14 Haziran 2020

Köpeğe dokunmaktan korkan çocuk

Şahit olduğumuz şey trajikomik bir şeydi ama çocuk tüm kalbiyle köpeğe dokunduğunda, içine doğmuş olduğu inancı kirleteceğine üstelik bir de başka bir dine geçeceğine inandırılmıştı. Böyle küçücük bir beyni nasıl zehirleyebilirlerdi?

Dünyanın en büyük adalarından biri Borneo'nun Malezya'ya ait iki eyaletinden biri olan Sabah'a geleli dört ay olmuştu. Sabah'ın kırsal kasabalarından birisi olan Kota Marudu'ya çok ta uzak olmayan bir köyde, çok eski zamanlarda Filipinlerden gelen ve kendilerine Bajau diyen, genlerinde korsanlık olan bir ahalinin arasında oturmaya başlamıştık. Bajau'ların hemen hemen tamamı kendilerini Müslüman ve Maley olarak tanımlıyor. Adaya gelmeden önce Borneo'nun zengin etnik kültürüyle ilgili birkaç kitap okumuştum ama geldiğimizden beri bu küçücük kasabada bile Hindistanlı müslümanlar ve hindular, Çin göçmeni budistler ve taoistler, ve Sabahın yerlilerinden, Kadazan-Dusun ahalisinin renkli dilleri ve etnik inançlarıyla karşılaşmak beni yine de şaşırtmıştı. Filipin göçmeni bu halkın kendilerini Maley olarak görmelerinin pozitif bir ayrımcılık olduğunu, bu küçük kasabaya biraz daha alıştıktan sonra anlayacaktım.

Bu Bajau köyündeki, eve yerleşir yerleşmez yan komşumuzun küçük oğlunun ilgisine mahsar olduk. Başta bu hoşuma gitti. 'Ehh sana hayranlık gösteren karşı cinsin yaşı sen yaşlandıkça küçülüyor' diye serzenişte bulundu içimden bir ses. Bu oğlanın ilgisi öyle bir ilgiydi ki bizimle ilgili her şeyi öğrenmek istiyordu. Nereden geldiğimiz, nasıl yaşadığımız, ne yediğimiz, evde bizimle birlikte yaşayan hayvanlarımıza nasıl davrandığımız…

Adı Halil'di, sekiz yaşında akıllı ve meraklı bir çocuktu. Babasının söylemesine göre sadece çizgi film izleyerek İngilizceyi öğrenmişti ve ana dili gibi kusursuz konuşuyordu. Başta annesi ve babası Halil'in bize olan merakını hoş karşılayıp, çat kapı ziyaret etmesine ses çıkarmadılar. Biz de bir süre sonra Halil'in sessizce gidip gelmesine alışmakla birlikte rahatsızlık da hissettik.

Bir fare gibi sessizdi Halil. Bazen ya bir şeyler yazarken, okurken ya da mutfakta yemek yapmaya dalmışken, Halil'in geldiğini ancak başımı çevirdiğimde onu tam yanı başımda bulduğumda anlıyordum. Yatak odasında da kaçış yoktu Halil'den. Bir gün banyodan çıkmış üstümdeki havluyu tam atmak üzereyken Halil'i yatak odasına çıkan merdivenlerin başına oturmuş evin kedisi marmelat kucağında sakin sessiz beni izlerken gördüğümde, gırtlağıma kadar gelen çığlığı bastırıp 'Halil içeriye girmeden önce kapıyı çal olur mu' demiştim de o bunun üstünde bile durmayıp dalgın dalgın Marmelatı okşamaya devam etmişti. Madem onu engelleyemeyecektim, bir süre sonra onun gelişlerini oyuna dönüştürmeye karar verdim. Halil gelir gelmez ne yapıyorsam bırakıp onun seveceği bir şey yapacaktık. Bu çoğunlukla ya televizyonda bir çizgi film ya da tahta bloklardan en yüksek kaleyi yapma oyunu yap-boz oluyordu ve genelde o kazanıyordu. Kazandığında da ev onun zafer çığlıklarıyla yankılanıyordu. Haftada birkaç saatimi sekiz yaşındaki şirin mi şirin bir oğlan çocuğuyla paylaşmak harikulade bir şeydi.

