10 Nisan 2022

Ebedi yalnızlık gelir, sırtını sırtımıza yaslar: Tükeniş Orkestrası

Hasan Temiz adıyla, soyadıyla müsemma bir genç şair, çağın şarkısını içine almış "Tükeniş Orkestrası"yla tükenmesini istemediğimiz seslerden şiirler yazmıştır. Şair, bu ilk yalnızlığında nitelikli bir okurla karşılaşsın dilerim, son yalnızlığına kadar yürümek için onlarla

İyi şiirler yazmış bir şair iki büyük yalnızlık yaşar. Bunlardan biri öldüğü gün bir tahta kutuda uyanmasıdır, üstelik kimse bilmez, iner merhum omuz da verir kendi tabutuna. Yaşarken yanında olmayanlar arkasından methiyeler düzer. Öyle tabii ya, bu da bir çeşit hüner… Fırsat bu fırsat, yokluğunu sırtından bıçaklayanlar da olur. Bu işte öyle büyük bir yalnızlık… En çok da bu yüzden, Tanrım can versin! Çukuruna kadar yürüyecek insana... İkincisi hep ilk kitaptır. Herkes bilir bunu, ama görmezden gelir. İlk kitap da son yolculuk gibi tedirgin eder, çünkü şair uzun bir yola yine yalnız çıkar. Herkes omzunda bir el ister, sırtındaki yüke süs… Kona kona omzuna şairin bir güvercin konar, gerisi iyi şiir hakkında bilip bilmeden konuşanların argümanlarıdır. Bazen üzer. Bu metin bunun içindi yazıldı. Şair ilk yalnızlığını biraz kalabalık yaşasın istedim. Bu ebedi yalnızlık gibi bir şeydir, şair yalnız değil. Sırtını sırtıma yaslasın, iyi şiirler yazdığı için yalnız olmadığını bilsin istedim. Hasan Temiz, bir köy öğretmeni, şair. Bu iki yalnızlıktan birini tattı bugün. İlk şiir kitabı yayımladı. "Tükeniş Orkestrası" şairin ilk şiir kitabı, denebilir ki, kabuğunu attı ilk yarası.

tanrım bir kabuk yarayı ıskalayabilir
ıskalandıkça boy veren yara olabilir insan.

Bu iki dize şairin "hâl beyanı" adlı şiirini bitirirken kayda aldığı son iki dize. "İnsan bu kadar değildir de ne kadardır?" dedirtsin okuyan herkese. Sözün tartısında sayılardan daha ilerisi söylenmişleri duyuş biçimimizdir elbette. Gözlerimizle görmez, kulaklarımızla duymayız çünkü bazen. Dünyayı algılamaya çalışırken kalbi ve beyni yerine hesap makinesi kullananlar hariç tabii ki... Kalbin iki odacığı arasında bir perdenin üfürümle delinmesi yavaş yavaş derken sonra birden aort damarın yırtılması gibi bir şeyden söz ediyorum. Şiirden. Bazen yakıcı bir serinliğin alnını orta yerinden çatlaması insanın, bazen de iman tahtasından aşağıya dökülmesi gibi zehir kadar keskin kaynar suyun. İki dizenin söylediğini hayatı boyunca söyleyememiş insanlar tanıdım. "Usulca" ya da "birden" şiir gibi yani… Ah bir de söylense, yaraya merhem! Şiir bu yüzden de önemli, dosdoğru söylenemeyenleri, söylemek için de tercih edilirse, söylemenin en güzel yolu. "savaş halleri" şiirinde diyor ki:

işte, çektim pimini aklımın
kendi savaşımın düşmanlarını yarattım
süslendim, hazırım kazdığım sipere
sözcüklerini kuyuda eskitmiş bir kadın
boynundan başladı dökülmeye
az ötede çarpışan kelimeler
hücum ve marş, hücum ve bomba
bu kadar kelimeyi nereye gömeceğiz?

