24 Kasım 2013

' Egemen sinema dünyasının istediği şekilde film yapmıyorum'

Filistinli yönetmen Rashid Mashawi, Batı sinemasının karşısına, Ortadoğulu insanların hikayelerini anlattığı filmleriyle çıkıyor

Temasını Doğu’yla Batı’nın buluşması üzerine kuran Malatya Uluslararası Film Festivali’nin bu yıl (15-21 Kasım), dördüncüsü düzenlendi. 1962’de Gazze Şeridi’ndeki Şati mülteci kampında dünyaya gelen Rashid Masharawi, festivalin onur ödülüne değer görülen isimleri arasındaydı. 1993’te çektiği ilk filmi “Curfew” ile Cannes Film Festivali’nde UNESCO Ödülü’nü alan Masharawi,  ikinci filmi “Haifa”nın (1996) prömiyerini Cannes Film Festivali’nde yaptı. Roma, Barselona, Kudüs, Mısır ve Tunus gibi pek çok film festivalinde ödüller kazandı.

Masharawi’nin kendine has bir sinema anlayışı var. Bu anlayış da onu dünya sinemasında önemli bir yere taşıyor. Zira Masharawi, filmlerinde evrensel temaları öne çıkarıyor. Masharawi’nin doğduğu, büyüdüğü Filistin Mülteci Kampları filmlerinin ana izleğini oluşturuyor. Ama kolaylıkla popülerleştirilecek ya da politikaya malzeme olacak durumlardan kaçındığını da özellikle belirtiyor. Kendisini zaten siyasi-sosyal sorunların içinde doğan biri olarak gördüğünü söyleyen yönetmen, filmlerinin Filistin’in içinde bulunduğu şartlardan bağımsız olamayacağının altını çiziyor.

Masharawi filmlerinde, sadece Filistin değil, Suriye, Mısır, Ürdün, Irak, İran, İsrail gibi tüm Ortadoğu insanının hikayelerini anlatıyor. Yalnız, Filistin’in, genel olarak da Ortadoğu’nun geçmişte ve şimdi içinde bulunduğu sorunlara yönelik kendisine yöneltilen politik sorulara ise tereddütsüz ve kesin yanıtlar veriyor. Örneğin,Türkiye’nin Filistin’e yaptığı yardım için “insani yardım altında yapılan bu destek, insani ve samimi bir yardım değil, politik bir destektir. Yardımla alakası yoktur” diyor. Masharawi’nin sinemaya bakışı çok net; doğup büyüdüğü toprakların ve tüm Ortadoğu insanın ruhunu, hikayelerini filmleri aracılığıyla görünür kılmak istiyor. “Benim filmlerim, içimdekilerin dışavurumudur” diyerek kendi sinema anlayışının tarifini yapıyor. Masharawi’yle, Filistinli yönetmen olarak sinema dünyasına bulunduğu yeri ve filmlerini konuştuk.

-Mülteci kamplarında başlayan yolculuğunuz sinemayla nasıl buluştu?

Oradan kaçarak( gülüyor). Ben Gazze’den on dört yaşında ayrıldım. Ordan kaçmam gerektiğini -tabii bugünün düşüncesiyle böyle ifade ediyorum- hissettim. Ben mülteci kamplarında büyüdüm. Okula gitmedim, formel bir eğitim almadım. Sinemaya ilk adımım da resimle oldu. Resim benim için oradan, yoksunluklardan kaçma yoluydu. Hiç bulunmadığım, görmediğim yerleri hayalimde canlandırıyor, manzaralarını çiziyordum. Resimlerim kampın her tarafını, evlerin, kahvelerin duvarlarını süslüyordu. Ama kağıt alacak param olmadığından, yaptığım resimleri isteyip, yeni şeyler çizeceğimi belirterek geri alıyordum. Onları tekrar çizip boyuyordum.

-Mülteci kampları nasıl bir yerdi? Üzerinizdeki etkisi çok büyük gibi gözüküyor…

Mülteci kampları bütün olanaksızlıkların bir araya geldiği bir yerdir. Hiçbir şeyi kendiniz seçemezsiniz. Giysilerinizi, yiyeceklerinizi size yardım kuruluşları verirler. Yani seçme şansızınız yoktur. Mümkün olan ne ise onunla yetinebilirsiniz ancak. Ben bu yoksunluklar içinde çocukluğumu geçirdim. Örneğin, yemeklerimizi toplu olarak dağıtıldığından, ev yemeği nedir, bunun özlemi nedir bilmem.

 

Sinemanın dünyayı değiştireceğine inanmıyorum

 

-Yaşadığınız olanaksızlıkların sizin üzerinizde olumlu etkisi olmuş, yaratıcılığınıza katkıda bulunmuş gibi gözüküyor…

Yoksulluğun benim üzerinde olumlu bir etkisi oldu evet. Bu yüzden bugün iyi şeyler yapıyorum. Ama bu kişiliğe bağlı bir şey. Yani tamamiyle benim kişiliğimle alakalı. Genelde yoksulluğun sonuçları ağır ve olumsuz olur. Kamplardaki nüfusun yüzde yetmişinin çocuk olduklarını düşünürsek, onlar üzerindeki etkilerinin aynı olduğunu söyleyemeyiz. Ama benim kişiliğim içine doğdum kabusu, yoksulluğu kabul etmiyordu. Bu yüzden, bütün olumsuzlukları bir şeyler yaparak aşmaya çalışıyordum. Resim yaparak içinde bulunduğum koşullardan sıyrılıyordum.