Günlerden bir gün yoga dersi verdiğim öğretmenlerden biri Halil'in öğretmenini tanıdığını ve çocuğun durmaksızın evlerinde yaşayan 'orang putih'lerden bahseder olduğunu söyledi. Orang putih yerli dilinde 'Beyaz insan ya da yabancı' demek. Sanırım bu yüz yıllar önce adaya gelip talan eden batılı sömürgecileri tanımlamak için kullandıkları bir terim. Ten rengim onların teniyle aynı olsa bile dillerini bilmediğimden ben de Orang putih'likten payıma düşeni alıyordum. Çocuğun okulda çok fazla arkadaşı yoktu ve hem öğretmenlerinin hemde diğer çocukların dikkatini çekmek için çok özel yabancı (orang putih) arkadaşlarını anlatıp duruyordu onlara.

Halil'in bize özellikle benim ne yaptığıma yönelik merakı Yoga dersi verdiğim bir hafta sonundan sonra farklı bir şeye dönüşecekti. Yoga dersine hemen başladıktan sonra nefes egzersizleri sırasındaydık. Sabah'ın diğer bölgelerinden on kişilik bir grup bu hafta sonunu burada köyde bizde geçireceklerdi. Sabahın erken saatlerinde, köyün egzotik kuşları çevremizde cıvıldaşırken biz evin altındaki terasta toplaşmıştık.

Oturduğum yerden Halil'in bahçe kapısını sessizce açıp terasa doğru geldiğini gördüm. Sabahın bu erken saatinde kalkmış, gözlerini ovuşturuyordu. Yoga dersinin ritmini bozmaması için parmağımı dudaklarıma götürüp 'şhhhhh' diye fısıldadım. O ise bununla kani olacak bir çocuk değildi. 'Ne yapıyorduk? Niye herkes yerlerde yatıyorlardı? Niye tuhaf bir şekilde nefes alıp veriyorduk?' 'Egzersiz yapıyoruz Halil, sende katılmak ister misin?' Bana yakın bir yere oturmasını işaret ettim. Halil henüz uykudan yeni uyanmasının sersemliği içindeydi ama şimdiye kadar hiç görmediği şeyler görüyordu. Gördüğü şeylerden rahatsız olmuş gibi bir hali vardı. Bir süre bağdaş kurup yanıbaşımda oturdu, bir elleriyle karınlarını tutup diğer elleriyle göğüslerini bastırıp derin derin nefes alıp veren kadınları izledi. Nefes egzersizlerini bitirip güneş selamlamasına geçtiğimizde Halil bizi bırakıp gitti. İlgisini kaybetmişti, rahatlamıştım. Hafta sonu onu bir daha görmedim.

İki gün sonra akşam yemeğine hazırlanırken Halil fare sesssizliğinde kapıda bitti. 'Yemek yermisin?' diye sordum. Başını iki yana salladı kesin bir şekilde. 'Burada yemek yiyemem, üstelik yediğim şeylerin üstünde 'helal' işaretinin olması gerek' dedi. Şaşkınlıkla gözlerimi açtım 'bu da nereden çıktı' der gibi ama o oralı olmamış gibi gözlerimin içine baktı. Şimdiye kadar ona ikram ettiğim her şeyi kabul eden çocuk birdenbire değişmişti.

