11 Nisan 2016

“Olduğu gibi oğluna anlatacaksın”

Umarız Türkiye Yahudilerinin “olduğu gibi oğluna anlatacaksın” demelerini gerektirecek bir başka felaketleri olmaz

Yahudiler her yıl baharın da müjdecisi olan Pesah bayramlarını tarihte çektikleri zorluk ve eziyetlerin bilgisinin de nesilden nesle anlatılmasını sağlarlar. Zira kutsal kitapları Tora’da “olduğu gibi oğluna anlatacaksın” buyurulmuştur. İtikat sahibi Yahudilerde ailenin en büyük erkek çocuğunun Pesah’tan bir gün önce oruç tutması bu yüzdendir(*).

Türkiye’nin Suriye savaşında aldığı pozisyonlarla içine düşmeye başladığı şiddet sarmalının en çok tedirgin ettiği topluluklardan biri de, bu yılki Purim bayramlarını geçtiğimiz haftalarda tatsız bir şekilde idrak etmek zorunda kalan Türkiye Yahudileri.

Biliyorsunuz, İstanbul’da son kez bomba patladığında hedef İsrailli Yahudiler olmuştu. Birkaç haftadır da şehirde Yahudi eğitim kurumlarına yönelik bombalı saldırı olabileceği yolunda istihbarat alındığı bilgisi dolaşıyor. IŞİD’in yeni saldırılar gerçekleştirebileceği ihtimaline karşı İsrail hükümeti de vatandaşlarının Türkiye’den “en kısa sürede” ayrılmalarını istemiş durumda.

Bütün bunlar İsrail devleti ile herhangi bir organik bağı olmayan Türkiyeli Yahudileri fazlasıyla tedirgin eden gelişmeler. Geçmişte çeşitli defalar güç zamanlardan geçmiş ve bugün nüfusları 20 bini dahi bulmayan bu topluluğun bazı üyeleri olup bitenlerden tedirgin olmakla yetinmeyip Türkiye’den temelli göç etmeyi dahi düşünür bir noktaya gelmiş halde.

Bugün Türkiye toplumunun büyük kesimi Türkiye Yahudilerinin Türkiye’ye İspanya’dan 1492’de gelip “Osmanlı hoşgörüsüne sığınmış” bir topluluk olduğuna inanmak gibi çifte hataya düşer. Birinci hata, 525 yıl sonra bile Yahudileri bu ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı eşit yurttaşlar olarak değil devletin lütuf ve merhametiyle yaşayan bir topluluk olarak görme hatasıdır. İkincisi ise, Yahudilerin İstanbul’daki geçmişini 15. yüzyıla, özellikle de fetih sonrasına dayandırma hatasıdır.

Oysa Yahudilerin Anadolu’daki varlığının İÖ 3. yüzyıla dayandığını, (Manisa yakınlarındaki) Sardes’te bir sinagog inşa etmiş olduklarını çok uzun süredir gayet iyi biliyoruz. Ancak onun kadar önemlisi de, bu topluluğun İstanbul’daki geçmişinin, 4. – 5.  yüzyıllara kadar dayanıyor olmasıdır. Yani, Yahudiler üzerinde yaşadığımız toprakların kadim bir halkıdır.

Doğrudur, Sefarad olarak bildiğimiz İspanyol ve Portekiz Yahudileri İspanyol Engizisyonu’-ndan ve Avrupa antisemitizminden kaçarak 1492 sonrasında Osmanlı topraklarına göçmüştü.

Katalan İspanyolcası ile İbranice karışımı olan bir dil olan “Ladino” konuşan Sefaradlardan sonra, yani 16. yüzyıl ortalarından başlayarak da Aşkenazlar (Eşkenaziler) geldi İstanbul’a. Balkanlar’dan, Orta ve Doğu Avrupa’dan gelen Aşkenazlar Ortaçağ Almancası-İbranice karışımı olan “Yidişçe” konuşuyordu.

Ancak, İstanbul’daki Yahudilerin varlığı Sefaradlarla ve Aşkenazlarla sınırlı değildi. Bu topluluklar İstanbul’a geldiklerinde kendileriyle aynı inanca sahip çok sayıda Yahudi’nin şehirde halihazırda yaşadığını gördüler. Bunlar 11. ve 15. yüzyıllarda Rusya’dan, Ukrayna’dan gelmiş olan Karaimler/Karaylar idi. Ancak şehrin Yahudi geçmişi onlardan da eskiye dayanıyordu. Karaimlerden önce Romanyot Yahudileri vardı İstanbul’da. Roma ve Bizans İstanbul’unun yerleşik halkları arasında olan Romanyotlar, sadece İstanbul’da değil, bugünkü Türkiye, Yunanistan ve çevre ülkelerde de yaşıyorlardı. Romanyotların diğer Yahudilerden temel farkı Rumca konuşmalarıydı. Rumların yaşam tarzına yakın bir hayat süren Romanyotlar, pek çok dualarını da Rumca yazıp okuyorlardı. (Hatta Tevrat'ı da 1547 yılında Rumca olarak basmışlardı.)

