Hayır atları değil adamları da vururlar belki başında belki sonunda
kaba bir şehvetle ya kurşunla olur yahut küfürle
geçerler üstünden daima evet daima haklı bir mazeretle sevişmenin mazereti vardır olduğu gibi ayrılmanın
acımanın kan dökmenin lâkin dalgalanmanın ve durulmanın denize iyi geldiğini kim söyleyebilir dahası kim kime ne söyleyebilir
hangi söz kimin elinden tutar ve kimi sözün söz olduğuna ikna edebilir.
Şiir nedir? Nasıl yazılır? Söyleyemem. Bilmiyorum çünkü. Ama Şair kimdir, kime denir? Bu konuda birkaç söz edebilirim. Şair kişi karanlık bir dehliz gibi yerden göğe bakan bir gözdür; az konuşur, öz konuşur. Bütün dünyasını dil ile dil üzerine kurar. Dil ile bir devir açıp kapatır. Çünkü gerçek bir şair canlı ve iç bulandırmaz bir sözlük niteliğini taşır. Aklını, gözleri ve kulaklarıyla geliştirir. Başkalarıyla değil, kendi bilme arzusuyla koşturur. Her şey hareket halindeyken o durur. Her şey durduğunduysa o hareket eder. Aklını ve kalbini harmanlayabilmiş kişi derinliğin ilmini tahsil etmiş kişidir. Her şair için söz konusu olamaz bu elbette. Şiir yazan herkes şair değildir. Çünkü kulağa hoş gelen her metin şiir değildir. Şiiri, metinsel özerkliği dışına çıkaran aforizmaların edebiyatla bir ilgisi yoktur. Bu bir aforoz etme değil elbette, fakat hakiki bir şiiri metne almak onu ezbere almaktan çok daha zor iştir. İşte bu derinlik gerektirir. Fakat derinlik de entelektüel olmakla aynı şey değildir. Entelektüel kişi bilen, şairse bildiğini hisseden, hissettirebilen kişidir. Entelektüel olmanın da bir derinliği vardır elbette, bu Edgar Allan Poe’nun şu satırlarıyla açıklanabilir: Yersiz bir derinlik düşünceyi karıştırır, zayıflatır; bir noktaya toplanmış, devamlı, dümdüz bir dikkatle bakarsanız, çobanyıldızı bile gökyüzünden silinip yok olabilir. Çünkü derinlik, dil ve imgeye gerektiğinde beynin kalbe komut verebilmesi gibi bir hâkimiyet ister.
Şair, dilin sınırlarını ona ait olanaklarla geliştirirken sıradan kelimelere sıra dışı anlamlar ve çağrışım zenginlikleri katarak karşılıksız uğraş veren dil işçisidir. Gelenekten geleceğe dilin sonsuz süregelen inşasında gerçek bir şairin sahip olabileceği bütün unvanlardan da üstün bir tek unvanı vardır, ‘düşünür’. Çünkü gerçek dil ancak düşünen bireyler arasında kavramları işlevsel hale getirebilir. Bir nesnenin ya da bir varlığın zihindeki sunumu, zihnin bir nesne ya da durumla ilgili sahip olduğu fikirleri, bir varlık olarak insanın diğer insanların zihnindeki temeller bilgisini yalnızca kavramlar duyularla anlığın belirleyiciliğini sağlayan erekler oluşturur. Bu işlemciyi harekete geçiren derinlik algısıdır. Ve bu derinlik algısı dil felsefesinde asıl temeldir. Ve derinlik, güzel olanın bilimine vakıf olmak kadar kendine has bir ilimle gerçekleştirilebilir.
