17 Ocak 2021

Şair Selahattin Yolgiden: Kediler ve müzik olmadan şiir yazamazdım sanırım, şiir olmadan da hayat olmazdı

Şiir ve müziği birbirinden ayrı düşünemeyeceğim gibi şiir ve fotoğrafı, şiir ve resmi de birbirinden ayrı düşünemem. Ancak müziğin ilginç bir büyüsü var

Şair Selahattin Yolgiden ile yeni çıkacak şiir kitabından söz ettik. Yazmanın, yolda olmanın hallerinden, dünyanın insana verdiği yeni şekillerden ve şairden… Yeni dünyanın eski alışkanlıklarını şiir ve kedilere dair yazan biri olmanın görme biçimine dayanarak hayatta kalma nedenlerini konuştuk.

-Yalnızca yazan biri için değil, okuyan biri için de "dışarısı" diye tabir edebileceğim "dünya" çok da güvenli bir yer değil. İşte burada şiir dışında insanı sağaltan, onaran hiçbir şey yok. Peki, sizin için şiir nedir, nerededir? Şiir bir tür olarak var olmasaydı ne olurdu?

Şiirin tam tanımını yapmak güç ancak ben hayatın toplamı olarak bakıyorum şiire. Sizin tabirinizle güvenli olmayan "dışarı dünyadan" toplananları "içeride" güzelce harmanlayıp, sosunu, tuzunu ekleyip servise hazır hale getirmek gibi bir şey. Sos ve tuz yerine de şiirsel olarak beslenmeye yarayan her şeyi koyabiliriz; filmler, müzik, sanatsal aktiviteler ve elbette okuma. Benim hiçbir zaman dışarısıyla işim olmadı çok fazla, hep içte kaldım, içi çok iyi biliyorum çünkü.

- Şiirlerinizin birer parçası olarak bütünü oluşturan olmazlarınız var mı? Ne olmasaydı size göre eksik kalırdı şiirleriniz?

Bana göre "ben" olmasam eksik kalırdı. Yine birileri o şiiri yazardı muhtemelen ama benim yazdıklarıma benzemezdi.

-İlk kitap, ilk hikâye... Selahattin Yolgiden'in ilk kitap macerası nasıl başladı? Bu yoldan geçmiş bir şair olarak bu yola yeni girmiş şairlerle bir bağınız var mı, daha genç arkadaşlara el vermek adına girişimleriniz, destekleriniz oldu mu, oluyor mu?

İlk şiirimi E Dergisi'nde Metin Celâl yayımladı. Ardından bazı dergilerde şiir yayımlamaya devam ettim. Bir gün Adam Sanat'a gittim elimde bir sürü şiirle. Öyle bir odaya düştüm ki, hani "masa da masaymış ha" der ya Edip Cansever, utanmasam "oda da odaymış ha" diyebilirim. Cevat Çapan, Turgay Fişekçi, Hakan Savlı, Roni Margulies ve Semih Gümüş vardı odada. Şiirleri Turgay Fişekçi'ye verdim, "tamam, bakacağız" dedi. Sonra Cevat Hoca çekti aldı birini içlerinden ve "rembetiko yazılmaz, rebetiko yazılır" dedi, düzeltti. Sonra ardı ardına Adam Sanat'ta şiirlerim yayımlanmaya başlandı. Sonra da ilk kitap geldi Adam Yayınları'ndan: "Su Kıyısında Kimse Yoktu". İsmin hikâyesi de ilginç. Bir odada Semih Abi'yle kitaba isim arıyoruz dergide. İlhan Berk geldi, Semih Abi dedi ki "Abi çocuğun kitabına isim arıyoruz". İlhan Berk şiirlerden birini çekti ve az sonra dedi ki, "Bunu yapın isim işte, bu iyi." Bir şiirin bir dizesiydi "Su kıyısında kimse yoktu". Bizim Salı şiir akşamlarımız vardı arkadaşlarımızla birlikte Dam'da yaptığımız. Gencine yaşlısına bakmadan şiir okur, şiir tartışırdık. Şüphesiz ki hepimiz için çok yararlıydı o akşamlar. Şu tuhaf pandemi dönemi bitse de tekrar başlasak diye çok hevesleniyorum.

-İlk şiiri kaleme aldığınızda hissettiğiniz o duygu yaşamınızın hangi alanında gerçekleşti? Mutlak ki, insanı çok sevindiren bir duygudan çıkmıyor şiir genellikle, sizin şiirleriniz de çok mutlu bir şairin şiiri değil çünkü.

