden sömürü modeli, yitik yaşamlar ve heba edilmiş fırsatlarla keskinleşiyor

Endenozya, sosyal, siyasal, kültürel süreçleriyle yabancısı olmadığımız bir ülke. Başlangıçta tam bir sömürge olan Endenozya’nın 1870’lerden yirminci yüzyıla evrilen seyrinde, tüm dünya okunuyor.  Adrian Vickers, Komünistlerden İslamcılara’da, Endenozya’yı mercek altına alsa da, aslında 20. yüzyıl tarihini masaya yatırıyor. Yani, 20. yüzyıla Endenozya’dan bakıyor. Zira Endenozya, Batılı ülkelerin işgal ve sömürüsü ve buna bağlı gelişen halk hareketlerini yaşamış bir ülke olarak, Türkiye gibi ülkeler açısından önemli bir yansıtma işlevi görüyor. Peki, sözkonusu tarihsel yelpazede Endenezya’da neler oluyor? Adrian Vickers, çalışmasında, Endenozya’yı 19.yüzyıldan itibaren sıkı takip altına alarak, tüm yaşananları, tanıklıklar eşliğinde bizimle paylaşıyor. Tabii, sözkonusu paylaşımlarla, dejavu yaşadığımız hissine kapılmamızı engelleyemiyor.

“Ulusalcılar-İslamcılar-Komünistler”in üçlü seslendirilişini sık sık duymamız değil bu hisse neden olan. İç savaşa doğru hızla sürüklenen bir ülke gerçekliği karşısında yaşanan panik ve ardından gelen darbeyle birlikte, aynı filmi, benzeri süreçleri yaşayan ülkelerin izlemek zorunda kalması bu hisse katkı sunuyor. Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’da altını çizdiği, Doğu toplumları bireylerinin, hiç büyümeyip, hep çocuk kalmış zihinsel-ruhsal halleriyle, Endenozya toplumu arasında ironik bir ilişki bulunuyor. Endenozya’nın kaderiyle ortaklığımızın en büyük parçalarından birini de burası oluşturuyor. “Endenozya tarihinin trajedisi, sürüp giden sömürü modeli, yitik yaşamlar ve heba edilmiş fırsatlar”la keskinleşiyor.

 

Kentlere doğru kaymak

 

Aynı kader hattında olmamızın bu acıyı daha da keskin kılması bir yana, kendimizle yüzleşmemiz gerektiği uyarısı da alttan alta işliyor. Aslında “kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit” gibi bir dokunuşu var metnin. Bunda ise Vickers’in büyük payı olduğunu söylemeye gerek yok. Aslında, yirminci yüzyılın siyasal, sosyal çözümlemesinin bir alt metin olduğu çalışma; duygu, yanılma, bilinç, zaaf, sorumluluk gibi daha da eklenecek insanın tüm süreçlerini eksen alarak, bir temel oluşturuyor. Ama Vickers bunu, Pramoedya Ananta Toer’la sağlıyor. Endonazya’daki mücadeleyle özdeşleşmiş Pramoedya Ananta Toer’in metne hakim olması aslında bizi şaşırtmıyor. Zira Ananta Toer, yirmi yıl hapis yatıp, on üç yılını da ev hapsinde geçiren biri olarak Endenozya’nın canlı tanıklığını yapıyor. Hapiste olduğu sürece sürekli yazan Toer, aynı zamanda belleksizliğe mahkum edilen halkın belleği işlevini de görüyor. En önemlisi de, Vickers çalışmasına kattığı seslerle, metinler arasındaki tüm sınırları kaldırıyor. Böylelikle,  Komünislerden İslamcılara, birçok okuyucu türüne  hitap ediyor. Bir halkın çoklu sesinin duyulduğu metinde, toplumun kırsaldan kentlere doğru kayan hareketi, değişen alışkanlıkları, zulme uğraması, yaşam mücadelesi, açlığa mahkum edilişi ve tüm bunlarla birlikte şekillenen sanat, edebiyat ve kültürü temel alınıyor.

 

Kültürel-dilsel guruplar

 

Kitap, Sömürülen Toprağımız, Kırsalın Kültürleri, Sömürge Mekanizmasına Saldırmak, Devrim, Atom Çağında Yaşamak, Eski Düzenden Yenisine, Mutlu Diyarda Terör ve Kalkınma, Küreselleşme Çağı, Kriz Çağı gibi sekiz bölümden oluşuyor. Her bir bölümü oluşturan ana başlıkları ise diğer alt başlıklar takip ediyor. Belirtmekte yarar var, anlatılan süreçlerin öznesi olan Endenozya, 1945 öncesine kadar dünyada gözükmüyor. “Ekvator çevresine yayılmış, Hollandalıların Doğu Hint Adaları dedikleri bir adalar topluluğu” olarak biliniyor. Bugün ise Endenozya, “mevcut hükümetin hesaplarına göre 220 milyonluk nüfusuyla, dünyanın dördüncü büyük ülkesi” olarak haritada yerini alıyor. “Ekvator boyunca dizilmiş, bazıları kumluk sığlıklardan başka bir şey olmayan, bazılarıysa, Cava ve Sumatra gibi, büyük ve yoğun nüfuslu 19.000 adadan, 200’ü aşkın belli başlı kültürel ve dilsel gruplar”dan oluşuyor. Endenozya’nın bugün, siyasi şiddet, uluslararası terörizm ve yolsuzlukla anılmak istenmesinin altında ise bilindik nedenler yatıyor. Diğer bir yandan da, bir İslam devleti olmayan Endenozya, “dini hoşgörü açısından uzun bir tarihe sahip bulunuyor.”