Mehmet Can Doğan, derinliği algılamada ve ifade edebilmede gözlerinin bilinç düzeyini yüksek tutabilmiş nadir şairlerden biridir. Geçtiğimiz aylarda yayınlanan Başka Türlü de Olur adlı toplu şiirleri şairin son otuz yıl boyunca şiiri ve şiire yaklaşımının bir yansıması olmakla beraber şiirin bu süre boyunca deneyimlerle ve dilin gelişimiyle süren yolculuğunun da özetidir. Mene Tekel Feres, Törenler ve Komplolar, Şaman, Boyunca, Attar, Üvey İkiz, Cemakân adlı şiir kitaplarını içine alan Başka Türlü de Olur genç şairler için ciddi bir kılavuz aynı zamanda. Böylesi birikimli ve derinlikli bir şair en yetkin öğreticidir. Öte yandan ciddi metinsel bir istismarın da söz konusu olduğu edebiyat alanında ölü şairler yalnız kötü taklitçilerin kaynağı olmuşlardır. Oysaki taklit etmek için de öğrenmek gerek. Taklit etmeyi dahi beceremeyenlerin hemen açığa düştüklerini söylemem gerek. Etiği, mantığı, felsefeyi, matematiği, kendi fizik ve ahlak anlayışını kendi dil bilim örgüsüyle şiirlerine yansıtan Mehmet Can Doğan’ın ileride ve şimdi olduğu gibi pek kolay taklit edilemeyecek bir şair olduğunu da buna hazırlanan genç şairlere bildirmek isterim. Çünkü zaman zaman karanlık şiirler yazmakla itham edilen Doğan, aksine kesin bir içedönüklülükle belirgin dış dünyadan kopma durumundan çok uzakta bir şair. Dünya ile daimi bir bağlantıda olan şair taklit edilemez.
Mehmet Can Doğan, edebiyat da dâhil pek çok alanda fuzuli olanın hayati olanın yerini aldığı bu son yıllarda bir edebiyat kazıcısı olarak edebiyatın geleceği için hayati olanın mücadelesini dil ile veren bir akademisyen aynı zamanda. Kimsenin kimseye kendinden bir şey vermediği, öğretmekten imtina edercesine geride durduğu bu zamanlarda bir insan türü olarak okuyan ve yazan biri olarak edebiyata ve gerçek okura yürekten bir bağışlayıcı gibi şiirin dışında türlerde de gerçek ve doğru kitaplar vermiştir. Melih Cevdet Anday’ın Romacılığı adlı çalışması da bunun en güzel ve tok örneğidir. Popüler edebiyatın maddi ve manevi kale alınır hiçbir şeyle karşılık vermemesine rağmen pek çok şair biraz da görünür olmanın hevesiyle öykü ve romancılığa soyunurken, Mehmet Can Doğan bir şairin asıl yapması gereken şeyi yapmaktan hiç çekinmedi.
İyi bir şairin kendini kendi şiiri kadar başka şairlerin şiirleri üzerinde de ispatlaması gerekliliğine inanlardanım. Şairlerin birbirlerini okumadıkları gibi sevmediği gerçeğini de göz önüne alınca elbette pek de şaşılacak bir manzara ile karşılaşmıyoruz. Pek çok şairin, ne okuyan ne de yazan biri olarak, kendi şiiri de dâhil dil ile ilgili bir tezleri ve elbette poetik yazılara eğilimleri de yok. Doğan’ın Çağdaş Türk Edebiyatı’nın yeni ya da eski ayrımına düşmeksizin kendi şiirinden çok daha fazla tarihsel sürecini destekleyen, bunun üzerine araştırmalar yapan, poetik metinler yazan sayılı şairlerden biri olduğunun altını çizmekte büyük fayda var. Beş Şair Beş Poetika adlı incelemesi ödüllü bir inceleme olmanın yanında, poetik çalışmalarının da başında gelir. Edebiyatı bir koluyla tarihsel açıdan varlık ya da genişleyen bir bilgi sahası haline getiren de bu tür şairlerdir. Ne de olsa Edebiyat Tarihi kendi kendine yazılmıyor. Edebiyat ve tarihsel süreç elbette pek çok şaire ve yazara biraz zalimce davranıyor. Mehmet Can Doğan bu zalimliği şairlerin kitaplarının dışında kalan şiirlerini derleyerek, sadece dergilerde kalmış şiirlerini ve hiçbir yerde yayınlanmamış metinlerini de muhafaza ederek tarihin ve edebiyatın merhametli eli gibi davranıyor.