-Sinema sizin için ne ifade ediyor?

Sinema belki barış için iyidir. Sorunları göstermek için iyidir. Ama benim için öyle değil. Sinema benim için sıkıntılarımı dışa vurduğum bir yoldur diyebilirim. Bu yolla sıkıntılarımı, içimdekileri dışa vuruyorum. Ben sinemanın dünyayı değiştireceğine inanmıyorum. Sinemayla bir alan yaratırsınız ve o alanın içinde yaşarsınız. Yarattığınız o yeri ise kimse işgal edemez artık. Ve bundan da kesinlikle eminsinizdir.

-Bu alanı edebiyatla yaratmayı düşündüğünüz oldu mu?

Sinemada bir çok düzeyde yazarlık var zaten. Kurguda yazarlık var, senaryoda yazarlık var. Bir hikaye anlatırken mekanı tasvir ediyorsun. Bu anlamda edebiyatla yakın görüyorum evet. Ama sinemada görüntüyü de işin içine katıyorsunuz. Mülteci kamplarında yaşayanların gözleri hep dışardadır.  Daha iyi yaşamlarda, daha iyi yerlerdedir. Buna bağlı olarak ‘kalbimiz başka yerlerde’ diye roman yazacak olsam, kafamda canlandırdığım bu görüntüyü en fazla üç sayfada anlatabilirdim. Ama sinemada öyle değil. Görüntüyü, mekanı yazıyorum. Görselliğin etkisini yazıdan daha güçlü buluyorum.

 

Yeni filmimin adı Gazze D.C. olacak

 

-Yönetmenliğinizin başlangıcından bugüne, kendinizde ne gibi farklılıklar gözlemlediniz?

Sinemaya ilk başladığım günlerde çok daha iyiydim. Çünkü daha gençtim. Ama sorun gençlikte değil naiflikte. Yani daha naiftim. Yıllar geçtikçe birçok şey öğrendim. Ekonomiyi, sosyal yaşamı, beklentilere cevap vermeyi öğrendim. Ama öğrendikçe de bozuldum. Bunlar hep büyüdükçe öğrendiğimiz şeyler ama bu da bozuyor.

-Dünya sinemasıyla kendi sinemanız arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz?

Öncelikle Avrupa ya da Amerikan sineması yapmak gibi bir hedefim olmadığını özellikle belirtmek isterim. Onların kendi sineması var. Ben Ortadoğu sineması yapıyorum.

-Ortadoğu sineması…

Yani şöyle Batı ölçülerinde büyük ses getiren film yapmam ve büyük paralar kazanmam çok kolay. Filistinli ve İsrailli iki kişinin aşkını yapıyorum diye ARTE’ye ya da benzeri şirketlere bir telefon etmem yeter. İsrail’le ortak bir film yapıyoruz diyebilirim, dünya kadar para alırım. Filistin yönetimiyle ilgili konuları film yapmak istiyorum deyince de hemen üstüne atlarlar. Ama ben bunu yapmak istemiyorum. Ben benim bölgemde kullandığım sinema dilini yaymak istiyorum. Onların istediği konularla ilgili film yapmak istemiyorum. Yani dünyanın istediği şekilde film yaparsam hiç sorun olmaz.

-Dünyadaki örneklerden kendinizi hangi sinemaya yakın buluyorsunuz?

Batı sinemasında eski dönem İtalyan sinemasına daha yakın buluyorum kendimi.

-Son soru, yeni film projeniz nedir, ya da olacak mı?

Evet, 2015’in 14 Eylül’ünden itibaren bir Gazze filmine başlayacağım. Adı da Gazze D.C. olacak.

-Gazze D.C.?

Washington D.C. var ya (gülüyor). Gazze D.C. olacak bundan sonraki filmimin adı.

Yanıtlarınız için teşekkürler…

 

Yazarın Diğer Yazıları

Çok Narin yerlerde geziniyoruz şimdi!

Narin en güvenli, en kutsal sayılan (aile) yerde yok edilmişse, biz de en güvenmemiz gereken yerde yaşamak ya da yok olmak gibi iki keskin durumla baş başa kaldığımız gerçeğini daha iyi anlamış olacağız

Bu nasıl bir enerji ve aynı zamanda da bir sinerji!

Sürreal bir filmle karşı karşıya olduğunu sanabilir izleyenler, zihin yanılabilir bunca akıl sır ere(meye)cek durumlar(lar) karşısında

Yine de şehre yeni bir film gelebilir ama gülümseme!

Kurbanlar ve katiller gibi iki kutupsal nesnenin hâkim olduğu bu tek boyutlu hikayelerde, mekansal boyut da yok denecek kadar az. Öyle ki bir oda, bir sokak ya da boş bir arazide başlayıp; bir cezaevi ve bir mezarlıkta son buluyor

"
"