22 Haziran 2014

Çocukluğun adı: Berkin Elvan’dı…

Bir Berkin Elvan kitabı olan Haziran’da Bir Fidan; masal, öykü, anlatı ve desenlerle çocukluğu anlatıyor

Gezi direnişi, ardında Berkin Elvan’la simgeleşen çocukluğu bıraktı. İstanbul Okmeydanı’nda henüz on dördünde bir çocuk, sabahın erken saatlerinde ekmek almak için evden çıktı, ekmek alacağı fırına tam yaklaşmıştı ya da fırının uzağındaydı. Mahalle robokoplarla, TOMA’larla sarılmıştı. Aylardan Haziran’dı. Çocuğun adı Berkin Elvan’dı. Devlet, ekmek almak için evinden çıkan o çocuğun tam alnının ortasına nişan alarak, gaz fişeğini hedefine fırlattı. Dünyanın bütün ekmekleri, fırınları da o an gaz fişeğinin çocuğa ulaşmaması için harekete geçtiler. Ama yetişemediler.

Ekmekler savaş için değil, yaşatmak için var olduklarından savaşın kurnazlığını, çabukluğunu, hainliğini bilemediklerinden, devletin önüne geçemediler. Ama çocuk, tam iki yüz altmış gün ölüme meydan okuyarak, ekmeklerin ve yaşamın gücünün ölümden daha üstün olduğunu kanıtladı. İsteseydi daha uzun süre de bunu sürdürmeye devam edebilirdi. Biraz yorulmuştu, gitmek istedi. Son sözü karanlık değil, yaşam söyledi. Ve halen söylemeye devam ediyor.

“Umudun çocuğu” Berkin Elvan, on beş yaşını doldurduktan sonra gitmiş ama veda etmemişti. Zira çocukluğun ölmesi demek, hayatın tümüyle karanlığa kesilmesi demek olduğundan çocukluğun yaşamsallığını hayatı güzel kılmak için yola çıkanlara bir kılavuz niteliğinde hediye etmişti.

 

Gezi direnişinden tüm direnişlere…

 

Levent Turhan Gümüş’ün derlediği Haziran’da Bir Fidan, Berkin’in insanlığın hafızasına sunduğu hediyelerden sadece biri. İnsanlığın olmazsa olmazı, üstüne inşa olduğu bir temeli, çocukluğu anlatıyor. Zira bütün yaşam, sevinç, masumiyet, eşitlik, kardeşlik, sevgi, umut… hep ondan besleniyor. Bu yüzden de bir Berkin Elvan kitabı olan Haziran’da Bir Fidan, kapsadığı öykü, masal, anlatılar ve desenlerle Berkin’in anısının yanı sıra, Gezi direnişiyle birlikte tüm direnişlere, direnişçilere atıfta bulunuyor.

Öykülerin, masalların içine dalındığında ise, fiziksel, ruhsal, duygusal, zihinsel… öldürülen tüm çocukluk ve çocuklar geri geliyor. Böylelikle de, devletlerin, iktidarların, rekabetin, sermayenin dünyanın bütün yüzeyini kara bir bulut gibi saran, ölümle özdeşleşen varlıkları daha bir görünür hale gelmiyor sadece, nasıl yok edilmeleri gerektiğine dair de bir pencere açılıyor.

Masallardan, öykülerden oluşan yazılar, çıkarlarına ters düşülmediği durumlarda zehrini sırıtık boyayla maskeleyen devlet ve sermayenin, en ufak bir diklenme karşısında önüne ne çıkarsa ezip geçtiğini bir kez daha hatırlamanızda yarar var diyor. Aksi taktirde; misketler, uçurtmalar, oyuncaklar… iktidarların saldırıları karşısında çabucak toz duman olabiliyor. Denilebilir ki, karanlığın diğer bir adı sermayeyle bütünleşmiş iktidar yapıları en çok da buralara saldırıyor. Zira ilk anda yok olanın çocukluk olduğu iyi biliniyor. Sonra da arkası, intikam, nefret, saldırı, top, tüfek şeklinde geliyor.

 

Güvenpark’ta bir zürafa

 

Berkin Elvan’ın, iki yüz altmış dokuz gün -alnına nişan alınan fişeğe rağmen- direnerek, çocukluğunuzu bilinçle sarmalayarak koruyun dediğini herkes biliyor. Zira varoşlarda, sokaklarda, kapı önlerinde, kaldırımlarda çocukların öldürülmemesi için çocukluğun kurşun, fişek geçirmez zırhlarla örtülmesi gerekiyor. Belli mi olur, karanlığın sahipleri bir gün, evlerin içine girme cüretini göstererek, çocukluğu önce annelerin kucağından almayla işe başlayabilirler. Tıpkı, “Güvenparkta” oyuncak zürafayı gözüne kestirerek, onu izinsiz alan bir çocuğun sille tokat, ayaklar altında çiğnenmesi gibi. “Oyuncakların içine daldığını, zürafayı boynundan yakalayıp aldığını, bir eliyle de bilye torbasını kaptığını biliyor. Bir de hayal meyal parkın kapısına koştuğunu anımsıyor. Sonra zorla, yerlerde yuvarlaya yuvarlaya, döverek, elinden zürafayı almaya çalıştıklarını, kenetlenmiş elinin bir türlü açılmadığını, zürafanın boynunun koptuğunu, bilyelerin yere tozların içine yuvarlandıklarını anımsıyor. Polislerin parlayan yıldızları…”

