02 Ocak 2022

Bağımız var: yakın temas

Belki de artık en uzak mesafenin adı yakın temas olmalı. Biz en yakının içinde en uzağı görüyor, en uzağa bakıyoruz artık. Uzlaşmanın değiştirilen anlamlarının hızına yetişemiyoruz. Uzaklaşmanın, uzağa atılmanın sözlere sığmaz tarifleri vardır, bilirim. yakın temas'ta bununla temas ediyoruz işte

….

şu karşı penceredeki evde
yaşlı kadın, gelin ve oğul
birbirini şişliyor
dışarıdan bakınca masal
içeriden bakınca cinayet ama
intihar süsü
fısıldıyor kulağıma bu hayat
inanıyor musun bana bay pitt?*

….

İlk gençliğim bu günlerde bana yaşıyor olmanın ne kadar anlamlı olduğunu fısıldıyor. Başkalarının metinleri üzerine yazan birinin şiirleri üzerine yazmak aşkına erdiğim için belki de. Çocukluğumda yazdığım şiirlerin neden şiir gibi gelmediğini sorsalardı, şöyle gülünç bir cümleyle yanıt verirdim sanırım: "Büyük şair, tastamam bir şair olmak için bir toplu şiirler kitabına sahip olunmalı." "O işler öyle bir çırpıda olmuyormuş çiçeğim" dedim sonra kendime. Çocukluk böyle tuhaflıklarla dolu olmasaydı bu kadar katlanılır, bu kadar güzel olmazdı zaten. İnsanı şaşırtan bilgilere sahip olmak kadar çocukluğun insanı güldüren hâli de güzel. Fakat şimdi de diyorum ki: "Peki ya sonra?" Toplu şiirler yayınlanınca şiir bitiyor mu, ölüyor mu şair? Hayır. Yeniden başlamak için sıfırlıyor hayat sayacını. Doğrusunun bu olduğunu insan yazdığı şiirin ne zaman biteceğini oturup hesap etmeye çalıştığında anlıyor ancak. Sonsuz sayıyı bulamamak gibi bir şey böyle bir hesabı parmak hesabıyla yapmak…

Bir denemeci değil de bir eleştirmen olsaydım eğer eleştirilerime ne bir öykü, roman ne de şiir konu olurdu. Eleştirisini en keskin biçimde yapacağım ilk şey eleştiri metinlerinin kendisi olurdu. Günün koşulları kişileri hep o an üzerine konuşmaya tutsak kıldığı için bir metnin, bir şiirin, bir yazarın, bir şairin hakkını teslim etmede geriye gidip emsalini bulmaya üşendikleri için.

Deniz Durukan'ın son kitabı toplu şiirlerinden oluşan yakın temas'a bugünün gözüyle bakanlar onun aslında eski bir şiir olduğunu, bir gelenekten, bir damardan geldiğini ya dile getirmek istemiyorlar ya da sadece bir metin yazmış olmak için yazıyor olabilirler. Bu yalnızca Durukan'ın şiirleri için değil, pek çok şairin şiiri için de geçerli. İlk anda ilk cümleleri onun Avrupai bir şiir olduğu konusu oluyor bu yüzden. Bu çok aldatıcı... Bu çok acı. Oysa Durukan'ın şiirleri eski şiirin ve dilin bugünkü yeni biçimiyle şekil almış, seslere bürünmüş şiirler. Bir bakıma bu onun modern şiire girmiş bir şiir olduğunun da göstergesidir. Oysa her şair yazdığı çağın dildeki bütün olanaklarını kullanarak yazar, yazmaya çabalar şiirini. O halde her şiir kendi çağının sınırlarını zorladığında "yeni bir şey" olarak modern olmaz mı? Onun şiirleri en az halk edebiyatı şairi Karacaoğlan'ın şiirleri kadar erotik ve en az divan edebiyatı şairi Mihri Hatun'un şiirleri kadar da aşk ve cinsellik içeren şiirler. Karacaoğlan da Mihri Hatun da yazdıkları çağın modern şairleriydi çünkü. Duvarlarda yumruk yumruk patlayan şiirleri severim, ama sakin, metanetli anlatımcı, öykücü şiirden de yakın tarih dersleri aldığım gerçeğini gizleyemem. Şiirle okurun teması işte tam burada gerçekleşiyor. O sana geçmişteki bir şeyin yanlış kaynamış kemik gibi bugün neden battığını ruhuna kadar anlatıyor. Düz bir metnin konusu olabilecek her şeyi şairane bir biçimde değil, doğrudan şiirle aktarıyor. Durukan'ı ve şiirlerini kategorize etmek yanlısı da değilim bu açıdan. Kadın ya da erkek şair olarak belirtmek bir şairi çıkmaza saplayıp bırakmak gibi geliyor bana. Çünkü toplumsal meselelerde bir kadın şair bir dert olarak şiirinde merkeze neyi nasıl alıyorsa bir erkek şair de aynı biçimde yapar bunu. Yapmalı, çünkü bütün dertler çaresini ister buluşmak gerekirse ortak bir noktada. Şair şairdir, çünkü şiir de sadece şiir olarak ifade edilir.

