15 Aralık 2014

Peki istikrarı kim keşfetti?

Yüzde 10 seçim barajından 'istikrar' ve 'demokrasi' çıkarmak ne ki! Biz postaldan fazilet (!) çıkarmış milletiz!

AKP iktidarı ve taraftarlarına göre, yüzde 10 seçim barajı bu ülkedeki “istikrarımızın güvencesi.”

O nedenle de, darbeci generallerin (başına bir asker emeklisi koyarak) ilk seçimlerde birinci getirmeyi umdukları partiyi mükafatlandırmak gayesiyle 1982 anayasasına koydukları yüzde 10 seçim barajını kaldırmaya ya da aşağı çekmeye yanaşmıyorlar.

Gerçi bu düşüncelerini zaten biliyorduk. Bilmediğimiz, bu girişimlerin “önümüzdeki seçimlerde AK Parti’nin yeni bir anayasayı tek başına yapabilecek meclis çoğunluğuna ulaşmasını önlemek üzere tezgahlanıyor” olabileceğiydi. Seçim barajını düşürmeye ve temsilde adaleti sağlamaya yönelik çabaların “kumpas”, “tezgah”, “darbe” vb. olduğunu “keşfetmek” de varmış kaderimizde.

 “Ben böyle saçma bir ‘keşif’ duymadım” diyeceğim ama, duydum. Ben bu ülkede çok şey duydum. Bir seferinde Kenan Evren “Bugün bazı genç bayanlarımızın, ‘modadır’ diye ayakkabı yerine çizme giymelerini ben tasvip etmem. Çünkü her çizmeden üç ayakkabı çıkar,” (Ekim 1980) buyurmuştu. O zamanlar postal (!) moda olduğundan çizmeden 3 ayakkabı çıkarabilenlerin mantığını ya da adaletini yadırgayan olmazdı.

Dolayısıyla, yüzde 10 seçim barajından “istikrar” ve “demokrasi” çıkarmak ne ki! Biz postaldan fazilet (!) çıkarmış milletiz!

Böyle bakınca, madem amaç istikrar, “komşu Beşar Esad’ın ‘istikrarından’ ne istediniz o halde” diyesi geliyor insanın. Gerçi, muhtemelen oradaki istikrarı (!) yeterli görmediler. Biraz silahla, kanla Suriye’ye demokrasi gelsin, ülke tam istikrara ve temsilde adalete kavuşsun, istediler. Herhalde yani...

Lakin şimdi aynı şahıslar anayasaya darbecilerin koyduğu seçim barajını kaldırarak Türkiye’ye temsilde adalet getirmekten yana değiller! Niye? Çünkü onlara göre darbecilerin koyduğu hükümleri kaldırmak “darbe” olur!

Bir seçim barajını kaldırmak ya da indirmek nasıl “darbe” oluyor, benim hayal gücüm o kadarına yetmiyor ama neyse ki hafızam yerinde henüz ve yüzde 10’luk ülke barajının “temsilde adalet” açısından doğurduğu sakıncalı sonuçları hatırlayabiliyorum. Hadi bir kısmını da birlikte hatırlayalım:

BİR: Türkiye’de 1987 seçimlerinden bu yana geçirdiğimiz yedi genel seçimde yüzde 10’luk ülke barajı yüzünden değerlendirme dışı kalıp “çöpe giden” oyların toplam geçerli oylar içindeki oranı: 1987’de yüzde 19,5, 1991’de yüzde 0,5, 1995’te yüzde 14, 1999’da yüzde 18,5, 2002’de yüzde 45, 2007’de yüzde 16 ve 2011’de yüzde 4.6.

İKİ: Bu son yedi genel seçimde yüzde 10’luk ülke barajı yüzünden yaklaşık 35.7 milyon insanın oyu çöpe gitti. Öyle çöpte bulunmuş üç-beş oydan söz etmiyoruz. 35 milyon oydan söz ediyoruz!

