08 Kasım 2020

Şenay Eroğlu Aksoy ile söyleşi: Bazen odamda masa başında, bazen başka şehirlerde, bazen bir pastanede yazarım

"Yazmak ve okumak yaşama sevincimi artırıyor. Bir ağacın altına sandalyeyi atıp iki satır okuduktan sonra yeğnildiğimi hissediyorum. Kederli metinleri okurken bile onun yaratılma biçimine, sözün ardındaki akla odaklanıp heyecanlanıyorum"

Evlerin Yüreği ile gelip Gece Çığırtkanları ile geçti okuma odalarımızdan Şenay Eroğlu Aksoy. Pek çok edebiyat dergisinde istisnasız karşılaşıp kucaklaştığımız bir isim. Kendisiyle yazın hayatı, kitapları ve görme biçimi üzerine konuştuk. İçimizden geçenleri bir nefeste söyledik.

  • A.F.Nujen: Her şeyden önce nasılsın, iyi misin? Tedavin sürüyor mu, kendini nasıl hissediyorsun?

Ş.E.Aksoy: İki yıldır kronik bir hastalıkla, Alopesiuniversalis'le boğuşuyorum. Başlarda kolaylıkla toparlayacakmış gibi görünen sıkıntı artarak sürdü. Vücudumdaki tüm kıl foliküllerini ve tırnaklarımı tuttu. Saç, kaş, kirpik vs. hepsi döküldü. Uzun süren kortizon tedavisi sonrası az da olsa çıkan saçlar tekrar dökülüp üstüne pandemi eklenince bağışıklık sistemini baskılayan tedaviye ara verme kararı aldık. Artık dazlak bir kadın olarak yaşıyorum. Fiziksel olarak keskin bir değişimin ardından başka bir pencereden bakıyorum hayata. Azınlıktayım. Yazarken durmaksızın ötekinin sesine kulak kesilen bir aklım vardı, şimdilerde farklı bir şekilde de olsa ötekiliği deneyimliyorum. Anlayacağınız fiziksel ve ruhsal olarak dazlak kadınlığın emekleme sürecindeyim.

  • A.F.Nujen: İlk öykü kitabın Evlerin Yüreği kurgusal açıdan fantastik bir kitap. İnsanoğlunun yaratıldığı andan beri yalnız başına yaşadığı duyguları, çıkmazları, arayışları içeriyor. Tabii bunlara başa çıkılmaz hale getiren dünyanın kötü gelişen teknolojisi de dâhil. Yazarından dinlemek gerekirse Evlerin Yüreği kısaca ne demek istiyor? Evlerin bundan haberi var mı?

Ş.E.Aksoy: Evlerin Yüreği bir çığlık. Bu çığlıktan evlerin haberi var mı bilmem ama bazı evlerin yüreğinin karanlıkta çarptığını hepimiz biliyoruz. Orada zayıf olan için hayat zor. En hafif ifadeyle katlanılmak zorunda olunan bir şey hayat. Evlerin Yüreği'ndeki öyküler, yıllardır deneyimlediğim eşitsizlik ve itilmişliğe duyduğum öfkenin dışavurumu. Kadınlar, çocuklar, ağırlıksız olarak savrulup duranlar söz konusu olduğunda eviçleri ister istemez gelip buluyor sizi. Böyle olunca da korunaklı olduğu düşünülen evlere dilek ve temenniyle örülmüş iyilik perdesini sıyırıp atmak istiyor insan. Görmezden gelinenleri irinli bir yarayı patlatır gibi ortaya saçmak.İyi bakın bunlar da var, demek.Becerebilirse sesi kısılanların çığlığına eşlik etmek istiyor. Sert öyküler var Evlerin Yüreği'nde. Bana sorarsanız egemen olana tahsilli sözü, uyutan yarenlikten çıkarıp gerçeğin yoldaşı kılma refleksi Evlerin Yüreği. Ya da bir eleştiri yazısında söylendiği gibi “deli bir kadının, yerden beş santim yukarda” yazdığı öyküler.