A’dan Z’ye Asaf Hâlet Çelebi adlı kitabı başta olmak üzere, Edip Cansever’in “kitaplarına giremeyen şiirler”ini Öncesi de Kalır, Turgut Uyar’ın “kitaplarına girmemiş şiirler”ini Yitiksiz, Oktay Rifat’ın “dışarıda kalan şiirler”ini Bu Dünya Herkese Güzel adıyla ve sırasıyla Yapı Kredi Yayınları adı altında okurla buluşturmuştur. Cemal Nadir’in portre çizgi ve yazılarını Fotoğraf Tahlilleri, 1930’ların sonlarındaki Şiir ölüyor mu? sorulu anket ve yankılarını Şiir Ölüyor mu? adıyla toplamış ve Yedi Meş’ale’yi Latin alfabesiyle Küçük Prens’i Arap alfabesiyle yayına hazırlamıştır. Sadeddin Nüzhet Ergun’un Edebiyat ve Edebiyat Tarihi Özü’de yayına hazırladığı diğer bir kitaptır. Kendine ait zamanı şiirin kapsamına giren pek çok şeye ayıran şair, yaşayan ve çalışkan biri olarak aslında Edebiyat Tarihi’nde kendisine de ister istemez özel bir yer edindi. İlk makalesini Kültür Kavramı üzerine yazmış bir şairden de elbette böylesi işler beklenirdi. Şu rahatlıkla söylenebilir ki, kavramsal yaklaşımları bütün edebiyat çalışmalarının yanında şiirleri de çalkantılı ve buna rağmen etik olmanın ahlaki bütün boyutlarını taşıyor.
Türkiye’de ve dünyanın pek çok yerinde en köklü edebiyat geleneğine sahip milletlerde bile eleştiri alanında giderek büyüyen bir kırılma ve alçalma varken, eleştirel anlamda her geçen gün daha çok çalışma yapan ve bu çalışmaları, edebiyatın bilimsel yanı ve kullandığı kaynaklarla da destekleyebilen çok az sayıda akademisyen şairden biri Doğan.
Bizim akademisyen şairlerimizin çoğunun okuru da öğrencilerini de giderek daha fazla hayal kırıklığına uğrattıkları bir gerçek. Öyle ki, neredeyse okumadan onayladıkları lisans tezleriyle bile gündeme gelenler var. Bu açıdan edebiyatla ilgili birinin de elbette adil biri olması gerekliliği şart. Bu noktada Doğan’ın doğuştan bir şair kalbi taşıyor olduğu kadar dikkatli, titiz ve adil bir araştırmacı olduğu gerçeğinden de söz edilmeli. Şair Sözü, Şiir Arkeolojisi, Modern Türk Şiiri, Şiiraze, Güzel Sayfa gibi nev-i şahsına münhasır ve edebiyat tarihi alanına has kitaplarının içeriği ve bu içeriği okura aktarma biçimi de söz konusu kitapların bildiğimiz, rahatsız olduğumuz soğuk ve ezberci akademisyenlerden ne kadar farklı bir bakış açısı ve yaklaşımla kaleme alındığının göstergeleridir. Bunlar, inceleme ve eleştiri örneği olarak yorum ve çözümlemeyi kendi istediği biçimde değil, bunun aksine metinlerle doğru orantılı yapmanın ve metin dışında eleştirilerin pek de doğru davranışlar olmadığını da gösteren kitaplarıdır. Bir şairin önce sağduyulu olması gerektiğini ve sonra istese de istemese de bildiğini aktarma zorundalığı olduğunu gösteren bir şairdir Mehmet Can Doğan. Bugün araştırma, inceleme ve eleştiri kitapları da yazan biri olmanın yanında hep ve daima şair olarak kalacaktır. Bir tek dizesi için bile bugün masasına kalem bırakabileceğim üretken, bilen, bildiğinin farkında ve adil olmayı tek ölçüt sayan, felsefenin bağımsız alanında dilin, kurgunun, metinlerin, yazanların ve okurun hakkaniyetle kıymetini bilen nadir bir şair.
Bugün bu ülkede filizlenmenin neredeyse tükenmek üzere olduğu sanat ve bilim sahasında kaynağından fışkıran bir şair var ve bu şairin değerini bilmenin ileride ne kadar mühim bir mesele olduğunu hemen şimdi fark etmek zorundayız. Her toplum varlığını dile borçludur. Diğer türleri aşağıya çekmek değil bu, fakat şiir her türün başlatıcısı ve sürdürücüsü olarak varlığını bir şaire borçludur. Başlangıçta da söylediğim gibi elbette her metin şiir ve her şiir yazan şair değildir. Şair, dilin bilincini yaşatan ve taşıyan kişidir. Böyle bir şairin masasına kalem bırakmak bir gelenek olmalı. Çünkü dili ve şairi ölümsüz yapan gelenektir. Geleneği bilen derinliğin ilmini bilir. Derinliğin ilmini bilen bir şairle ne kadar gelişirse gelişsin teknoloji bile baş edemeyebilir. Çünkü teknoloji; dili, dolayısıyla zihni çeviren, eğen, büken şairin elindedir. Mehmet Can Doğan, bu teknolojiyi bilen ve geliştiren bir şairdir.