Madem yemek yemeyecekti, üstünde 'helal' yazılı içeceklerden meyve suyu ikram ettim. Halil 'helal' işaretini gördüğünden emin olduktan sonra kabul etti meyve suyunu. Bugün nedense düşünceliydi. Bizim yemek yememizi bir süre seyrettikten sonra 'Biliyor musunuz yoga haram' dedi. Ona yoga yaptığımızı söylememiştim. 'Nedenmiş o Halil?' diye sordum, şaşkınlığımı bastırarak.

'İslami değil de ondan', arkasından bu konuda son noktayı koyup 'bana başka soru sorma' der gibi 'İslam okulundaki öğretmenim öyle söyledi' diye de ekledi. İslam okulundaki öğretmenin söylediği tartışılmaz gerçekti bu çocuğa göre. Malezya'da tüm müslüman çocukların okullarından sonraki saatleri İslam okullarında geçirmeleri zorunlu. Resmi dini İslam olan aileler çocuklarını bu İslam okullarına göndermediklerinde devlet tacizinin her türüne maruz kalabiliyorlar.

'Halil okulda egzersiz yapıyor musun?' diye sordum olabildiğince yumuşak bir sesle. Cevabı 'Evet karate öğreniyorum, beni dövmemeleri için' oldu. Halil farklı olduğu için diğer oğlan çocuklarının tacizine maruz kalıyordu okulda. Buna çare bulabilmek için anne ve babası, onu karateye başlatmışlardı. 'Bizim yaptığımız egzersizlerde senin karatede yaptığın hareketlere benziyor. Karate öğretmenin her hareketten önce derin nefes al, hareketi yaparkende nefes ver diye komut vermiyor mu sana?' . 'Evet ama İslam öğretmenim yoga haram dedi. Eğer o öyle dediyse doğrudur.'

'Neden olduğunu açıkladı mı Halil?'

Cevap vermek yerine iki omzunu yukarı çekip meyve suyunu içti. Sonra telaş içinde annesinin ona sadece yarım saat izin verdiğini, eğer geç kalırsa cezalandırılacağını söyleyip geldiği gibi gitti o akşam.

O hafta sonu köydeki öğretmenler için verdiğim bir yoga dersinde yeniden belirdi. Bu kez davranışlarında ilk günkü gibi merak ve şaşkınlıktan öte bizim dikkatimizi dağıtma eğilimi vardı.O gün yogayı hava yağmurlu olduğundan içeride salonda yapıyorduk. Katılanların hepsi kadın öğretmenlerdi. Halil yine çat kapı girmiş aramızda yoga matlarının üstüne basarak dolaşmaya başlamıştı. Elindeki değnekle duvarlara vuruyor, ayaklarıyla pat pat sesler çıkartıyordu. Yaptığımız yoga rütinini değiştirip 'Halil şimdi kartal gibi uçacağız, bize katılmak ister misin?' dedim. Bir an sessiz kalıp bizim ellerimizi olabildiğince iki yana açıp, bir o yana bir bu yana salınışımızı seyretti. Arkasından elindeki değneği hırsla yere savurdu. 'HAYIR' diye bağırdı, sinirlenmişti. Doğruca yanına gittim, 'O zaman bizi rahatsız etmeni istemiyorum'. Gözlerinin içine olabildiğince sert bir biçimde baktım. Al sana güç kavgası dedi içimden bir ses. İlk kez sekiz yaşındaki bir çocuğun meydan okuyan iradesiyle baş etmem gerekecekti. Kolundan sıkıca kavrayıp neredeyse sürükleyerek kapıdan çıkarıp, tekrar girmemesi için kapıyı kilitledim. Cama burnunu dayayıp bir süre bizi izleyen Halil'in bakışları altında rahatsız bir şekilde vücudumuzu bir o yana bir bu yana döndürüp bir süre sonra da onu tamamen unutup o günkü seansı tamamladığımızda Halil'de ortadan kaybolmuştu..

