"Bu yazıların bir mazereti varsa, o da 'baş'ın ancak 'omuzlar' üzerinde durabileceğine olan inancımdır."
İsmet Özel
Bir şair hakkında bir metin yazarken, -bu sır değil- ürperirim. Şiiri hakkında söylediklerimde yanılmam, şiirin ne olup ne olmayacağını biliyorum, ama şairin insan olduğu konusunda ve insanın hatalar yapabileceği konusunda gün gelir hepimiz yanılabiliriz. Bir şair hakkında yazarken bu benim tek tesellimdir. Bu konularda çok büyük sözler etmem, damarlarında akan kanın sesini duymamışsam eğer. Yazdığı gibi yaşayanlar, konuşanlar şiirleri ve metinleri üzerine yazanları yanıltmazlar sadece. Yani öyle umarım. Ve diyelim ki, yanıldım! Şöyle derim o zaman, "Benim kitabımda küslük, fırlatıp atmak yoktur." Dönüp bakacağım tek şey bu hayatta -geriye bakmak gerektiğinde- bozulmuş olandır, düzelmiş mi diye. Çünkü insan dümdüz bir şey değildir. Hele şairler, dümdüz doğmadıkları için hataya meyillidirler. Hepimiz hatalar yaparız, bunu biz kendimiz de biliriz, başka kimseler fark etmese de olur. Herkesin bir şansı olmalı bu yüzden. Çünkü çok iyi bilirim, bizi sevindirenleri mahveden şeyin yine bizi sevindiren şiir olduğunu. Bir de bizi hiç yanıltmayanlar vardır. Kendi göğünün altında yeşermiş, başka bahçeleri taşlamaktan korkan şairler. "Nasılsın?" derken bile titrerler. İşte onlar bizi yanıltmayan, utandırmayanlar, bizi ayık tutan şairlerdir.
İyi şair kime denir? Bu konuda çok net sözler edemem belki, ama iyi şiir demini almış şiirdir. Demini almış şiir gibisi yoktur. Şiirini demlemeyi bilen şair gibisi de. Genç şairler pek böyle değildirler. Toprakta bir tohum gibi bulursunuz onları, ama yeşerirken çıldırırlar. Yeşili ben de severim, insanı çıldırtacak kadar yeşermekten ben de hep ürperirim. Bu insanı ürpertmeli zaten. Genç şairler sabırsızdır çünkü. Sabırsızlıkla bilenen insan hem kendini yaralar hem başkasını... Yolun yarısını sessizce çoktan aşmış bir şair ise, bir kayanın üstünde oturur ve hiç unutmaz, o kayanın altında acı acı mırıldandığını Tanrı'nın şarkısını ve Tanrı'nın da bunu duyduğunu. Şair zaten insana değil, "Tanrı" diye nitelediği o şeyle temas ettiğinde şiiri şiir gibi çıkıyor ortaya. İnsanla temas edenin infilak ettiğini bilen bir şair insanla temas etmediği, ama şiirini sanki insana söylüyormuş gibi yazdığı için de şairdir. Şair ozandır, şair âşıktır, şair belirsizliktir, şair bütün bunları içinde taşıdığı için şairdir. Şairler genç, yetişkin, ozan, âşık, deli diye kategorize edilebilir. Bu onların kişilikleriyle ilgilidir. Şiirleri bu kategoride şiirlere hapsedebilir şiirler değildir ama çoğu zaman. Ben şairlerle değil, metinleriyle temas ederim bu yüzden. Birine "kardeşim" dediğinizde ağabeylik-ablalık diye bir müesseseden dem vururlar. Kardeşlik böyle bir şey değil. Livaneli bir şarkısında şöyle der, "Kardeşin duymaz, eloğlu duyar." O aslında öyle değil, şöyle, "Kardeşin duymaz, eloğlu sağır." En çok da bu yüzden şairle değil, şairlerin şiirleriyle arkadaş olurum ben. "Şair" dediğimde, "şiir" diyorumdur aslında. Çünkü başka türlü dolduramıyor insan boşlukları doldurmak istediği şeylerle…