Sahi, yazmayacağız, söylemeyeceğiz de, "bu kadar kelimeyi nereye gömeceğiz?" Bu, daha nasıl anlatılır bilemiyorum. Belki de şöyle: Şiir metne düşünceye kadar biz onu zamanın en yavaş olduğu, bir ip üzerindeki boğumlardan çözer de getiririz. Bu boğumlar birer itiraf, ah ki, hiç söylenmemiş-söylenememiş sözlerdir de biraz. Bazıları o buğuma kapılır kalır. Çıplak ellerle yüksek gerilim hatlarına dokunup birden kapılmış gibi o çarpılmaya. İnsanı kurutur da fırlatır. Bu yüzden ölen şairler vardır. Bir ilmek çözeyim derken, ipi boynuna geçirmiştir. Ancak bilmeyiz pek, bunun çoğu zaman böyle olduğunu; herkes aynı duyguyu farklı biçimlerde tanımladığı için herhalde. Şiir, rasyonel bir biçimde kabullenilmediği, açıkçası para etmediği için belki de. Ya da şiiri kamu malı gibi yağmalarken şairi tanıma fırsatını hiç tanımadıkları için kendilerine. Keşke mümkün olsa her ilk kitap için bir ilk sözüm olsa, iyi şiirler yazmış genç şairler için elbette. Ama öyle ya, bir tek kişi değil, ayrı ayrı milyarlarca insanız. Yetişemediğimiz de oluyor, üzülüyoruz. Herkesin kendi göğüs kafesinde, kendi duyuş biçimiyle yarattığı bir dünyanın yakıt deposu gibi çalışan bir kalbi vardır. İnsan susunca da konuşan bir kalp taşır. Hakkında yazamadığımız kitaplar bu konuşmanın konusu olmuştur çoğu zaman. Göğsüne içeriden yumruklar yediğini söyleyenler aslında bir biçimde bunu söyler. Kalbinin attığını. Fakat hızla paslanmış bir şeyin altında yekpare bir sır da taşıdığını. Çünkü her şey biter, ama şiir bitimsiz bir şeydir, her zaman da öyle kalır. Bir kitaba hapsolup kaldığında bile. Şiir diğer bütün türlerden daha farklı gelir bana bu yüzden; okurla temas ettiğinde hemen şahsileşen, okuyanın kendisine has bir biçimde kavradığı, anlamlandırabildiği bir şey olarak. Sanki şairin değil, hatta şairden kopmuş bir şeye bile dönüşebilir. Bu otobiyografik bir şiir olsa bile. Bir araya gelince anlamlı bir cümle olup da ayağa kalkan dize, dünyanın en güzel sesini çıkaran bir enstrüman gibi bir şey olduğunda, şiir oluyor işte. "Sorunsallıkta Yaşamak" adlı kitabında Jan Patočka, "Derinlikte yaşayanlar da cennetleri ararlar, ama onların cennetleri, gözlerini kapatanların ve görmezden gelenlerin değil, gözleri açık olanların cennetidir" derken, benim şiir hakkında söylemem gereken şeyleri söylemiştir. Şiir denen türden çok daha bağımsız bir şey söylerken bile bu konuda benimle hemfikir olmasını isterdim doğrusu. Çünkü şiir de bir bakıma böyle bir şeydir. "Gözleri açık olanların cennetidir."

Şiirin ne olduğu konusunda bir şüphem yok bu yüzden, onu ifade etmek gerekirse her tülü ifade edebilirim. Bunun için şiir yazmam da gerekmiyor. İyi şiir, iyi şiirin niteliğini, gereklerini kendi kendine de ortaya koyabilir. Ama şairin kim olduğu konusu da en az iyi şiirin ne olduğu kadar netlik içermelidir. Çünkü yüzüne bakınca yüzüne baktığımız insanı göremiyoruz çoğunlukla. "İyi şiir, iyi şair" deyince, "iyi insan mıdır" sorusu da geliyor insanın aklına. İyi şiire, iyi şaire ihtiyacımız olduğu kadar iyi insana da ihtiyacımız var çünkü edebiyat ortamında.