11-12 yaşındaydım. Sanırım ilkokul bitmişti daha. "Dalda yaprağın büyümesini izleyebilir misin? / Yıldızları tutabilir misin ellerinle? / Nasıl çıldırtır insanı yapmak isteyip yapamamak" diye biten bir şiir yazmıştım. Bugün bile ara sıra düşünürüm; 12 yaşında bir çocuk ne yapmak ister de yapamaz ki diye. Bunu bu zamana kadar çok cevapladım ama hâlâ değişmedi, şiirin kalbi, yani benim şiirimin kalbi hüzün ve hep öyle kalacak sanırım. Mutlu zamanlarımda mutluluğu yaşamayı seçiyorum, mutlu olmadığımda o zamanlardan bahsetmeyi… Bu da hüznü getiriyor işte.

- Şiirlerinizde hep bir yolculuk hâli var. Limanlar, otel pencereleri ve tabii bulunduğu yere yerleşik olmayan yabancı bir şair. Gittiği yerlere bu kadar hâkim o "yabancı bakışını' nasıl bu kadar yerleşik biri gibi kullanıyorsunuz?

Çünkü gittiğim her yerde yerleşikmiş gibi davranıyorum bir süre sonra. Daha doğrusu böyle davranmayı seviyorum diyelim. Venedik'te vaporettoya biniyorum mesela, Lido'ya gidiyorum. Evet diyorum, ben Venedikliyim, işten çıktım ve biraz yürümeye gidiyorum. O bahsettiğin bakış buradan geliyor çünkü turistliği, turistmiş gibi hissetmeyi sevmiyorum. Dünya benim vatanım ve kendimi her yere ait hissediyorum. Ama yerleşiklik konusuna gelince iş karışıyor biraz çünkü nerede olursam olayım hep İstanbul'a dönmeyi istedim bu zamana kadar.

-Kedilerin müziği seven canlılar olduğunu düşünüyorum. Bende üç tane var. Haydar, Ramazan, Birhan. İnsan duyduğu seslere ve birlikte yaşadığı hayat arkadaşlarına da elbette şiirinde de yer veriyor. Sizin şiirlerinizde kedilerin ve müziğin yeri çok katmanlı olmakla beraber çok da yoğun... Kediler ve müzik olmadan şiiriniz ve yaşamınız neye benzerdi?

İki kediyle birlikte yaşıyorum ben de; Beatrice ve Poe. Ve evet, haklısınız, müzik dinliyoruz birlikte. Onların tercihi de klasik müzik ve rebetiko. Üzüm üzüme baka baka… Bazen eski günlerin hatırına ses düzeyi yüksek bir şeyler dinlemeye kalksam hemen tepkilerini belli ediyorlar. Soruya kısa bir şekilde şöyle yanıt vereyim: ben kediler ve müzik olmadan şiir yazamazdım sanırım, şiir olmadan da hayat olmazdı.

- Şairlerin yaşantıları da yazma biçimleri de ruh halleri de ne diğer türde yazanlarla ne de karşımıza çıkan diğer insanlara benziyor, aksine çok uçlarda farklara sahip. Şiirin her zaman ilk başlatıcı metin olduğunu düşünürsek, şiirin kaynağı da diyebileceğimiz çok dipte bir arıza ya da doğuştan hasarlı bir alana sahip olduklarını söyleyebilir miyiz şairlerin?

Bence sadece şairler değil, üretmeye yönelik sanatsal işler yapan herkeste bir arıza var. Anlatmak istemek başlı başına bir arıza bence. Doğuştan hasarlı bir durum olup olmadığını bilemem ama belki de geçmiş hayatlarımızdan, her yeni bedene taşıdığımız bir çantamız vardır ve bir süre sonra onu açıp kullanmaya başlıyoruzdur.

- Yazma biçimlerimiz ve ruh hallerimizden söz etmişken, bunların birer çıktısı olarak kitaplarınıza verdiğiniz isimler de önemli. Örneğin, eve geç kaldım yalnızlık bekler, gittiğim en uzak yer sizdiniz. Bu kitap isimlerinden biraz söz eder misiniz?