  • A.F.Nujen: Evlerin Yüreği'ndeki yalnızlık teması kitaptan bir cümle kurmak gerekirse, sadece Gramofonun önünde yalnızım cümlesiyle bile kâfi derecede ifade edilebilir. Yazanların yalnızlık temasını iyi ifade edebilmeleri için yalnızlık duygusunu kendi yaşam trajedilerine dayanarak tatması gerekiyor diye inanırım. Senin için yalnızlık nasıl bir iç atlastır, yalnızlık duygusunu yazarken kendi duygunu da katıyor musun öykülerine? 

Ş.E.Aksoy: İnsan ilişkilerinde nezaketli, sakinimdir. Gündelik hayatta çok yalnız olduğum söylenemez ama kalabalık gruplara girme konusunda istek duymam. Zorunluysa orada olurum. Bu ortamları yaratmak ya da onların parçası olmak için hiç çaba harcamam. Gençlikte daha çok incinmekten kaçınma refleksi gibi yaşardım yalnızlığı, sık sık bu konuda düşünürken bulurdum kendimi. Sonraları, insanın bir başına doğup bir başına öldüğü gerçeğini kavradığımda, bunun bir yazgı olduğunu fark ettim. Hüzünlü bir şey olduğunu da düşünmüyorum. Kendini/hayatı dinlemeyi öğrenmenin ilk adımı yalnızlık. Sensorunca düşündüm de günün çoğunu yalnız geçiririm. Zamanımın efendisi benim. Bunalırsam hemen gideceğim dostlarım var ama çoğunlukla bir başınayım. Uzun yola tek başına çıkmak, tek başına tatil yapmak en sevdiğim şeylerdendir. Aileden ayrı takıldığım çok olur. Oğlum bile bu duruma alışkındır. Düşler, düşünceler de bir başınalık ister derinleşmek için. Yazmak yalnız başına yaptığımız bir şey olduğuna göre, ne denebilir ki. Dikkat çekmek, derin görünmek arzusuyla yapılan yalnızlık güzellemesine yaşım itibariyle pek kulak asmıyorum artık. Yalnızlık güzel de yapayalnızlık zordur sanırım. 

  • A.F.Nujen: Öykücüğüne değinmek gerekirse, her yazan gibi senin de kendine has dil deneylerin var. Bazı kelimelerin yazım biçimleri buna dâhil. Yani şunu söylemek doğru olur mu, öykülerine tamamen kurguya ya da anlatıma bırakmıyor, öykü boyunca dili de değiştiriyor, bu değişimleri gerçekleştirmek için de çalışıyor musun?

Ş.E.Aksoy: Elbette. Yazarken dil her şeyiniz. Cümlelerle kurmaca bir dünya yaratıyorsunuz. Üstelik okuru kendi dünyasından çıkıp buraya buyur edebilecek sahicilikte olması gereken bir dünya. Öylesine incelikli bir emek gerektiriyor ki bu. Yazma konusunda deneyim kazandıkça kuru bilgi gibi duran bazı şeyleri daha derinden kavrıyor insan. Dilin ne çetrefilli, ele geçmez bir şey olduğunu anlıyor. Onunla poz kesilmeyeceğini, sahici metinlerin yıllara yayılan yankısını dil aracılığıyla yarattığını görüyor.Bazen bir tek sözcüğü günlerce arıyorum, diyen yazarın ne demek istediğini örneklendirerek kavrıyor. Tüm bunların yanı sıra yazıya oturduğunuzda bildiğiniz her şeyi unutmanız gerekiyor. Bütün o akıl yürütmeler, sözlük okumalar, metin çözümlemeleri sizi yazma ânına hazırlayan ilmekler gibi. Bilip unutmanız gerekiyor. Aksi halde yazılarınızdaki samimiyet ve sahicilik hemen yitiyor.