Çok az genç şair hakkında kendilerinden emin sözler etmişimdir. Vasiyet gibi ya da nasihat gibi değil, ama bu metin küçük ikazlar da içeren bir imrenişin ortaya çıkardığı bir metindir. Hasan Temiz tanıdığım biri değil, ama insan tahayyül de edebilir, bu tahayyülün sonunda yanılmak bir ihtimal olsa bile. Bu metin iyi bir şiir, iyi bir şair üzerine yazılırken şairinin iyi bir insan olarak varlığını varoluşun kalbine saplamasını uman da bir metin. Bir şair hakkında bir metin yazarken, o ve şiiri hakkında elbette, insan tedirgin oluyor yarın adını kötü bir meselenin merkezine düşmüş işitmekten. Bu yüzden bir şair hakkında böyle iddialı sözler edilmez elbette, ama eminim ki şair suyu bulanmadan, ona atılacak taşlara rağmen, berrak akacak bir ırmak gibi yürüyüp gidecek yolunu. Bu da elbette bir karar, kimse şairi ikna etmek için çabalamayacak buna. "geç kalınmış bir klavsen" şiirindeki, "eve dönmekle sokak arasındaki karar" gibi şairin kendini var ederken vereceği kararlardan ibaret olacak, yazın hayatı da şiiri de.

beni bekliyor eve dönmekle sokak arasındaki karar
beni, gövdemin ağır sularıyla karşılıyor o buruşuk lehçesi akşamın
tenhaya ulanan ses, o yok kimselik, çekildim uykularımdan da 
durmadan uzadım şuradan dünyaya kadar

Pek çok genç şairin "yeni şiirler"i neredeyse akranları olmama rağmen beni o eski şiirin sesiyle kendilerine çekememişlerdir. Sesi yakaladıklarında, o eski şiiri sadece inkâr ettikleri için değil, o derin temelleri su içinde bırakacak ve boğacak söylemlerde bulunmaları, "bir oyuk açmak" niyetiyle girişimlerde bulundukları için biraz da. Onu sürdürmek, geliştirmek için değil, onu yıkmak için yani. Bu şey gibi, soyunu inkâr etmek, belki de daha kötüsü doğrudan kendi soyuna karşı bir soykırıma teşebbüs etmek gibi bir şey. Oysa şair elbette ne kadar inkâr etse de eski şiirden beslenir ve o köklerden dallara yürüyen su ile filizlenir. "Tükeniş Orkestrası"nın kapağını açar açmaz şunu göreceksiniz ki, sizi karşılayan Karacaoğlan olacak. İki satırdan ibaret bir epigrafya ile de olsa. Sonra sanki bir yolda karşılaşır gibi Mehmet Taner’le, Edip Cansever’le birer satır karşılaşacaksınız. Eski şiiri içinde taşımak onu taklit etmek demek değil, onu anımsatmak da demek ona içinde yer vererek.  Eski şiir sadece Divan şiiri değildir, -o eski şiirden çok daha eski bir dil deneyim şiiridir- kökleşmiş her dönemin şiiri eski bir şiirdir. Şiir köklendiği zaman, ama gömüldüğü yerden bile sesini ileriye iletebilen bir şiir olduğunda eski bir şiirdir. Yunus Emre de Karacaoğlan da aynı dili başka biçimlerde kullanmıştır çünkü. Durup dinleyince o atan nabız, aynı damarlardan çağlayarak geçen aynı kanın gürüldemesinden başka bir şey değildir. Antika bir saat, iki ayrı karayı birbirine bağlayan çok eski yapı bir köprü gibi. İyi şair de böyle köklenmeli. İyi bir şiir yazdığını dile getirmek için çirkin sözler sarf ederek ortamlarda palazlanma fırsatı aramayan, şiirini göstermek için çamura yatmayan, kendinden öncekileri ya da akranlarını karalayamayan, aşağılamayan bir şairin şiiri olmalı "iyi şiir" dediğimiz şiirleri yazan şairler. Edebiyat tarihi çok iyi şiirler yazmış karaktersiz şairlerle de doludur. Bazı şairlerin adını anmaya utandığımızda çok iyi şiirleri tarihin karanlık tarafında bırakıyor çünkü insanı. Ahlaklı olmaktan söz etmiyorum, toplum içinde insanın "kendi olması" durumundan söz ediyorum. Şairin yazdığı şiire yakışır biri olması durumundan. Şiir teknik bazı bilgilere sahip olmakla beraber onu yazmış şairin de karakterini içerir. Şiiri şairine benzeyen şairler ve şiirler gibi. Sezai Karakoç ve şiiri, Birhan Keskin ve şiiri, Cahit Zarifoğlu ve şiiri, Ahmet Muhip Dıranas ve şiiri, Küçük İskender ve şiiri gibi. İyi bir şiir okurken iyi bir şair tanır insan. Ben doğrusu iyi bir insanla da tanışmış olmak isterim bu yüzden. O çok bildiğimiz deyim geliyor aklıma, ne demişler hani, "kır atın yanında duran ya huyundan ya suyundan…"