Uzun kitap isimlerini oldum olası sevdim. İlk kitabımın ismini İlhan Berk koyduktan sonra ikinci ve üçüncü kitapların isimleri kısaydı; Gün Geceye Küstüğünde ve Unuttuğum Limanlar. Ancak dördüncü kitaptan itibaren başlattığım iki şeyi şimdiye kadar getirdim. İlki kitabın adı muhakkak içindeki şiirlerden gelmeliydi. İkincisi ise imza günlerinde kitabı açar ve gördüğüm ilk dizeyi yazarak imzalardım. Kitaplarımdan ilki olan Su Kıyısında Kimse Yoktu'da eski İstanbul var; bahçeleri, azınlıkları, geçmişi… Ve her şiirin başlığı bir çiçek adı neredeyse... İkinci kitap Gün Geceye Küstüğünde'de ise benim ailem ve çocukluğum var. Üçüncü kitap Unuttuğum Limanlar, denize kıyısı olan kentlerden alıyor adını. Bu kitap benim "proje" bakış açısıyla çalıştığım ilk kitaptı ve bu süreçte projeyle ilgisiz yazılan şiirlerden dördüncü kitap Lacivert Bir Oyundu İkimiz Arasında geldi. Sonra yine bir proje; Eve Geç Kaldım Yalnızlık Bekler. Tüm şiirler birer ressam için yazıldı. Altıncı kitap da, beşinci üzerinde çalışırken gelen ve neredeyse kendini zorla yazdıran Gittiğim En Uzak Yer Sizdiniz. Bu kitaptaki şiirlere aslında uzun tek bir şiir gözüyle bakabiliriz. Son kitap olan Herkes Ayrıldı Kendinden de yine bir proje kitap ve tüm şiirler birer besteci ve birer eseri seçilip öyle yazıldı. Hayatımın her safhasında, sanat her zaman her yerde… Trafikte, odada otururken, yemek yerken… Hâl böyle olunca beni besleyen şeyleri şiirle anlatmayı seçtim. Bu tip projelerim devam edecek.

- İlk kitabınızın çıkış tarihinden sonra baktığımızda "çalışkan bir şair" görüyoruz. Kırklı yaşların başında olup da yedi gibi iddialı bir kitap sayısına ulaşan şair pek azdır muhtemelen. Ancak son kitabınızın yayımlandığı 2018'den beri kitap yayımlamadınız. Yeni kitabınız okurlarınızla ne zaman buluşacak?

Bu bana en yakın arkadaşlarımca da söylenen bir şey; çok yazıyorsun. Ama sayılarla işim olmadı hiç benim. Doydum, yazdım. Yazmam gerekiyordu çünkü. Aslında bir yıldır baskıya hazır yeni kitap: "Uyurken De Görebiliyorsun Geceyi". İsmini de ilk kez size söylemiş olayım. Malum, pandemi dolayısıyla zor zamanlar geçirdik hepimiz, yayıncılık da bundan en çok etkilenen sektörlerden biri. Bunu bir yayıncı kimliğiyle de söylüyorum. Ancak yeni kitaba artık "çok az" kaldı diyebiliriz.

- Sesler ve müzik konusuna tekrar gelecek olursak, yazının ve yazmanın olduğu her yerde sesleri anlamlı kılan başka sesler olmazsa olmaz bana göre de. Hayatınızda müzikle iç içe geçen bir çalışma hayatınız da oldu sizin. Ama şu açıdan müziği ayrı bir yere koymak gerek, şiir her zaman müziğe diğer türlerden daha bitişik ve dönüşebilen bir tür. Peki, sizin için ayrı ayrı değerleri ve yerleri nedir? Ayrı düşünmek mümkün müdür?

Şiir ve müziği birbirinden ayrı düşünemeyeceğim gibi şiir ve fotoğrafı, şiir ve resmi de birbirinden ayrı düşünemem. Ancak müziğin ilginç bir büyüsü var. Ben uzun zaman DJ'lik yaptım. Çalıştığım onca gece boyunca bedenen elektronik müzikle ilgilenirken içimden şiirler mırıldanıyordum. Dinlediğim müzik elektronik müzikten çok farklıydı hep; klasik müzik dinliyorum ben. Yanında etnik müzik özellikle Yunan müziği ve türküler. Benim için şöyle bir durum var: Bazen bir şey çok dolmuştur ve boşalması gerekiyordur içinizden ama kapı sıkı sıkıya kilitlidir. Bir anahtar gerekir. Dolan şey şiirse kapıyı açan anahtar her daim müzik oldu bende.

-Pek çok yazanın başka yazanları pek az okuduğunu düşünüyorum, hele ki "şiir okumuyorlar" diye isyan eden şairlerin başka şairleri neredeyse hiç okumadığı gibi bir gerçeğimiz de var. Hem bu açıdan neler düşündüğünüzü hem de yerli ve yabancı edebiyatta takip etiğiniz şairler kimler, hangi şairi neden okuduğunuzu merak ediyorum?

