Yıl 1942, küçük bir kız ailesiyle birlikte kaldıkları evin gizli bir bölümünde günlük tutuyor. Naziler affetmiyor, ne kadar Yahudi varsa öldürmek için toplama kamplarına gönderiyor. Yakalandığı anda infaz edilenler de var. On üç yaşındaki Anne Frank, tam iki yıl anne, babası ve kardeşleriyle birlikte saklandıkları delikte günlük tutuyor.
“Almanların egemenliğiyle biz Yahudiler için sıkıntılar başladı. Yahudi kanunları birbirlerini izledi ve özgürlüğümüz epey kısıtlandı. Yahudi Davut yıldızı taşımak zorundalar, Yahudiler bisikletlerini teslim etmeliler, Yahudiler tramvaya binemezler, Yahudiler bir arabaya binemezler, sadece öğleden sonra üç ile beş arası alışveriş yapabilirler, akşam sekizden sabah altıya kadar sokağa çıkamazlar, tiyatro, sinema, eğlence yerlerine ve spor salonlarına gidemezler…”
Burada Frank’ın, Yahudileri toplama kamplarına götüren ilk adımlarının ne şekilde atıldığının güçlü tespitini yaptığının farkında olup olmadığını bilmiyoruz. Ama öldürülme korkusuyla bir delikte iki yıl saklanmanın nasıl yakıcı bir şey olduğunu anlayabiliyoruz. Yaşama güdüsü ve kutsal hakkı elinden alınmayla tehdit edilen insanların ortak duygularını dile getirircesine, “öldükten sonra da yaşamaya devam etmek istiyorum” diyor Anne Frank. Bunu günlüğüne not düşerken daha on üç yaşında.
Nazilerin zulmünden, Tim’lerin zulmüne…
Aradan kaç yıl geçti? Yetmiş küsur yıl mı? Anne Frank’ın günlüklerini okurken, herkesin çok duygulanıp, Nazilerin zulmüne lanet okuduğundan kuşku duymuyoruz. Yıl şimdi 2015, tıpkı Anne Frank gibi öldürülme korkusuyla yaşayan çok yakınımızda her yaştan çocuklar var. Onlar da aileleriyle birlikte günlerdir sığınaklarda yaşıyorlar. Onlardan kırk dört tanesi abluka altına alındıkları süreç içinde vuruldu. Vurulanların içinde sıfır yaşında olanlar da var. Daha dünyaya merhaba demeden özel tim ya da kendilerini “Esadullah Timi” diye tanıtan kişiler tarafından annesinin karnında hayata veda etti. Bu arada, Naziler’in anne karnında sıfır yaşındaki bir çocuğu nasıl vurduklarını bilmiyoruz. Anne Frank bunu görseydi günlüğüne devam eder miydi? bunu da bilmiyoruz.
Ancak bütün bunları gördüğü halde günlüğüne not düşen biri var; Elif Akboğa. Anne Frank’ı tanımıyor muhtemelen. Ama Frank’la aynı duyguları, aynı korkuyu, aynı yaşama dürtüsünü duyuyor. Nasıl ki Anne Frank Yahudi olduğu için yaşamının önünün kesildiğine bir anlam veremiyorsa, Elif Akboğa da Kürt olduğu için veremiyor.
Tankların kovaladığı çocuklar
“Şu anda silah sesleri geliyor, silah sesleri yoğunlaşınca eve kaçıyoruz, tanklar gidince yine sokağa gidip, ses çıkarma eylemi yapıyoruz. Bence biz haklıyız. Biliyorum bir gün sesimiz duyulacak...” diyor. İlkokul dördüncü sınıf öğrencisi olan Elif, diğer akranları gibi okuldan sığınaklara niye kovulduklarını anlamak zorunda değil. Daha dün öğretmeninden yeni şeyler öğrenip, oynayıp, acıkırken şimdi kendisini kovalayan tanklardan kaçıyor, öldürülenlerin çetelesini tutuyor. Anne Frank kadar şanslı değil. En azından Frank saklandıkları yerde iki yıl boyunca Elif’in görerek yaşadıklarından uzak duruyor. Frank öldükten sonra da yaşamayı dileyecek kadar hayatı kutsarken Elif, “defterime her gün ölümleri yazıyorum” diye not düşüyor.
Başlarına türlü sıfatlar eklenmiş “tim”ler tarafından vurulan çocukların şimdilik sözcüsü durumunda Elif. Anne Frank’ın endişeleriyle, korkularıyla doksan-yüz yaşında. Boyundan, yaşından büyük laflar etmiyor; “ eğer kim bize saldırıyorsa Allah onların belasını versin. Bence biz haklıyız, büyüyünce haklı olduğumuzu herkese söyleyeceğim. Buradan batıdaki çocuklara sesleniyorum; Nusaybin'de okullar yakılıyor, dersler yok. Bu sabah ben okuldayken anonslar yapıldı, sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Hemen dersi yarıda bırakıp eve doğru koştuk, son anda eve yetiştim, yetişemeseydim ölürdüm. Okulumuz artık yok, bu yıl okuyamadık, ama siz bol bol okuyun ve güzel bir dünya yaratın. Bizi sakın ama sakın unutmayın, Çünkü biz sizi unutmayacağız, eğer biz daha önce güzel bir dünya yaratırsak sizi unutmayacağız” diyor.
Bekletilerek ailelerinin almasına izin verilmeyen çocuk cesetleri yatıyor Nusaybin, Sur sokaklarının orta yerinde. Bunu Elif biliyor ama Anne Frank iyi ki de bilmiyor. Bilseydi günlüğüne devam eder miydi? Hayatı kutsayıp, öldükten sonra da yaşamayı diler miydi? Frank, günlüklerine yazdıklarıyla tüm dünyaya bir çocuğun gözünden zulmü anlattı. Onu tanıyanlar ırkçılığı, savaşı, şiddetti, zulmü bin kez lanetlediler. Frank’ın günlüklerinin üzerinden kaç tane on yıl geçti. Şimdi 2015’in son ayındayız, yaşadığımız ülkede çocuklar kapılarının önüne çıktığı anda, sokak ortalarında öldürülüyorlar. Elif Akboğa tüm çocuklar adına günlüklerinde yaşam çığlığı atıp, her gün ölenlerin çetelesini tutarken; biz hassasiyetimizi yetmiş, seksen yıl gerilerde yaşananlar da mı saklayacağız? Elif ve diğerleri Anne Frank’a duyduğumuz yakınlığı hak etmiyor mu yoksa?