Bir şair hakkında yazdığım zaman onun şiirlerinden daha zayıf, ama şiiri üzerine yazılmış en iyi metni yazmak isterim hep. Onun şiirinin önüne bir başka şiir, metninin önüne bir başka metin bırakmayacak, onu gölgede bir karanlığa itmeyecek biçimde. Şiir üzerine yazılacak o metnin bir sav, bir tez, bir iddia içermesine gerek yok. Üzerine yazılmış şiirin ne kadar iyi bir şiir olduğu konusu onu ruhuyla kavrayabileceklerin anlayabileceği ifadeler içermesiyle geçerli hale gelir zaten. İnsanın ruhuyla ilgili şeylerin çoğu zaman bunlarla zaten pek bir ilgisi de yok. Bu bir metinle, şiirle aranızdaki kavrayışla ilgili… Şiir ruhun kavrayışıyı kadar kavranma biçimiyle de ilgilidir. Dil gibi doğal bir gereçle özgün bir şey yaratabilmek, hiçbir şeyden –hissedilen ama görünmeyen duyuların bir sonucu- bile bir şey üretebilmek, yokluğu var eden anlamın içini genişletmek de elbette bir yaratma biçimidir. Çoğu zaman yazanın değil belki ama okurun şiirle ilgili teknik bilgilere zaten ihtiyacı yoktur. Okur ruhunun huzuru için iyi bir şiir okur, o da iyi bir şair kadar iyi bir insanın da ortaya koyduğu bir şey olmalıdır. İyi bir şiir için dil üzerine kâfi derecede çalışmak yeterlidir. Bozulursa cümlenin yapısı, zor değil düzelir. Ama demiş ya biri, "bozulduğu zaman insandan daha korkunç bir yaratık yoktur." Hasan Temiz adıyla, soyadıyla müsemma bir genç şair, çağın şarkısını içine almış "Tükeniş Orkestrası"yla tükenmesini istemediğimiz seslerden şiirler yazmıştır. Şair, bu ilk yalnızlığında nitelikli bir okurla karşılaşsın dilerim, son yalnızlığına kadar yürümek için onlarla.

Yazarın Diğer Yazıları

Halk edebiyatı, halkın edebiyatı: Veysel’i dinliyorum, gözlerim kapalı

Veysel’i okuduktan sonra öğrenmiştim kör olduğunu. O söyledikçe sesinin tutulmuş kayıtlardan yazıya aktığını… Allah Veysel’in iki gözünü birden almış, ama yerine de görünün en hakikisini bırakmıştı. Masal gibi, masaldan gerçek!

Nazan Bekiroğlu: Yalnız olmadığımı, benim gibi hisseden insanların var olduğunu bilmek güzel ama çok kırgın, yorgunum

"Onaylayıcıların, sessiz kalmanın konforuna sığınanların çokluğundandır, tufan beklemiyorum. İnsanın evrenin efendisi olması meselesi bence, çok ağır bir dezenformasyona maruz bırakılarak tefsir edilmiş asırlar boyunca"

Dönekler, aydınlar, iktidarlar: Aklında tut bunları, unutma, sakın unutma, hatırla!

Sevginin fedakârlığa dayandığı dayanakların ortadan kalktığı, insaniyetli olmanın artık ayıplandığı, el etek öpmeyince, insan eleyen elekler tutmayınca, adaletli olan elin ayağın artık hiçbir işe yanaştırılmadığı dalalet çağına geldik, battık ve kaldık

"
"