Arkasından kadınlara bu küçük oğlanın geçen hafta sonundan beri değişen hareketinden bahsettim. Onların yorumunu merak ediyordum? İçlerinden mini minnacık çıt kırıldım bir kadın olan Sytiana 'Bilmiyor musun' dedi, çabuk çabuk, oturduğu yerden bana doğru eğildi. 'İki yıl önce islam hocalarından biri yogayı müslümanlara yasakladı. Bak...' eliyle bir resme işaret edermiş gibi diğerlerini gösterdi 'hiç birimiz müslüman değiliz.'

'Peki, şehirdekiler?' diye sordum, 'bildiğim kadarıyla yoga, Malezya'nın büyük şehirlerinde pek yaygın.'

'Şehirlerde müslüman olmakla, kırsalda müslüman olmak arasında fark var, Malezya'da' dedi içlerinden diğeri, 'mesela, kırsalda öğretmenlik yapan bir müslüman öğretmen başını kapatmadığında vay haline ama Kuala Lumpur'da daha farklı. Kırsalda yaşayan müslümanlar hem geleneklerin hem de hükümetin dini politikalarının altında eziliyorlar.'

Halil'i zoraki olarak kapıdan çıkardıktan sonraki birkaç hafta boyunca görmedim. Çocuğun kalbini kırmıştım. Kendimi affettirmek için hem de Halil'e neler olduğunu ailesinden ailesinden öğrenebilmek için, geçenlerde tarifini keşfettiğim elmalı ve bademli turtayı yapıp, kapılarını çalmaya karar verdim. Gönül almak için yemek ve yeni tatlar ikram etmekten daha iyisi olamazdı. Bir öğleden sonrası ağaç direklerin üstüne oturtulmuş evlerinin kapısını çaldım.Kapıyı uykulu gözlerle Halil'in annesi açtı.'Bebeği sallarken bende uykuya dalivermişim' dedi, gözlerini kırpıştırarak. Halil dört kızdan sonra gelen ilk erkek çocuktu. Arkasından bir erkek çocuk daha gelir umuduyla yeniden çocuk yapmışlardı ama son gelende kız olmuştu. Halil ve kız kardeşleri ortada yoktu. 'Din okulundalar' dedi kadın. 'Halil umarım sizi çok rahatsız etmiyordur. Sürekli sizin eve gelmek istiyor' dedi, elimdeki kekten gözünü alamayarak. 'Size getirdim. Elmalı ve bademli kek' Turtanın içine neler girdiğini tüm ayrıntılarıyla anlattıktan sonra eline tutuşturdum. 'Ama Halil'i haftalardır görmüyorum. Merak ettim' diye de ekledim. 'Aaa bu aralar ödevleri var...' diyerek geçiştirdi.

Ondan sonraki akşam Halil ve ablası Mimi bizi ziyarete geldi. Ev halkı tatlıyı çok beğenmişlerdi ve Mimi'yi öğrenmesi için göndermişlerdi. Malzemeleri masanın üstüne çıkardık. Mimi elmanın kabuklarını soyup, tarçın ve şekerle karıştırırken, Halil parmaklarını tereyağı ve una bulayıp tart hamurunun oluşmasına yardım etti. Tartıyı hazırlayıp fırına sürdükten sonra pişmesini beklerken, hep birlikte kelime oyunu oynadık. Çocuk aramızda geçen tatsızlığı unutmuş görünüyordu. Sonraki günlerde Halil'in sevimli ve meraklı halleri yeniden geri gelmişti. Bunu aramızdaki tatsızlığı çözümlediğimize yordum.

Halil bir gün hepimizi şaşkına çevirdi. O gün Sabah'ın başka bir kasabasından Kudat'tan bir arkadaşımız Nathan, yanında küçük köpeğiyle birlikte ziyaretimize gelmişti. Halil'in 'benim otelim' dediği ağaç evimizin altındaki terasta oturuyorduk. Akşamın alacakaranlığı gün boyu hayatı bayıltan nemi ve sıcağı biraz hafifletmişti. Bella, Rus finosu, kahverengi tüylü, sevimli bir köpekti. Birden bahçe kapısında gördüklerinin dehşeti içinde oğlanın çığlığını duyduk. 'Uzaklaştırın o köpeği oradan' diye bağırıyordu, 'bana değerse hıristiyan olurum!!!'

