13 Eylül 2020

Gürültüyü seviyorum: Jaklin Çelik, Sarhoşların Perşembesi

Sarhoşların Perşembesi gürültünün içinde birbirine karışan her şeyi ayrı ayrı tercüme ediyor okuruna. O gürültünün içinden sesler, yüzler, hayatlar çıkarıyor dışarıya

Çoğu zaman içeriden gelmek gerek, dışarıdan içeriye bakıp bir şey söylerken daha adaletli olabilmek için. İnsanın insana merhamet duyma duygusunu zalim olmak tercihinden daha uzağa götürebilmek için. Bir yazar ilk kitabında üzerine eğildiği meseleyi üzerinden yıllar geçmesine rağmen bir başka kitabında bireyselden toplumsala geçiş gönyesini daha da genişleterek değerlendiriyorsa, orada bitmeyen önemli bir meselesi, kapanmayan bir yarası var demektir. Her yazar meselesini, derdini toplumun bir parçası olarak bir başına, toplumsal olan her şeyin faydasını ya da yan etkilerini olumlu ve olumsuz açılardan gören bir birey olarak da dile getirir. Jaklin Çelik, 1997 yılında Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri Yarışması'nda öykü dalında 'dikkate değer' bulunmuştu. Dikkate değer bulunan her yazar aslında 'dikkat' denen şeyi delip geçmeyi başarmış olan yazardır. İlk öykü kitabı Kum Saatinde Kumkapı ile içinde olduğu dışarıdaki dünyanın sesini taşımıştı okuruna; kendi duyduğu, gördüğü, hissettiği biçimde. Her yazanın yapması gerektiği gibi aslında... İşte 'dikkat' denen şeyi delip geçen de sadece bu. Bir kitabı edinirken okurun sadece kapağına ve arkasındaki kısa metne bakarak aldığı kitaplardan beklentisi elbette ki tatlı yalanlardan ibaret bir masal. Jaklin Çelik de dili ve meselelerini ustaca ironilerle harmanladığı için biraz masalcıdır; ama karakterleriyle ve onların hayatlarıyla acı ve gerçekçidir de. Hegel'in soyut yaklaşımıyla Schopenhauer'in somut yaklaşımcılığının harmanlayıcısı gibidir. Bir konuda ironinin dozunu belirlemede kara mizah büyük ve etkili bir eylemdir. Doğrusu bu öyle akıllıca da bir şeydir ki; psikolojik açıdan okuru, politik ve yasal açıdan da yazarı korur. Okurun istediğini bu biçimde okura verebilmek de ayrıca bir ustalıktır. İnsanların bir arada yaşadığı alanları çepeçevre saran esasında ortak amaçlara yönelmiş, birbirlerine bağımlı insan ilişkileri sistemi olması gerekirken, bu modern örgüt teorisi bugün artık tanımıyla da pratiğiyle de bildiğimizin çok dışında. Zaten modern teoride de tam anlamıyla bir bütünlük söz konusu değildir. Fakat şu önemli: bilerek ya da bilmeden yazarın yazarken sistem yaklaşımsal bir yol izlediği gerçeği. Sistem yaklaşımının sadece biyoloji, fizik, matematik ve fizyolojiyi geliştirildiği konusuna bir itiraz olarak söylüyorum bunu, sosyal grupların analizinde de büyük öneme sahiptir. Çelik'in ilk öykü kitabı Kum Saatinde Kumkapı da, son romanı Sarhoşların Perşembesi de sistem yaklaşımıyla yazarın sisteme yaklaşımsal bakış açısıyla bir arada kavranabilecek kitaplardır. 'Zaman' ve 'değişim' üzerine bir açıdan bakıldığında zamanın eritip asimilasyonla kaybettiği-değiştirdiği kimlikleri ve değişimin ortaya çıkardığı yeni düzen ve düzen anlayışlarını kavramada, anlamada pek az rastladığımız bir üslup ve edebiyat anlayışıyla karşılaşıyoruz.