  • A.F.Nujen: İkinci öykü kitabın insanın kaderi, yılgınlığı dışında kurgusal olarak biraz daha öne çıkan yanlara sahip. Örneğin, 'Özgürlük' kavramını daha içeriden işliyor. Öykü kitaplarından Gece Çığırtkanları'nı Evlerin Yüreği'nden farklı kılan nedir?

Ş.E.Aksoy: Gece Çığırtkanları'nda daha kontrollü bir ses var. Örgütlü kötülüğü açık etmeye çalışan daha deneyimli, duyguları dizginleyebilen sakin bir ses. Elbette dil aynı dil ama anlatımda yenilikler var. Öyküyü, sözün gücüne yaslanarak geniş çağrışım alanlarına yaymayı seviyorum. Sanırım zihnimin kavrama biçimi böyle. Gündelik yaşamda dağınık sayılabilecek anlatım yöntemleri kurmaca metin yaratırken bir üsluba dönüşebiliyor. Çoğul anlatım, kısa cümlelerle metne hareket katma, zaman sıçramaları her iki kitapta da var. Gece Çığırtkanları'ndaki öyküler de Evlerin Yüreği'ndeki öyküler de tamamlanmak için okura el uzatan metinler. Parçaları birleştirmek, imgeler ve metaforlar eşliğinde yol alabilmek okura bırakılıyor. Gece Çığırtkanları diye adlandırdığım bir kolluk gücü yaratmak bana, gece çığırtkanlarının yaşamdaki yansımalarını bulmak, öykünün derinlerine inmek okura düşüyor. Bir lise grubunda Gece Çığırtkanları adlı öykü üzerine saatlerce tartışılmıştı. Öykülerin okunduğu ânlardan taşıp okurun zihninde yaşamaya devam etmesi ne büyük mutluluk.

  • A.F.Nujen: Yazıların, söyleşilerin hâlâ pek çok yerde yayımlanıyor. Yazının her türüne hâkim olmak güzel bir şey bence. Hepimiz bu kadar hâkim değiliz yazmanın her türüne. Dil alışkanlığı, ifade edebilme biçimi ve en önemlisi her türde de yazarken kendin olarak kalabilmek. Bana her zaman iyi geldiğini söyleyemem yazmanın, peki yazmak sana iyi geliyor mu? Yazan biri için yazmak nedir tam olarak senin görme biçiminle? 

Ş.E.Aksoy: Güzel sözlerin için teşekkür ederim. Sıklıkla düşündüğüm bir soru bu. Yazmanın şimdilik, bana iyi geldiğini düşünüyorum. Bedenimle, aklımla, ruhumla yanıtını aradığım bir soru bu. Çoğu zaman, kısa ya da uzun; kurmaca ya da kitaplara dair bir yazıyla uğraşıyor olmak bile hafifletiyor beni. O hafiflik duygusunu fark ettiğimde yazma uğraşının bana iyi geldiğini görüyorum. Daha da ilginci yazarak düşünen birine dönüştüğümü fark ediyorum. Yeni yollar bulmak, düşünceleri derinleştirmek yazarken hep daha kolay benim için. Yazmak ve okumak yaşama sevincimi artırıyor. Bir ağacın altına sandalyeyi atıp iki satır okuduktan sonra yeğnildiğimi hissediyorum. Kederli metinleri okurken bile onun yaratılma biçimine, sözün ardındaki akla odaklanıp heyecanlanıyorum.

  • A.F.Nujen: Dün kendime baktım saatlerce. Nasıl mı? Kendine bakmanın en zor haliyle. O geceki gibi soyundum çırılçıplak, aynanın karşısına geçtim. Kadınlığım korkuttu beni. Saçsız bir baş, kupkuru bir beden, gecenin verdiği güçle baktım belki de kendime. Bir şey bulamadım biliyor musun aynada, bir meme, bir bacak arasından başka. Bu alıntıyı yaparken çok da kadın gibi yaşamayan biri olarak şunu sormak istiyorum: Kadın olmak zor mu? Kadın yazar olmak nasıl bir şey peki? Hüviyetlerimize kadar yazılan şey senin için de önemli mi? 