Kulaklarımıza inanamamıştık ama diğer yandan olay bize oldukça komik gelmişti. Halil yeniden dehşet içinde bağırdı. 'Alın götürün o köpeği, Hıristiyan olmak istemiyorum'. Bella, sanki kendinden söz edildiğini anlamış gibi heyecanlanmış bahçe kapısının diğer tarafındaki çocuğa avazı çıktığı kadar havlamaya başlamıştı. Çocuğun yüzü gördüğü manzaranın korkunçluğunu yansıtıyordu. Söylediği cümlenin her kelimesine yüzde yüz inanan masum bir çocuktu karşımdaki. Bahçe kapısına doğru gittim. Ağlıyordu. 'Köpeğe dokunursam Hristiyan olurum. Uzaklaştırın o köpeği oradan' dedi göz yaşları içinde mızıldanarak. Nathan, Bella kolunun altında Halil'e doğru ilerledi. 'Bak ne kadar sevimli bir şey! Böyle bir köpek sana zarar verebilir mi hiç?' Çocuk evlerinin altına doğru kaçtı. 'Köpeğe dokunulmaz. Hepiniz Hristiyansınız şimdi!' diye çığlık çığlığa ağlayarak uzaklaştı.

Şahit olduğumuz şey trajikomik bir şeydi ama çocuk tüm kalbiyle köpeğe dokunduğunda, içine doğmuş olduğu inancı kirleteceğine üstelik bir de başka bir dine geçeceğine inandırılmıştı. Böyle küçücük bir beyni nasıl zehirleyebilirlerdi?

Malezyada okullar etnik ve dini inançlara dayalı bir eğitim veriyor, bunun uzantısı olarak Malezyanın resmi dini İslam olduğu için, Maley okullarında dini eğitim çocuklara sıkı bir disiplin olarak verilmekte. Halil'in küçücük bir köpeğe reaksiyonu, hayvan sevgisi konusunda tamamen zır cahil olan pek bilmiş muteremlerin küçücük beyinleri zehirlemelerinin göstergesiydi.

Daha geçen gün bizim bahçemizde Halil'in babası Aptah ve yanında yetişkin biri daha elinde Borneo yerlilerine özgü olan bıçağıyla bir köpeği kovalarken görmemiş miydim? Oldum olası bıçaklardan korkmama rağmen, doğrudan adamın üstüne yürümüş ' Ne istiyorsunuz zavallı bir köpekten...' diye söylenmiştim. Hemen arkasından bıçağa gözüm değmiş sesimi yumuşatmış ' Lütfen zarar vermeyin zavallı köpeğe.' diye eklemiştim. Ben kendisinden sert bir tepki beklerken, Abtah başını yere eğmiş Ehh sadece korkutacaktık. Kötü bir niyetimiz yoktu gibisinden bir şeyler gevelemiş sonra da kös kös arkalarını dönüp gitmişlerdi.

Köpeklerin itilip kakılıp hor görülmesi pek yaygın Sabah'ın kırsal bölgelerinde. Bu davranışın uzantısı olarak ta köpekler insanların arasında ama onlara tamamen uzak yaşıyorlar. Üstelik bakımsızlıktan ve tropikal iklimin sıcağından deri hastalıklarına da yakalandıklarından, yok edilmeleri gereken veba taşıyıcıları gibi görülüyorlar. İnsanlardan bu kadar korkan köpeklere başka yerlerde rastlamadım. Yarı vahşi ve perişan bir şekilde dolaşıyorlar ortalıklarda, taa ki çoğunlukla eli bıçaklı ve silahlı insanlarla karşılaşana kadar.