Durukan şiirlerinin baş kaldıran şiirler olduğu doğru, fakat bütünüyle onu kör bir feminist hareketten ibaret saymak da doğru değil. Her gerçek metin, şiir ya da toplumsal hareket kendi eleştirisini ancak içinde barındırırsa gerçeklikle ilgisini hayatta tutar. Tıpkı ter adlı şiirinde dile getirdiği gibi:

….

katiline aşık bir kadınsın sen
öğretmeninden önce sürgüne gönderilmiş
çocuksun, koşma!
fısıltının gürültüye dönüştüğü yerdeyiz
adımlarını say, istersen yavaşça sallan
akasyaların serinliğine bırak kendini**

….

sıdıka giderken nuriye'nin aklından geçenler adlı şiir Cemal Süreya'ya ait bir epigrafla başlıyor. Diyor ki: "herkesin kendi tanrısı var/sen ölünce ölüyor o da." Olsun. Varsın ölsün. Bir canım daha olsun yaşayan şairin olsun. Yeter ki bir şair henüz hayattayken şiirleri üzerine söylenmiş sözler duysun. Dilerim yaşadıkça o sözleri edecek kişi hep benim içimde konuşup dursun. Yaşayan bir şair şiirini inancıyla şekillendirsin yeter ki. Ne görüyorsa olduğu gibi söylesin, tarihe tanıklık etmek için sanık olmak gerekse bile. Çünkü ben şuna inanıyorum yürekten; insanın inancı olacak, bunun din sahibi olmakla bir ilgisi yok. İçinde yaşadığı toplumla ilgili dertlere ve fikirlere sahip olmak kâfi… O inancın içinde akıllı bir irade, temiz bir vicdandan daha derinlikli ve anlamlı eyleme kusursuzca dönüşebilecek başka bir erdem yok. Edebiyat tarihimize dönüp bakınca delirmiş şairlerle karşılaşırım. Kimi sadece kendi şovunu sergilemek için yazarken çıldırmıştır ve kimi de gördüklerinin sesini yükseltirken tekrar ettiklerinin dehşetine tanıklık etmeye dayanamadığı için. İnsanı delirtecek bütün eşiklerden aklı başında geçmiş bir şair bu yüzden Durukan. Sırtından vursalar, saçından sürükleseler, şiirinden de vursalar asla vazgeçmemiş "adaletli olmak" duygusundan. Biz yazanlar hep şairin, şiirin hakkını verelim derim, çünkü söylemesi gerekeni söylerken şairler de hakkını veriyor şiirin. Öyle ki, bay pitt adlı şiirinde cesaret mi, cüret mi çok daha ötesini çarpıyor yüzümüze:

….

acı zevk vermeye başladığında bay pitt
şişeyi ters çevirmelisin
köprüden uçarken
yani
havada patlarken
içindekiler sarkınca aşağıya
mesela bağırsakların
evet bağırsakların bay pitt
bak burada parantez açmıyorum
pislik akmalı bulaşsa da vücuda
akmalı
gördün mü bay pitt
herkes kahraman değil 

anladın mı
ortalık sahte rakı kokuyor
hainlik bay pitt
hainlik yayılıyor bahçemize
öyle böyle değil bay pitt
bir kamyon dolusu
bir deve yükü kadar… 

böyle ihanet görmedim
iddiaya girerim sen de görmemişsindir
her gün bay pitt
her gün
bir diğerinin tekrarı sanki
her ihanet öncekinin aynısı
demek değişim denen şey de bir döngüymüş
palavraymış bay pitt***

….

Belki de artık en uzak mesafenin adı yakın temas olmalı. Biz en yakının içinde en uzağı görüyor, en uzağa bakıyoruz artık. Uzlaşmanın değiştirilen anlamlarının hızına yetişemiyoruz. Uzaklaşmanın, uzağa atılmanın sözlere sığmaz tarifleri vardır, bilirim. yakın temas'ta bununla temas ediyoruz işte. Fakat hiçbir şey susmak gibi değildir, çünkü farkındayım ne kadar çok şey söylesem de yetmediğinin söylemek istediklerimi ifadeye etmeye. İşte şiir tam da bu noktada şifalı ve bazen gerektiğinde silah gibi de bir şey… Senin eksik olduğun her şeyi tamamlıyor bir biçimde. Bu yüzden de seviyorum şiiri. Kapanmayan yaraya acı bir merhem olarak inse de iyileştiriyor tekrar ettikçe. Susarak söylemek gibi bir şey aslında şiir her şeyi… İnsan her şeyi öğrenmek zorunda kalıyor yaşarken ve çoğu zaman zalim bir mürebbiye gibi öğretiyor hayat bunu insana. İnsanlarla aramızdaki bu en uzak mesafenin adı yakın temas bu yüzden. Çünkü "yeni" diye önümüze düşenler "normal" değil. En uzağımızdakilerin en yakınlarımız olması da bundan değil midir? Bunu neredeyse bütün şiirlerinde gördüm. dokuz katlı sıdıka'nın her katmanında. Hiç görmediğiniz ve hatta hiç göremeyeceğiniz birine rahatlıkla yazabildiğiniz hiçbir şeyi başını geceleri göğsünüze yaslayan birine bile söylemezsiniz, sahi niçin? yakın temas bunun da bir bakıma açıklaması.

