06 Aralık 2013
Geçenlerde televizyon kanallarından birinde çılgın projeleri konu edinen bir tartışma programına denk geldim.
Programda İstanbul’un büyük bir ilçesinin belediye başkan adaylığına aday olan bir konuşmacı memlekette ağaç ve orman fazlalığı olduğunu, bunları biraz azaltıp yollar, köprüler yapmamız gerektiğini söyledi. Bir ara hızını alamadı ve Levent’in, Etiler’in bugün bir “orman” haline geldiğini ilan ediverdi. İstanbul’un kuzeyinde yaşayan biri olarak “neyin kafası bu, bilsem ben de alsam” diye düşünmedim değil.
Ama, gözlerime illüzyonlarla perde çeken bir Matrix yüzünden bir çok kişi gibi ben de sanal bir dünyada yaşıyor, onun gördüğünü göremiyor olabilirim.
Belki bu şehrin kuzeyi aslında çöl ve kim bilir bu beyefendi seçilirse, bir-iki görev süresi sonunda Kuzey Çölleri’ni (!) Levent gibi “orman” yapabilecek.
Gerçi hem “orman yüksek mühendisi” hem de “çevreci” olan adayımız kuzey Marmara Otoyolu ve 3. havalimanı inşaatları dolayısıyla kesilecek ağaç sayısından haberdar görünmüyordu. Onun pozisyonu, “bu şekilde bir çalışma yapmadım ben. Ama bu projelerle doğal hayatın bozulacağına inanmıyorum” şeklindeydi.
Programdaki bu “çevrecilik” gösterisi ve “orman” tarifi bir “iletişim kazası” bile olsa, bu kazada kusuru “sekizde sekiz” kendisine yazamıyorum.
Çünkü bu şehirde yaşayan bizler yerel yöneticilerimiz olmaya aday şahısları değerlendirecek, ölçülebilir kriterler geliştirmeye gayret göstermedik bugüne kadar. Kendilerini sorumlu tutacağımız hedefleri biz belirleyip bu doğrultuda manifestolar, eylem planları ortaya koymalarını biz talep etmedik. Bizim beklentilerimizi süzüp hedefleri haline getirmelerini ve bizlere bu şekilde hizmet sunmalarını talep etmeyi denemedik.
Onlar projeleri için bankalardan ya da yatırımcı kuruluşlardan kredi almaya kalktıklarında, pek çok performans kriterini yerine getirmekle yükümlü tutulurlar. Ama bizim beş yıl boyunca tepe tepe kullanılan “kredimiz” ucuzdur. Çünkü güven kredisidir ve altı üstü sandıktaki bir reye bakar. Kredimizi performans kriterlerinin yerine gelip gelmeyişine bakarak dilim dilim serbest bırakacak bir demokratik sistem inşa edememişizdir. O yüzden geri ödemesi zayıftır. O yüzden bu kredilerimizin çoğu batıktır!
Eh, hal böyle olunca ve bizler de kalkıp “öyle değil böyle ‘çevreci’ olunur” demez isek, Etiler, Levent gibi yarın bir bakmışız Kuzey Çölleri de “orman” (!) olmuş.
Fakat bir yerden başlamalı ve bir şekilde yerel yöneticilerimize yönelik beklentilerimizi net ifade edebilmeliyiz. Ve bu beklentileri dönem hedefleri haline getirmede kendilerine yardımcı olmalıyız.
Yazar Müge İplikçi, Vatan gazetesinde geçen gün yayımlanan köşe yazısında, bu konuda çok güzel ve cesaretlendirici bir adım attı. “Rengâhenk Bir Belediye Hayal Ediyorum” başlıklı yazısında İplikçi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi hizmetlerine yönelik hayallerini, bireye değer veren sosyal belediyecilik anlayışından başlayarak tek tek sıraladı.
Ben onun kent ölçeğinde ve ilkesel düzeyde söylediklerine aynen katılıyor ve bu “hayalleri” onun bıraktığı yerden, ilçe bazında biraz ayrıntılandırmak istiyorum. Niyetim, 2014’te yaşadığım ilçenin (Sarıyer) belediye başkanı olmaya hazırlanan adaylarına bazı sorular yönelterek, planladıkları hizmetler ile beklentilerimin ne ölçüde çakıştığını anlamak.
O parti, bu parti, filanca teşkilat, falanca aday derdine düşmeden...
Ve tabii bu konudaki düşüncelerini bana yazacak ya da katılacakları bir Sarıyer/ Zekeriyaköy Forum toplantısında veya panelinde dile getirecek adaylara şimdiden teşekkür ediyorum. Beklentilerimi şekillendiren sorularım cevapsız kalırsa da, hizmetlerini belirlemede az da olsa bir katkısı olur belki.
İşte “Rengâhenk Bir Belediye” hayal edebilmek için cevabını bilmeye ihtiyaç duyduğum 13 sorum:
Değerli Sarıyer Belediye Başkan adaylarım, seçilip göreve gelmeniz halinde....
Cevabınız evetse, “evet yapabilirim” ise, o zaman “evet, biz de sizi seçebiliriz”.
Bu sefer taşlanmaya çalışılan “komünizm” değil, kapitalizmi daha iyi beceren Çin! NATO, Avrupa’nın ufkuna yeni bir militarizasyon dönemi yerleştirirken, Askeri Keynesyenizmin de startını veriyor.
ABD ve İsrail’in İran’a karşı yürüttüğü savaşta ülke liderlerinin performanslarına göz atıyor, bir savaş özeti beraberinde çatışmaların ne sonuçlara yol açtığını yorumluyoruz
İran nükleer güce sahip olduğu için değil, gerek ABD-Çin gerekse de ABD-Rusya rekabetinin bütün hatlarını kesen stratejik bir aktör olarak belirdiği için Washington tarafından hedef tahtasına kondu. ABD İran ile aslında BRICS’i vurmuş oldu!
© Tüm hakları saklıdır.