Kötü bir politika olarak hükmetmenin ve insanı uzun vadede rehin almanın bir yolu olarak düzen, iç içe geçmiş yeni yapılar şeklinde durmaksızın el ve dil değiştiren yeni iktidar alanlarının çevreden insana, geçmişten geleceğe tabiat ve insanın üstündeki kalıcı hasar tespitini yapıyor Sarhoşların Perşembesi. Şimdiye kadar ki bütün metinlerinde, söylem ve kitaplarındaki sarsıcı ve özgün tarzını olabildiğince keskinleştirdiği bu romanıyla evlerin içine kadar giren şiddeti, iktidarları, ötekileştirmenin her şeyi ve bizi nasıl bozduğunu, susturduğunu, tükettiğini anlatıyor. İnsanın yaşadığı yere benzediği tezi üzerinden bir yorumlama ve sorgulama öte yandan. Dünyanın küçük bir köy olduğu gerçeğini bir yerleşim alanı olarak 'semt' kavramı üzerinden ifade ederek evrensel boyutta bir düzenin kimi zümreler için çok dar bir alan olmakla beraber yayılmacı politikalarının da kilit kavramı olduğunu gösteriyor. Çelik'in yazanlar arasında anlatmayı sürdürmekten vazgeçmediği kimlik, ötekilik, düzen ve iktidar alanlarının eleştirisi ve en önemlisi göç kavramı üzerinden insanın uğradığı istismarın pek çok açıdan çekilmiş fotoğraflarını da gösteriyor Sarhoşların Perşembesi. Yazan birinin toplumun hafızası olduğunu da görüyoruz böylece. Değişimin aslında ne olduğu ve ne olmaması gerektiği üzerine fikirler de sunuyor okuruna. Bir mahalleye bir alışveriş merkezinin devlet gibi gelip yerleşmesine itirazlarla vücut buluyor her kelimesiyle hiç duymadığımız bir biçimde cümleler oluştururken. İnsan gibi bir varlığın kendine has dilini, yaşam biçimini, yüzündeki tebessümü bile elinden alanların, insanların yaşama alanlarını da ellerinden aldığının altını çiziyor çoğu yerde. Her şeyin bir şekilde değiştiğini, değiştirildiğini söylerken, değişmeyen tek şeyin artık 'değişim' de olmadığını değiştiğini sandığımız şeyler üzerinden söylüyor. Bir sanrılar kitabı demek ne kadar doğru bilemiyorum, fakat hedef olanın da, hedefine varanın da, insanı ya da bir nesneyi hedef alanın da arafta kaldığını söylüyor Sarhoşların Perşembesi. Çünkü değişim denen şey bile hızıyla amacı doğrultusunda değişiyor. Ve bu süreç içinde aslında amaç edinilen şeyler de değişiyor. Değişmeyen tek şey bütün insanlığı kör bir uçuruma sürükleyen 'çatışma' oluyor. Artık günün getirdiği rekabet mi, rant mı bilinmez; aynı safta yer alanlar arasında bile olup bitenin sadece bir çatışma olduğu gerçeğini ince, derin ve gören bir gözün söyleme biçimiyle söylüyor.

Birey olarak kalabalığın uğultusunda duyduğumuz tek ses kendi sesimizdir sanırız. İç konuşmalar, gözlemler… Gürültünün içindeki seslerden bir ses sadece, bütün o kalabalık caddelerin, kaosun, insanların ve rekabetin ve rantın gerçekte ne olduğuna dair bir sonuç cümlesi fısıldıyor bize. Sistemin sadece kadın, erkek üzerine değil, tabiat üzerinde de bir şiddet geliştirici olarak değişimin bıraktığı izleri okuma fırsatı veriyor. Bir duvarın arkasında durup öyle beklemek kadar bir duvarın arkasında olup bitenleri de anlamamız gerektiğini. Sarhoşların Perşembesi gürültünün içinde birbirine karışan her şeyi ayrı ayrı tercüme ediyor okuruna. O gürültünün içinden sesler, yüzler, hayatlar çıkarıyor dışarıya. Sarhoşların Perşembesi, olayları ve bu olayların meydana geldiği alanları birbirleriyle ilişkili olarak ele alıyor. Parçalar, amaçlar ve süreçleri bir araya getirerek edebi bir yaşam arzusuyla bir araya getirmiş bir kitap olarak da ayrıca önemlidir.

Yazarın Diğer Yazıları

Tarihi “yürümek” ve “savunma” ile ele alan ‘Karşı Roman’ın yazarı Ali Ayçil: İnsan güvenilmez bir varlıktır ve her organizasyon bir iktidardır

“Durduğunuz yerin başkalarının durduğu yerden daha kıymetli olduğunu gösteren bir ölçü mü var elinizde? Biri size nişan alarak bu ya da karşı taraftan bahsettiğinde cehaletin şiddetiyle yüzleşiyorsunuz. Cevap vermek bile yorucu”

Halk edebiyatı, halkın edebiyatı: Veysel’i dinliyorum, gözlerim kapalı

Veysel’i okuduktan sonra öğrenmiştim kör olduğunu. O söyledikçe sesinin tutulmuş kayıtlardan yazıya aktığını… Allah Veysel’in iki gözünü birden almış, ama yerine de görünün en hakikisini bırakmıştı. Masal gibi, masaldan gerçek!

Nazan Bekiroğlu: Yalnız olmadığımı, benim gibi hisseden insanların var olduğunu bilmek güzel ama çok kırgın, yorgunum

"Onaylayıcıların, sessiz kalmanın konforuna sığınanların çokluğundandır, tufan beklemiyorum. İnsanın evrenin efendisi olması meselesi bence, çok ağır bir dezenformasyona maruz bırakılarak tefsir edilmiş asırlar boyunca"

"
"