ÜÇ: Yüzde 10 seçim barajı 2002 seçimlerinde oyların yüzde 45’inin çöpe gitmesini sağlayarak AKP’yi tek başına iktidara taşıdı. 2002 seçimlerinde yüzde 34 oy alan Adalet ve Kalkınma Partisi bu sayede, meclisin yüzde 66’sını hakim olarak Anayasa’yı değiştirebilecek vekil sayısına yaklaştı. Ancak meclisin yüzde 66’sını belirlerken aldığı oy 11 milyon bile değildi.

Tabii bu şartlar altında o 11 milyon oyun tercihi olan siyasi kadroların  “istikrarımızın teminatını” iyi okumaları beklenirdi. Meğer istikrarımızın teminatı “milli iradeden” sayılmayıp, çöpe giden bu 35 milyon oymuş. Bu memlekette iyi-kötü bir istikrar varsa, işte bu 35 milyonun sayesinde imiş!

Gerçi rakamlar temsilde adaletsizliğin boyutlarını çok net gösterdiği için olsa gerek, AKP 2006 yılında “seçim barajı şimdi değil, ama belki bir iki dönem sonra düşürülebilir” demişti. Şimdi üçüncü dönem geliyor, “düşürülebilir” denen baraj “istikrarın teminatı” ilan ediliyor, düşürme girişimleri de “üst aklın kumpası” oluyor.   

Yani en başta HDP olmak üzere, karşısına baraj örülenlere denilmek isteniyor ki, “kimse bu üst aklın kumpasına gelmesin!” Meali: Kürtlerin siyasal temsilini engellemek üzere tedavülde tutulan seçim barajı Kürtlerin iyiliği için aslında. O yüzden karşı çıkmasınlar. Çünkü onlara çok istedikleri haklar ve özgürlükleri bahşetmek ve siyasal temsil imkanı vermek için çıkaracağımız anayasa mümkün hale gelemez o vakit!

Nasıl mesaj ama! İçinde “istikrarı keşfin korkunç sevinci” saklı!

İstikrar bahsindeki patetik diskuruyla, 35 milyona karşı “cesur” duruşuyla, George Orwell’ı anımsama, anımsatma biçimiyle, “her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsa” Alev Alatlı’sıyla, tek tip manşetleri ve şakşaklarıyla Rönesans Türkiye’sinde her şey ilköğretim sıralarında sahneye konulan bir “temsil” tadında ilerler hale gelince, ister istemez insanın bu temsile bir tekerlemeyle katkıda bulunası geliyor:

Rönesansı kim keşfetti? Alev Alatlı!

İstikrarı kim keşfetti? “Bizzz!”

Yerde ne var? Yer boncuk!

Gökte ne var? Gök boncuk!

Dalda ne var? Yüzde 10!

Kaldır beni hoppacık!

twitter: @akdoganozkan

 

Yazarın Diğer Yazıları

Orta Doğu’da Arap sonbaharı

Batı’nın lacileri giydirdiği neo-Ladinist Colani güçlerinin Şam’a girmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından Suriye’de bir dönem bitti. Muzafferlerin sevinç çığlıkları yanıltmasın, kötü günler bitmiş ve şimdi sırada daha kötü günler de olabilir

Savaşın ekseni Türkiye sınırına dayanırken

İlk bakışta Lübnan ateşkesi akabinde, İran-Hizbullah ikmal hattını kesmeye yönelik bir hamle gibi görünen Suriye’deki cihatçı taarruzu en çok Tel Aviv’i sevindirmiş olabilir ama en çok Şam’ı mı, Tahran’ı mı, yoksa Ankara’yı mı üzecek, bunu söylemek için çok erken

‘Bibi’yi tutuklayanı yakarız’

“Kurallar temelli uluslararası düzen”, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ile Gallant hakkında alacağı tutuklama kararını önce 5 ay geciktirdi, şimdi de “sakın ha, tutuklarsanız yakarım sizi” deme yolunu seçiyor

"
"