 

Yerlilerin spiritüalizmi kaderi yönetiyor

 

Hinduizm ve Budizm, onbeşinci yüzyılda, İslamiyet’i kabul etmeden önce Endenozya’nın başlıca dinleri olarak dikkat çekiyor. Takımadalardaki, Protestan, Katolik, sinagog ve Çin tapınakların varlığı da, onun kültürel zenginliğinin önemli bir göstergesi anlamına geliyor. Bu yüzden “modern Endonozya tarihini anlatmak zor” oluyor. Çokça başvurulan, devlet kahramanlarının ve büyük olayların tarihleri ise, sıradan Endenozyalılar’ın yaşadıklarıyla ilgili hiç bir şey söylemiyor. “Endenozya trajedi ile farsın, gelenek ile modernitenin iç içe girdiği bir yerdir” diyen Vickers, Endenozya’nın tarihini 1870’lerden, 2004’e kadar kronolojik olarak takip ediyor. Ama asıl olarak sıradan Endenozyalılar’ın yaşadıklarını merkeze oturtuyor. Zira kronolojinin büyük resmi bir şey göstermiyor. Pramoedya Ananta Toer’ın baskın ses olduğu metinde, insanların acı çığlıkları tarihsel dönüşümlere işaret ediyor.

Aslında daha başından itibaren sömürgecilerine karşı itirazlarını başlatan bir halkı gösteriyor Vicker. Zira “Hollandalılar, Brotodiningrat gibi naipleri ve kraliyet topraklarını teslim almaya giriştiklerinde, sömürge düzenine kafa tutan tuhaf mistik hareketlerle ilgili raporları topluyor.”  İsyancılar ise,  günlük ruhani pratiğin boyutlarını arttırarak kendilerini bir anlamda koruma altına alıyor. Böylelikle, “kendilerini kaderin ellerine bırakmış insanlar açısından dış güçleri kontrol altında” tutuyorlar. Zira “yerlilerin spiritüalizmi kaderi daha yönetilebilir kılmayı” amaçlıyor.

 

Şiddet kültürünün kökleri

 

Bindokuzyüzlü yılların başlarında yavaş da olsa gelişmeye başlayan milliyetçi hareket, içinde sınıfsal, anti-emperyalist özler de biriktiriyor. “Kendisini devrime adamış genç bir adam olan Pramoedya’ya göre mücadelenin ilk aşamalarında yaşandığı üzre Endonezyalıların Endonezyalılara yönelik şiddeti gerçeküstü bir gizem” gibi gözüküyor. Ancak şiddet kültürünün kökleri, “Hollana yönetimi altındayken kırsal bölgeleri parçalayan ve yirminci yüzyılın ikinci yarısında korkunç bir devamlılıkla tekrar patlak verecek olan derin ihtilaflarda” yatıyor.  Uzun mücadeleler sonucu 1949 Aralık’ında, Hollandalılar’ın egemenliği Endenozya’ya devretmeyi kabul ettiği görülüyor. Ancak ülke bir türlü birleşemiyor.  Milliyetçiler, Hollandalılara karşı verilen ortak mücadele mitinden bir türlü sıyrılamazken, “Japon işgalinden ve Devrimden kalan bölünmüşlük mirası bu milliyetçi mitinin üstesinden gelemeyeceği kadar” derin oluyor. Ulus –devlet inşa etmeyle yüzyüze kalan Endenozyalılarla, yoksulların yaşamının iyileştirilmesi için bir şey yapılıp yapılmayacağı sorusunu soran Endenozyalılar karşı karşıya geliyor. Sonra? Sonrasında ise Türkiye toplumlarının da deneyimlediği bir süreç başlıyor. Darbenin yok ettiği binlerce komünist ve ardından da yükselen İslam...

 

Komünistlerden İslamcılara
Bir 20. Yüzyıl Tarihi : Endenozya
Adrian Vickers
Çev: Atilla Tuygan
Ayrıntı Yayınları
2013. s, 327

Yazarın Diğer Yazıları

Çok Narin yerlerde geziniyoruz şimdi!

Narin en güvenli, en kutsal sayılan (aile) yerde yok edilmişse, biz de en güvenmemiz gereken yerde yaşamak ya da yok olmak gibi iki keskin durumla baş başa kaldığımız gerçeğini daha iyi anlamış olacağız

Bu nasıl bir enerji ve aynı zamanda da bir sinerji!

Sürreal bir filmle karşı karşıya olduğunu sanabilir izleyenler, zihin yanılabilir bunca akıl sır ere(meye)cek durumlar(lar) karşısında

Yine de şehre yeni bir film gelebilir ama gülümseme!

Kurbanlar ve katiller gibi iki kutupsal nesnenin hâkim olduğu bu tek boyutlu hikayelerde, mekansal boyut da yok denecek kadar az. Öyle ki bir oda, bir sokak ya da boş bir arazide başlayıp; bir cezaevi ve bir mezarlıkta son buluyor

"
"