Ş.E.Aksoy: Kadın olmak önceliklerim arasında değil elbette ama ötekileştirildikçe bu konuya kafa yormanız kaçınılmaz oluyor. Eşitlik ihtiyacını iliklerinizde hissederken muhalif bir kadınlık refleksi gelip yerleşiyor gündelik yaşamınıza. İtiraz etmek, direnmek, varlığınızı hatırlatmak istiyorsunuz. Biyolojik bir farklılık, zamanla eşitsizliğin kaynağı olup çıkmışsa bize de kadınlığımızı daha çok sevmek, anlatmak ve yepyeni bir bakışla yeniden tanımlamak kalıyor. Feminizm bunun için var. İyi ki var.

  • A.F.Nujen: Şiirsel bir üslupla yazıyor olmana rağmen bir insanın yaşamında duyumsayabileceği pek çok kırgınlık nedeni de var öykülerinde. Bu incinmişliklere bakarak şunu sorabilirim sanırım: Pesimist bir yazar mısın?

Ş.E.Aksoy: Bilmem, belki de öyledir. Okurlarıma sormak isterdim bu soruyu. İlk kitabın ardından bu ve benzer sorular çok gelmeye başlayınca, karanlığa bakmayı kışkırtıcı bulduğumu fark etmiştim. Belki de yazarken hayatın içinden seçip aldıklarım incinmişlikler, karanlıklar daha çok. Ama beni bu ânlara çeken, acının tamamlanmak için ikinci bir insana ulaşma/bulaşma/dokunma hızı. O orada yaşanırken hemencecik gelip buluyor beni. Bir şey yapmak, onu yaşayana ya da ona dokunmak istiyorum. Sarılmak, eğlemek, sancıyı yazarak da olsa azaltmak, dünyayı onarmak ihtiyacı beliriveriyor içimde. Öbür duygular öyle tam, öyle ışıltılı ki kimseye ihtiyaç duymadan salınabiliyorlar hayatta. Güçlendirilmeye, bir daha dillendirilmeye, başkalarına gösterilmeye ihtiyaçları yok, yalnızca gerçekleştikleri âna aitler sanki. 

  • A.F.Nujen: Bazılarımıza yazmak için bir masa bir sandalye bir defter bir kalem yeter. Ama bazılarımız yazarken ille de içinde olduğu dünyadan dışarıya çıkmak için Bach dinler, sesini dünyayı susturacak kadar açıp. Senin yazma alanından söz edersek eğer, yazarken kuralların var mıdır? Yazı masanda kimler olur, odanda ne tür müzikler çalar?

Ş.E.Aksoy: Bazen odamda masa başında, bazen başka şehirlerde, bazen bir pastanede yazarım. Tek kuralım yerleşik olmamaktır. Her hangi bir durumu kurala ya da zorunluluğa bağlamak beni o işten hemen soğutur. Uçarı bir yazma biçimim ve kişiliğim var belki de. Beni yazmaya davet eden yazarlarım, şairlerim vardır. Nereye gidersem gideyim onların kitapları yanımdadır. Yazıya geçmek için onlara sığınırım çoğunlukla.

  • A.F.Nujen: Çok yaşlı da değilim, ama yaşlıyım da bir yandan. O nedenle 'genç yazanlar' tabirine bayılıyorum, netice de bizden daha genç yazanlar ve yeni yayınlanan kitaplar da var. 'Genç' derken, genç yazanları çok da önemsiyorum. Senin okuduğun, takip ettiğin genç yazanları da merak ediyorum. Genç yazanlarla bağın var mı, kimleri okursun, senin gelecek vaat eden genç yazarlar listende kimler var?