Bu söylediğinizde kesinlikle haklısınız. Ben "şiir okumayı" sevenlerdenim. Yalnız şöyle bir şey de eklemem gerekiyor; eğer bir dosya üzerinde çalışıyorsam, şiir yazıyorsam, etkileşim olmaması açısından şiir okumamaya özen gösteriyorum. Bu durumlarda da kendimi anı, mektup, gezi yazısı okurken buluyorum. Haricinde sanırım iyi bir şiir okuyucusuyum. Burada saymakla bitmez ancak Yorgo Seferis, Eugenio Montale, T.S. Eliot, Yannis Ritsos, Giuseppe Ungaretti, Odisseas Elitis, Edip Cansever, Angelos Sikelianos, Federico Garcia Lorca, Turgut Uyar, Cesare Pavese, Antonio Machado, İlhan Berk, Ted Hughes, Ezra Pound, Fernando Pessoa, Hilmi Yavuz, Osip Mandelştam, Sylvia Plath, e.e. Cummings, William Butler Yeats, Cevat Çapan, Pablo Neruda, Boris Pasternak, Robert Frost ve Sappho sürekli bir şekilde başucumda yer alan şairler; dönüp dolaşıp okuduklarım. Elbette güncel Türk şiirini de iyi takip ediyorum. Şiir okurken biraz bencilim sanırım; beni olduğum yerden çıkmadan bir yere götüren şairleri okumayı seviyorum.

-Son olarak, hangi şairin hangi şiirini hangi şarkıyla yan yana getirsek "işte şimdi o eksik şey' dediğimiz duygu tamamlanmış olur sizin için?

Böyle fetişlerim var benim. Bazı şiirleri bazı bestecilerle okumayı çok seviyorum. Mesela Ritsos ve Seferis okurken Eleni Karaindrou ya da Manos Hadjidakis dinlerim. Ya da Rimbaud veya Baudelarie okuyacaksam mesela Chanson dinlerim. Burada önemli olan, senin deyişinle "işte şimdi o eksik şey tamamlandı" ifadesindeki eksiğin ne olduğu. Ben Herkes Ayrıldı Kendinden'de bu söylediğinin bir adım daha ilerisine giderek "kendi" bestecilerimden "kendi" eserlerimi seçip sadece onları dinleyerek yazdım. Şiirlerin başlığı bestecinin adı ve her şiirin adının altında dinlediğim eserin adı da yazıyor. Bir nevi kitabın "soundtrack"i diyebiliriz. Hâlâ da iddia ederim; kitap, o eserleri dinleyerek okunduğunda tam etkisine ulaşıyor.

- Bir başka şairin de dediği gibi "bu dünyada son insan kalana kadar şiir hep var olacaktır." O son insan sizin şiirlerinizi de okumuş insan olsun dilerim. Sorularımı yanıtladığınız için de teşekkür ederim.

Ben çok teşekkür ederim.

Yazarın Diğer Yazıları

Bazı şairler, kitaplara girmemiş şiirler gibisiniz: Sami Bey, şimdi nerelerdesiniz?

Herkes kendi derinliğini kendi doldurur, kendiyle doldurur tabii ama Sami Baydar'ın çocukluğu da ilk gençliği de ve son günleri de yoksullukla doludur. Onun derinliğini yaratan da dolduran da bizim bilmediğimiz, bildiklerimizin yetersiz kalacağı derece ciddi bir yoksulluk ve onun getirdiği bir yalnızlıkla doludur. Hakkında yazılmış hiçbir makalede buna değinilmemiştir

Bir tahlil değil, bir hatıra: Ne güzel şarkıdır Destina

Kelimelerin de elbette bir ruhu var, dizelerin içinden bazen fışkıran bu sesler gaipten gelen sesler değiller. Yaşamışız, insanız ve o sesleri yaşatan geçmişe dayanır insanlığımız. Burası, yaza okuya sonunda insanın varacağı yer. Aşk acısı gibi değildir, o da deler ama geçer gider. Retoriğe sığmayan dünya sancısının bir formudur şiir

Yorgun genç şairler, üzülmeyin: "Elimize değen ölür"

Hiçbir şeyi, şiirin teknik hiçbir dayanağının olmadığını, içimize yerleşmiş bir konuşma ihtiyacının ürünü olduğunu öğrendiğim kadar hızlı öğrenmedim