Şiir hiçbir zaman şairin yazdığı gibi okunmaz. Evet. Biraz bu nedenle de şiirler üzerine yazılan metinler çoğu zaman yazılmış şiirlerin, metinlerin önüne bir başka metin koymak gibidir. Onun hissettirdiği, söylediği şey sanki kulaktan kulağa değişir ve sonunda bambaşka bir şey olur. Şiir belki bu yüzden de anlamını kolay kolay kaybetmeyen aksine giderek başka anlamlar da kazanan bir türdür. Şairden bağımsız, şairden kopmuş, ayrılmış bir tür. Şiir kitaplarına para harcamayı israf sayan ama bir yerde bir dize görünce ona tutunmayı da ihmal etmeyenler için de şiir elbette önemlidir. Kimi şairler içlerine dönük kendi ruh dünyalarını dizlerine taşırken kimileri ruhlarına şekil veren dış dünyanın kabuklarında bıraktığı izlerden söz ederler. Bu Durukan şiirlerinde çok da söz konusu değil kendi iç dünyasını dış dünyadan koparmış bir şair hâli. Doğrudan anlatıcı bir şiir ve kendi içinde epik dizelerin erken gard almış olması yüzünden sanırım. Kabuğunda kalıcı hale gelen izlerin onun ettiği sözleri değiştirmesine izin vermeyen itkileyiciliği elde etmiş. Kendiyle ilgili olanı kendiyle ilgili olmayanların da etkisiyle harmanlamış… Bu açıdan bakıldığında da toplumun halini, gündemini içeriyor olması bile onu devamı olacak "bu şiir burada bitmez"i gösteriyor zaten. Bizim gibi toplumların edebiyatına baktığınızda şairi kadın ya da erkek diye kategorize edenlerin ortadan kaldırmaya çalıştığı şey şair aslında. Oysa şiirini ortadan kaldıramadığınızda şairi de kaldırıp atamazsınız. Yakın temas'ın toplu şiirlerden oluşması beni bu açıdan da sevindiren bir şey oldu. Duvarı yıkınca yeni bir duvarla karşılaşacaklar çünkü. Bir kitap içinde kitap, sadece bir külliyat değil, bir hafıza. Hafızasını her gün daha hızlı bir biçimde ve acıyla yitiren bir toplumda onunla konuşan, ona olup bitenleri anlatan şiirler barındırıyor olması da bir temas. Dokunan buz tutacak, öyle bir buz ki yakacak. Yansak da, yaksak da belki eşit olmasak bile hep bir yakın temas olacak, çünkü kabullensek de etmesek de bağımız var.



* 118. sf.

** 53. sf.

*** 127-128. sf.

Fotoğraflar: Utku Atalay

Yazarın Diğer Yazıları

Denizde balık, havada kuş, karada insan: Sâmiha Ayverdi

Denizde balık, havada kuş ne ise, insan da karada odur. Sâmiha Ayverdi de sadece bir insan, yazan, fikirleri kadar yaşayan bir insan ve fikirlerini sadece “bir tek millet” milliyetçiliğiyle de sınırlı tutan. Fakat bu ciddi ve renkli kişiliğinin yanında bir de inadı var ki, nasıl sevmeyeceksin onu?

Külü kendisinden ağır hayatlar, “Kaçak Yazarlar”

En büyüğünden en içerideki küçük bir iç savaşa, evde ellerinde yetiştiğimiz insanların yaşam biçimlerinden, disiplin anlayışlarına kadar şeklini aldıkları düzene itaat edenlerin en gevşek halleriyle bile üzerlerimizde kurmaya çalıştıkları baskı ve sorumluluklarının da ortak bir payda olduğunu “Kaçak Yazarlar”daki birçok yazarın hikâyesinde de görüyoruz

Labirent, dünya tarihinin kanlı ve kısa özeti

Amin Maalouf, “Labirent”le dünya tarihinin, bugünün ve yakın tarihin kanlı ve kısa tarihini özetlerken, sadece büyük dünya düzeninin değil, bu düzenin daha aşağılarda kurduğu diğer küçük düzenlerinden de söz ediyor. Yazmak da yazarlık da bu nokta önemli

"
"