30 Aralık 2013

‘Türkiye Çözülürken’ 20 yılın bilançosu

Kamunun kesesinden, ülkenin geleceğinden bol bol yiyerek geldiğimiz noktada elimizde kamu ve özel dahil net iç ve dış borcu 390 milyar dolara ulaşmış bir ülke var

“Bugün Türkiye toplumu, Cumhuriyetin kuruluşundan beri içinden geçtiği bunalım süreçlerinin hiçbiri ile kıyaslanmayacak denli ağır ve vahim sonuçlara gebe bir bunalımı yaşamaktadır.”

Bu satırlar, Ömer Laçiner’in Birikim dergisinin Temmuz 1993 tarihli “Türkiye Çözülürken” özel sayısı için kaleme aldığı yazısının giriş cümlesi.

Laçiner’in Sivas Katliamı’nın hemen ardından bir toplumsal “uyanış ihtiyacı”nı da önemseyerek yaptığı bu tespiti 20 yıl sonra bu ülkede olup bitenleri anlamaya çalışırken de kullanabiliyor olmak insana ürperti veriyor.

Bu zaman zarfında 1994, 1998, 2001, 2007 derken, daha şimdiden 2013 koduyla “tarihe geçeceği” aşikar hale gelen bir başka krizimiz daha oldu.

Geride bıraktığımız bu zaman diliminde, Türkiye’nin bunalımlı dönemleri ilelebet aşmak üzere önüne reform diye koyduğu pek çok iktisadi ve sosyal hedefi gerçekleştiriyormuş gibi yaptığına tanık olduk. Ama ne geçmişiyle hesaplaşmış, adil, şeffaf ve hesap verilebilir bir toplum olabildi Türkiye, ne de kendi vatandaşları ve komşularıyla samimi ve derinlikli bir barış tesis edebildi.

En temel sorunlarının, yapısal sıkıntılarının üstesinden gelemedi:

-mış gibi yaptı!

  • AB’ye girmek istiyormuş gibi, mesela.
  • Toplumu vesayetlerin boyunduruğundan kurtarmak, halkın özlemlerine cevap veren çağdaş bir anayasa yapmak istiyormuş gibi!
  • Demokratikleşmek, AB normlarında bir hukuk devleti olmak, devlet içinde hukukun dışına çıkmış çeteleşmelere ilelebet son vermek istiyormuş gibi.
  • Kürt Sorunu’nu çözmek istiyormuş gibi!
  • Türkiye ekonomisini dünya liginde üst sıralara taşımak istiyormuş gibi yaptı.
  • Kamunun birikimlerini, devletin elindeki, avucundakini satarak bunları yatırıma çevirecekmiş gibi!
  • Uluslararası piyasalardan ülkeye getirdiği bol ve ucuz dolarlarla ve “inşaat ya resulullah” şiarıyla dağa taşa konut yapıp inşaat sektörünün lokomotifliğiyle ekonomiyi uçurabilirmiş gibi!

Ama hayat siz “mış gibi” yaparken başınıza gelenlerin toplamından ibaret olabiliyor.

  • Bakın Türkiye insani gelişmişlik bahsinde son 10 yılda 186 ülke arasında 85’ncilikten 90’ncılığa indi.
  • Toplumsal eşitsizlikleri dikkate alan insani gelişmişlik endeksinde ise puanı % 22 daha fazla düşüyor Türkiye’nin ve bu kez 132 ülke arasında 63. sıraya iniyor.
  • Toplumsal cinsiyet eşitsizliği endeksinde ise puanı bu kez % 50 düşerek 148 ülke arasında 68. sıraya iniyor.
  • Eğitimde sistemin yetiştirdiği gençlerimizin hali harap. 2013 itibariyle OECD üyesi 33 ülke arasında matematik ve fen bilgisi alanlarında sondan 3.cüyüz.

Biz bütün bu gerçekleri ve bilançoyu hasıraltı edip sahte madalyalarımızı parlatırken gün geldi, deniz bitti!

Kamunun kesesinden, ülkenin geleceğinden bol bol yiyerek geldiğimiz noktada elimizde kamu ve özel dahil net  iç ve dış borcu 390 milyar dolara ulaşmış bir ülke var.

2014 yılında kısa ve uzun vadeli borçları çevirebilmek için ihtiyaç duyduğumuz para 220 milyar dolar.

Nereden bulacaktık bu parayı? Yine “satarak ve rant ekonomisiyle”, dedi ülkeyi yönetenler.