Devlet sadece Berkin Elvan’lara Okmeydanı’nda değil, her yerde pusu kuruyor. Şeymus Diken bu pusuları şöyle kaydediyor: “Demişimdir her daim: “Ne zaman ki sadece kendi çocuğumuzu değil, başkalarının çocuğunu da sever, başlarını okşar, hatta hiç tanımadığınız/tanıştığınız çocukların çektiği acılara da yüreğiniz yanarsa işte o zaman insan yanınız sizi ele verir. Sizi vicdanınızla yüzleştirir.

 

On bir, on üç, on beş, on yedi yaşlarındaydılar…

 

Bir Kürt çocuğu Mazlum’un annesiyle bildiği dilde, Kürtçe sohbet ederken, ‘Okuyamıyorum. Sadece harfleri zorlanarak bir araya getirmeye çalışıyorum. Onu da pek beceremiyorum. Haberleri televizyonda seyrederken altyazı veriyorlar. Ben harfleri kovalıyorum, harfler hızla kaçıyor, harflere yetişemiyorum, sonra da vazgeçiyorum’ diyor.

Bir başka Kürt çocuğu Hebun’un babası Arif’le konuşuyorum. Bedeni konuştuğunuz dünyada ama aklı yüreği oğlunun yanında; ‘Ne yapar ne ederler belki açtırlar şimdi. Çocuk bunlar, çocuklara bunca eziyet niye’ diye soruyor…

Bir Kürt kız çocuğu Özlem’i Roboski’de tanıdım. Felaketi yaşadıkları gün, çalınan bir davulun gerilmiş derisi gibi titremişti Roboski! ‘Eniştemle ablam nişanlıydılar, evlilik hazırlığı yapıyorlardı. Eniştemi sınırda uçaktan atılan bombalarla parçalayıp öldürdüler. Cesedini kaçağa gittiği katırın sırtında taşıyıp köye getirdi köylülerimiz. Ablamın çeyizi sandıkta kaldı. Bize bomba yağdıranlara karşı elimizde sıktığımız taşlardır işte silahımız ve öfkemiz.’

Hepsi de Berkin’in yaşıtlarıydılar. Yani egemen tabiriyle hapsedilecek, hükmedilecek, infazları kesilecek, hatta öldürülecek yaştaydılar. On bir, on üç, on dört, on beş, on yedi ve diğer yaşlarda…”

Bir başka tanıdık ses “güzel sözler söylemek istiyorum, umutlu sözler” diyerek şöyle devam ediyor; “açık yaralara inat, ölümü beklerken hırçınlaşan saatin sesine, parça parça yere saçılmış göğlere, bir çocuğa tabut çivilemenin utancına, taze mezar kokusuna inat… güzel sözler… oyunlarını bölüp eve koşan acıkmış çocuklar, salça sürülmüş beyaz ekmek, simitle beslenen sokak köpekleri, hayaller… hepsini gömdünüz, bir avuç kalmış bir çocuğun bir avuç mezarında fesleğen kokmasın, yasemin açmasın, zeytin meyve vermesin, artık güzel değiller. Umutlu sözler söylemek istiyorum, ama gelmiyor elimden…”

Ancak, tüm bunlara rağmen, güce sırtını dayamış zorbalığın çocukluğu hedefine aldığı andan itibaren sonunu da ilan etmiş olduğunun altını kalınca çizmek gerekiyor. Zira çocukluk herkese lazım.

HAZİRAN’DA BİR FİDAN

Berkin İçin…

Der: Levent Turhan Gümüş

Ayrıntı Yay: 2014. S, 

Yazarın Diğer Yazıları

Son düşünce kırıntısı da silinene kadar, herkes etki ajanı olabilir!

İlk kez trollerin terminolojisinden yıllar önce avlanan kişilere yakıştırılan bu şey, yıllar sonra devletin diline dahil olarak somut bir gerçekliğe nasıl dönüşüyor?

Edebiyat sosyetesi, baskıcı iktidar(lar) ve arzunun halleri…

Arzunun ta kendisinin kitap halindeki tasarımcılarıyla karşı karşıyayız. Ve onlar büyümüş bir kibirle nesnelerini piyasaya sürerken "iktidarsız öfke"leri körükleyip, celladıyla kurbanı arasındaki ilişki misali, çift taraflı ulaşılamazlık yanılsaması yaratıyorlar

Trajik kötülük varsa, Thomas Sankara da var!

İçimizden birkaç Thomas Sankara çıksaydı bütün bunları yaşar mıydık?