Betül Dünder hem iyi bir şair, hem iyi bir arkadaştır. Bir arkadaşı gibi değil –çünkü arkadaşı değilim zaten- bir okuru ve insanlarla arasındaki mesafeyi kırıp atamamış biri olarak söylüyorum bunları. Şairin okuruyla arkadaş olması, bir eliyle zehir, bir eliyle panzehir uzatmasıdır. Ben arkadaşlar edinemem, edinemem tabii amma, arkadaşlık bağını gönlünün sazıyla kuranlar iyi arkadaşlardır. "İyi arkadaş" basit bir cümle gibi durabilir. Bazen arkadaşlar anne baba gibidir. Ama herkesin, her şeyin boşluğunu ancak bir kitap doldurabilir. Bazen bazı basit cümleler içine bütün evreni alabilir. Berrak, usul usul… H/iç bulandırmaz. Sabırlı. Yaranın üzerinde kanayan yaratanın eli gibidir. Belki denize hiç varmaz, varmıyorsa boğulmasın diyedir nehir. Öylece başıboş akıp gidebilendir. Zaten iyi şiir, şairin içindeki iyilikten gelir. Her gece sizinle aynı eve girer, her sabah sizinle aynı evden çıkar. Bir şairin insanın yüreğini, aklını genişleten dizeleri olmasa, ne dünya sandığımız kadar büyük ne de şiir aslında çok sihirli bir şeydir. Denize kavuşmaz bir göl gibi durur uzakta, insan ancak bir damla suya bile yaklaştığında görebilir onun derinliğini. Bir damla suyun bile... Okurun da ona yaklaşırken ki tavrı derinliğe dâhil! Şairin kişiliği de elbette önemli bu noktada. Derinliği belirleyen şeylerden biri de budur çünkü. İsterse hayat vaat eder, isterse boğabilir. Bu okuyanın şiirden talep ettiği şeylerin de bir neticedir:
"söyle nehir duydun mu şarkıyı
duydu mu çalı çırpın, balığın yaprağın?
cevap vermiyorsan bana dallar insin göğsüne
kurusun yatağın senin, varama denizine
perim söylüyordu şarkısını
ben attım kendimi senin içine"
Şiir her zaman tok bir söz, masalarda patlayan deli bir yumruk değildir. İç dökmektir, özlenen eski bir mekteptir. Bir avluda bir ihtiyarın yüzünü rüzgârın tatlı tatlı eskitmesidir. En eski sevgilinin tutulmuş, bitmez yasıdır. Yüzeyde bir yetişkinin çıkmazı, çok diplerde küçücük bir çocuğun kocaman yalnızlığıdır. Durup dinlesen, sanki içinde ağlayan bir kimsesizin sesidir. İyi şair herkesle yüreğini konuşturabilen insandır. Issızın, tenhanın birden bire yeşerip insana hayat vermesi gibidir. İyi şiir bazen ipe götüren, bazen ipten adam alabilen şiirdir. Çatlamış bir duvardan fışkıran hayat dolu bir sarmaşıktır. Bazen sarmaşıklar da elini ayağını bağlar insanın, hasta bir telaş gelir boynuna dolaşır. Bazen iyi şiir deli kemanlar, kesik sazlar gibidir. Eli tellerine değince okurun sanki yüreği paramparça olur. Unutmanın Kısa Tarihi, kalabalık evlerden bir başına çıkanların oturup avlularda söylediği bir şarkı gibidir. Bazıları caz sever, bazıları türkü. Betül ne yapmış nasıl yapmış bilinmez, bu kitabı herkesin kendi sesiyle söyleyebileceği şekilde kaleme almış. Ben bazı dizelerde bir köy yolunda buldum kendimi. Sanki bulutlarında arkasında kalmış güneş, her yer hep kış. Sanki ıssız bir tepeden bir başıma baktım kalabalığın ayakları altında ezilen bir şehre. Fırından yeni çıkmış ekmek kokusu tüttü burnumda. Bazen dünyanın en büyük sofrasında bir başıma kaldım, yutkunamadım sanki. Uyanınca uykudan, yalnızca ayaklarımın değdiği sular boğar gibi oldu beni. İçli ezgilerin sesini duydum bazı şiirlerinde... Bazı dizelerinde oturup bağıra bağıra türkü söyledim. Bet dengimi duyan olmadı benden başka. Bazı şiirlerinde evi terk ettim, bazı şiirleri beni geri getirdi eve. Çünkü şairin şiiri de şairin kendisi gibi. Ötelerken bile sıkı sıkı tutar, bırakmaz elini. Öyle sabırla dokumuş ki şiirini, -genç şairler, bakın burada sabır var, buyurun tadına bakın biraz onun!- parmağımın ucuna değmiş bir iğne gibi dünyanın en büyük acısını çektim sanki. Bazı dizelerinde et tırnaktan ayrılır gibi oldu. Gibi... Kanadı üstelik... Bazı dizelerinde oturup ağlamak istedim, başımı yaslar gibi annemin dizlerine. Sanki bir kiraz ağacında asılmış buldum kendimi. İyi şiir, hiç bizim olmamışlarla bizimken kaybettiğimiz her şeylerin sızını dindirebildiği kadar şiirdir.