Baktılar ellerindeki en büyük “mal”, İstanbul. Özellikle de bakir görünen ormanlarıyla, koylarıyla, topraklarıyla, bilinen ve pek bilinmeyen kıymetleriyle Kuzey İstanbul... Bu güzide “malı” (ona, buna) satar, bu rakamı çeviririz, rant ekonomisiyle işlerimizi döndürürüz sandılar. Michigan Üniversitesi Kentsel ve Bölgesel Planlama Bölümü’ne yaptırılmış “çılgın” plan ve projelere sarıldılar.

Fakat 60 milyar dolar cari açığa sahip ülkede böyle projeler ucuz doların aynı bollukta akmasına, yani pamuk ipliğine bağlıydı.

Amerikan Merkez Bankası (FED), gelişmekte olan ülkelerdeki varlık ve emtia fiyatlarını artırma kararı alınca, o ipliğin yakın vadede kopacağını anladık. Belli ki, dolardaki ucuzluk ve bolluğun geçerli olmayacağı yeni bir döneme giriyorduk.

Yıl ortasında rüya en tatlı yerinde bitince, hükümet uyku sersemliğiyle panikledi ve sertleşti. Derken “3-5 ağacısavunmak için parklara çıkanların çadırlarını yakacak kadar sağduyusunu, onların peşinden sokaklara dökülen gençlerin hayatlarını karartacak kadar akıl sağlığını yitirdi.

Müttefikine bile sırt çevirdi. Epey bir zamandır kaynayan iktidar bloğunu homojenleştirmek için “hançerler çekildi.” Bunun üzerine, iktidar içindeki Cemaatçi kanat FED’in tahvil alımını düşüreceğini açıklayacağı gün (17 Aralık) karşı taarruz ateşini yaktı.

Ve bir kez daha, “bugün Türkiye toplumu, Cumhuriyetin kuruluşundan beri içinden geçtiği bunalım süreçlerinin hiçbiri ile kıyaslanmayacak denli ağır ve vahim sonuçlara gebe bir bunalımı yaşamakta.

Umarım yanılırım ama ben devletimi yanlış tanımamışsam, bu sorununu, bu krizini de aşmış gibi yapmayı başaracak, yeni(lenmiş) bir iktidar bloğu ile küllerinden yeniden doğmuş gibi yapacaktır. Ve akabinde faturayı göndereceği kesimleri “olağan şüpheliler” arasından “özenle” seçecektir.

Ancak bu süreçte toplumsal muhalefet, yıl içinde çeşitli şekillerde aşabildiğini gösterdiği geleneksel siyaset yapma mecralarına ve diline sıkışmadan, umutla çizebildiği alternatif bir birlikte yaşama perspektifi ortaya koymalıdır. Toplumu devlet katında değil, insan katında yeni baştan kuracak olan bir alternatif toplumsal tahayyül geliştirmelidir. Tüm toplumsal kesimlerin eşitlikçi bir anlayışla geliştireceği böyle bir tahayyüle adalet ve özgürlük özlemi içinde olduğu halde bugüne dek birbirlerine sırtı dönük kalmış tüm bileşenlerin tek tek ve birlikte çok ihtiyacı vardır!

 

twitter: @akdoganozkan

Yazarın Diğer Yazıları

Orta Doğu’da Arap sonbaharı

Batı’nın lacileri giydirdiği neo-Ladinist Colani güçlerinin Şam’a girmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından Suriye’de bir dönem bitti. Muzafferlerin sevinç çığlıkları yanıltmasın, kötü günler bitmiş ve şimdi sırada daha kötü günler de olabilir

Savaşın ekseni Türkiye sınırına dayanırken

İlk bakışta Lübnan ateşkesi akabinde, İran-Hizbullah ikmal hattını kesmeye yönelik bir hamle gibi görünen Suriye’deki cihatçı taarruzu en çok Tel Aviv’i sevindirmiş olabilir ama en çok Şam’ı mı, Tahran’ı mı, yoksa Ankara’yı mı üzecek, bunu söylemek için çok erken

‘Bibi’yi tutuklayanı yakarız’

“Kurallar temelli uluslararası düzen”, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ile Gallant hakkında alacağı tutuklama kararını önce 5 ay geciktirdi, şimdi de “sakın ha, tutuklarsanız yakarım sizi” deme yolunu seçiyor

"
"