Ş.E.Aksoy: Öykü kitaplarını ve yeni isimleri okumayı, takip etmeyi seviyorum. Hatta uzun yıllardır düzenli olarak Notos Edebiyat Dergisi'nin her sayısına öykü kitaplarıyla ilgili yazılar yazıyorum. Yazmakla yetinmeyip sevdiğim öykücülerle farklı gazeteler için söyleşiler yapıyorum. Notos'taki yazılarda da söz etmek istediğim kitaplara yer veriyorum zaten. Soruna dönecek olursak son dönemde okuyup sevdiklerimden bazıları Polat Özlüoğlu, Çağatay Yılmaz, Gamze Arslan ve Şengül Can. Bir de yeni kitaplar yayınlamalarını dört gözle beklediğim öykücüler var; Hakkı İnanç ve Simla Sunay.

  • A.F.Nujen: Şiirsel üslupla çok yakın bir bağın var ayrıca, fark etmedim sanma. Şiir yazıyor musun? Şiirsel üslup herkesin edinebileceği bir şey değil, bu bağı kurmanı sağlayan bir şey olmalı. Yani ya şiir yazıyorsun ya da çok şiirler okuyorsun. Yanılıyor muyum?

Ş.E.Aksoy: Yanılmıyorsun elbette. Şiir okumayı, şiirin bendeki yankısı üzerine düşünmeyi genç yaşlarda öğrendim ve bundan hiç vazgeçmedim. Sözün ağırlığını derinden kavradığım yerdir şiir. İmgelerle düşünmeyi, anlamayı ve anlatmayı da çok seviyor zihnim. İlk gençlik yılların daşiir yazmaya yeltendim elbette ama onlar şiir değildi. Sözü bilinçsizce yedme girişimiydi belki de. İlerde şiir yazmak ister miyim bilemiyorum ama zor sanırım. 

  • A.F.Nujen: Son olarak mırıldandığımda 'bana yazmak için istediğim derinliği verir' dediğin ve çocukluğunda da dinlediğin bir ezgi, türkü, şarkı? 

Ş.E.Aksoy: Ninni var. Elmalı'dan çıktım yayan, dayan ey dizlerim dayan, diye başlayan ninni. Annemin içli bir sesi vardır. Ben de bu ninniyle çok uyuttum oğlumu.

  • A.F.Nujen: İnsanların aralarındaki konuşmaların süresine değil, o esnada birbirlerine karşı kullandıkları kelimeleri önemsiyorum. Sorularıma karşılık kullandığın her kelime için sana ayrı ayrı teşekkür ederim.

Ş.E.Aksoy: Ben teşekkür ederim. Sorularınla kendime ve yazdıklarıma daha derinden bakmamı, onları bir kez daha hatırlamamı sağladın.

Yazarın Diğer Yazıları

Bazı şairler, kitaplara girmemiş şiirler gibisiniz: Sami Bey, şimdi nerelerdesiniz?

Herkes kendi derinliğini kendi doldurur, kendiyle doldurur tabii ama Sami Baydar'ın çocukluğu da ilk gençliği de ve son günleri de yoksullukla doludur. Onun derinliğini yaratan da dolduran da bizim bilmediğimiz, bildiklerimizin yetersiz kalacağı derece ciddi bir yoksulluk ve onun getirdiği bir yalnızlıkla doludur. Hakkında yazılmış hiçbir makalede buna değinilmemiştir

Bir tahlil değil, bir hatıra: Ne güzel şarkıdır Destina

Kelimelerin de elbette bir ruhu var, dizelerin içinden bazen fışkıran bu sesler gaipten gelen sesler değiller. Yaşamışız, insanız ve o sesleri yaşatan geçmişe dayanır insanlığımız. Burası, yaza okuya sonunda insanın varacağı yer. Aşk acısı gibi değildir, o da deler ama geçer gider. Retoriğe sığmayan dünya sancısının bir formudur şiir

Yorgun genç şairler, üzülmeyin: "Elimize değen ölür"

Hiçbir şeyi, şiirin teknik hiçbir dayanağının olmadığını, içimize yerleşmiş bir konuşma ihtiyacının ürünü olduğunu öğrendiğim kadar hızlı öğrenmedim