" ve o
son bakışta kara bir siluet gibi kara
kalmak istemedim onun toprağında
kabuk nasıl çürür gördüm çünkü
azalmaktaydım kalbimden ona baka baka
sevgilimdi. ömrümün sonunda duran kara taş.
sabaha çıktığımda beni bu ağaca as derdim
beni bu ağaca kiraza as"
Her şairi, her şiiri piyasa koşullarına, dönemlere göre değerlendirebilirsiniz. Betül'ün şiiri kendi başına bir şeydir. Betül'e benzediği için. Unutmanın Kısa Tarihi, her okuyanın kendisine kesinlikle ait bir şeydir; en bet seslerle bile yükselse, onlara kendi kadife sesinden bir elbise daha dikecek şiirler içerir. Belki bir roman da olabilirdi, bir öykü de. Ama yalnız şiirdir insanın içini acıtan şeylerin tesellisi. Betül, bu kitabıyla ne bir döneme hapsedilebilir ne de edebiyat piyasasında basit bir değerlendirme konusu olabilir. Yazılırsa yeniden bir insanlık tarihi, işte ancak orada artık istenirse unutulabilir bir cümlede anılabilir. Fakat gerçekten iyi şair önceki kitaplarıyla da adından söz ettirir. Ayna Yorgunluğu, Başka Dünyalar İçinde, Şairler Arasında Kadın Olmak: Konuşmalar Kitabı'yla da. Ancak; 2002'de Yaşar Nabi Nayır ödüllerinde, "dikkate değer" görülmüşse de, Unutmanın Kısa Tarihi ile bugün ve bundan sonra dikkatleri delip geçen şair olarak anılabilir. Unutmanın Kısa Tarihi içindeki her bir şiir, her bir dizeyle sanki bir roman, bir dönem filmi gibi gelişmiş.
Ben bir şair, bir eleştirmen değilim. Ben ancak sevdiğim bir kitaptan, dilini kavrayabildiğim bir şairden söz edebilirim. Bunca şeyden sonraysa ancak şunu ve sadece bir kere söyleyebilirim; yalnız şiirdir, bağrındaki sebepsiz acıyı onaracak olan insanın. İnsan yedisinde ne ise yetmişinde de odur, doğrudur. Her şey sabır işidir, insanın yedisi yetmişine dönerken değişen tek şey sayılar değildir ama sadece. Genç şairler sabır görsünler. İnsan ancak isterse değişebilir, şair de söylüyor değiştiğini, bu sadece bir yaranın kabuk değiştirmesi gibi görünse de. Kabuk değiştirmek de iyidir, kabuk değiştirenler değiştiklerini göstermek için bize kalplerinin yerini işte böyle göstersinler:
"kabuk değiştiriyordum ve bunu görecek yoktu kimsem
o yüzden sadece sana yazmak gövdemi iyileştirebilir
kalbimi yerine yerleştirebilirdve sen herkesten iyi biliyordun artık kalbimin yerini"
Ayfer Feriha Nujen kimdir?
Ayfer Feriha Nujen; yazar, sosyolog ve mühendistir. İlk şiirleri on dört yaşından itibaren Taflan, Berfin Bahar, Varlık, Sincan İstasyonu, Üç Nokta, Kaçak Yayın, Deliler Teknesi, Az Edebiyat, Yokluk, Forum Edebiyat, Evvel Fanzin, Amargi gibi dergi ve edebiyat sitelerinde yayımlandı. Pek çok alanda ve türde çalışmalar yaptı. Halen T24'te haftalık yazılar yazmaktadır.
Bedenim Mezarımdır Benim, Yüzü Avuçlarında Solgun Bir Gül, Aşkın 7. Harikası Tac Mahal, Ay İle Güneş Arasında, Duasız Ölüler, Şairin Kara Kutusu/ Nilgün Marmara, Kırağı/Seyhan Erözçelik Şiirine Bodoslama, Öteki Cins Şair, Ey Arş Sıkıştır! yayımlanmış bazı kitaplarıdır. Yazmayı ve çeviriler yapmayı sürdürmektedir. İstanbul'a bağlı bir kasabada yaşamını sürdürmektedir.
|