Evimizin terasında kucağımızda bir köpeği görme dramından sonra Halil ortadan kayboldu. Babası birgün çıkıp geldi. Planlarımızı merak ediyordu. Kota Marudu'da kalmaya devam edecek miydik? Önümüzdeki ay çalıştığımız proje bitiyordu ve arkasından devam ederse belki başka bir kasabaya gidecektik. 'Halil nasıl?' diye sordum, uzun zamandır kendisini görmemiştik. 'Halil'in biraz kafası karışık. Okulda problemleri var' dedi. Abtah, küçük oğluyla geliştirdiğim arkadaşlığın farkındaydı. 'Abtah bey' diye başladım, karşımdakine ders verir gibi konuşmak hiç hoşlanmadığım bir şeydir ama ilk defa bunu yapmak zorundaydım. Benimle arkadaş olmak istemiş olan bir çocuğun kırılıp eğritilip bükülmesine ve bir kalıba sokulmasına itirazım vardı. İçimde hafif bir utançla 'Halil inanılmaz zeki ama aynı zamanda duyarlı ve sorular soran bir çocuk. Sorular sormasına yardımcı olun yoksa çok mutsuz bir çocuk olacak...' deyiverdim. Abtah hiç bir yorum yapmadan başını salladı.

Bir daha Halil'i görmedik. Eylül sonunda evi boşaltıp çıktığımızda Abtah ve eşi bize veda etmek için ayak üstü uğradılar. Halil okuldaydı. O akşam Kota Kınabalu'da kalıp ertesi günü uçacaktık. Projede çalışan diğerleriyle kaldığımız otelde bir şeyler içmek için buluştuğumuzda telefonum çaldı. Arayan Abtah'ydı. 'Halil' dedi 'sizinle konuşmak istiyor'. Cılız bir oğlan çocuğunun sesi kulaklarıma doldu; 'Çocuklar, çocuklar..., Ben okuldaydım, görmedim gittiğinizi' sesi titriyordu, 'ama ben sizi çok özleyeceğim,' fısıltısı geldi telefondan. 'Belki bir gün bir yerde buluşuruz Halil, belki büyüdüğünde Avrupa'ya ya da Türkiye'ye gelirsin, kim bilir?..' Birkaç saniye hiç bir ses gelmedi telefonun ahizesinden 'Kim bilir' diye mırıldandı bir süre sonra, büyümüşte küçülmüş bilge bir ses tonuyla...

Yazarın Diğer Yazıları

Freya'nın hikâyesi

Yogayı öğrenmek için Hindistan'ın güneyinde Tamil Nadu bölgesinde bir ay kalmıştı birkaç yıl önce. Tapınaklar şehri olarak bilinen Madurai şehrinin dış eteklerine kurulmuş, kalabalık bir maymun ailesinin de ikamet ettiği bir Hindu Tapınağı'nda öğrenmişti yoga'nın inceliklerini

Terk edilmenin ölümcül ağırlığı

Ne yazık ki başka bir dünya var mıydı, onu bile bilmiyordu. Bildiği sadece içinde bulundukları durumun biçareliğiydi. O yüzden olsa gerek, bir gün kafesin dışından kendilerini seyredenlerden bir çift elin uzanıp onu o kıvrıldığı çaresizlikten koparıp aldığında ve montun içindeki vücudun sıcaklığını hissettiğinde anlamıştı başka bir dünyanın varlığını

Farah'nın global bir dünyada çalışma hüsranı

Farah, trafiğin vızıl vızıl aktığı Şangay'ın en yoğun yollarından birinin yanı başında şimdiden köhneleşmeye yüz tutmuş, bir gökdelende, fare deliği diye tanımlanabilecek apartmanındaki tek pencerenin önünde durup bir an dışarıda akan trafiğe odakladı gözlerini...