Kimi dolaylı kaynaklar, Romanyot olarak isimlendirilen Yahudilerin İstanbul’daki varlığını 4. yüzyıla kadar dayandırır. Örneğin, 10. yüzyıl sonlarında derlendiği düşünülen “Patria Konstantinoupoleos” isimli metinde Romanyotların, bugünkü Ayasofya Müzesi’nin batısındaki Bakır Pazarı –Bakırcılar Çarşısı (Khalkopreteia) adı verilen bölgede, I. Konstantin döneminde dahi yaşadıklarını aktarırlar.

Bu topluluğun Ayasofya yakınındaki, bugün Acem Ağa (Lala Hayreddin) Mescidi olarak bildiğimiz Bizans devrinin önemli yapılarından Khalkoprateia Kilisesi yakınlarında bir de sinagoga sahip olmaları muhtemeldir.

1993 yılında Britanya’nın Oxford kentinde gerçekleştirilen “Bizans Araştırmaları 27. Bahar Sempozyumu”na sunduğu, “Jews of Constantinople”(**) isimli bildirisinde Dr. David Jacoby, Yahudilerin İstanbul’daki varlığına işaret eden kaynaklardan güvenilir olanların, bu geçmişi I. Konstantin dönemine olmasa da, II. Theodosius dönemine götürdüklerinin altını önemle çizer. Jacoby, Yahudi mabetlerinin artık Hıristiyanlığı resmi din olarak benimsemeye başlayan imparatorluk coğrafyasında ihtilaflara yol açtığını da aktarır. Hatta İmparator II. Theodosius 415, 423 ve 438 tarihlerinde çıkardığı fermanlarla şehirde Yahudi mabetleri inşa edilmesini yasaklar. Ancak 443 yılında Küçük Asya seferinden dönen II. Theodosius, yokluğunda şehir valisinin izniyle Yahudilerin bir sinagog inşa etmiş olduklarını görür. Bu bilgi bize Yahudilerin bu bölgede epey bir zamandır yerleşik olduklarını da göstermektedir.

Doctrina Jacobi Nuper Baptizati” gibi (634-640 yılları arasında yazılmış) daha doğrudan kaynaklarda ise Yahudilerin İstanbul'a göçü 7. yüzyıla dayandırılır. Ancak, yine Jacoby’ye göre, bu kaynakların biraz daha sağlam olanları, Bizans’ın Nikeforos II. Fokas ile John I. Tzimisces’in hükümdarlığını kapsayan- genişleme döneminde Ortadoğu’daki nüfus hareketlerinden ve 10 ile 11. yüzyılda İstanbul’a göç eden Yahudilerden bahsetmektedir. Fatımi Halifesi El Hakim’in sert politikaları yüzünden 11. yüzyılda Ortadoğu'dan çok sayıda Yahudi Ermeniler ve Araplarla birlikte Anadolu'ya ve İstanbul'a göç etmişlerdir.

Ayrıca İstanbul’a Avrupa’dan gelen ilk Yahudiler İspanyol Yahudileri de değildir. Onlardan önce 15. yüzyıl başlarında Makedonya'nın Ohrid (Gül) kasabasından kalkıp İstanbul’a gelmiş Yahudiler de vardır. Bu Yahudiler 1440’lı yıllarda Balat'ta bugünkü Kürkçü Çeşmesi Sokak’ta geldikleri şehirle aynı adı taşıyan Ahrida Sinagogu’nu inşa etmişlerdir.

O tarihten bu yana Yahudiler gerek ülke içinde gerekse de dışında nesilden nesle epey acılar yaşadılar ve başta Hasköy, Balat gibi pek çok semtimiz Yahudi sakinlerini, dedelerimiz de komşularını yitirdi.

Umarız en azından Türkiye Yahudilerinin “olduğu gibi oğluna anlatacaksın” demelerini gerektirecek, bizi de bu ülkede bir başka utanç ile yüz yüze bırakacak bir başka felaketleri olmaz! Ve bu topraklarda Yahudiler diğer halklar ve topluluklar gibi oğuldan oğula yalnızca özgürlük solurlar.

@akdoganozkan

(*): “Kardeş Bayramlar,” Akdoğan Özkan, İnkılap Kitabevi, s. 86, İstanbul, 2010.

(**):"Jews of Constantinople and their demographic hinterland", David Jacoby, “Constantinople and its Hinterland” içinde, s. 221-232, Society for the Promotion of Byzantine Studies Publications, Oxford, 1995.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Orta Doğu’da Arap sonbaharı

Batı’nın lacileri giydirdiği neo-Ladinist Colani güçlerinin Şam’a girmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından Suriye’de bir dönem bitti. Muzafferlerin sevinç çığlıkları yanıltmasın, kötü günler bitmiş ve şimdi sırada daha kötü günler de olabilir

Savaşın ekseni Türkiye sınırına dayanırken

İlk bakışta Lübnan ateşkesi akabinde, İran-Hizbullah ikmal hattını kesmeye yönelik bir hamle gibi görünen Suriye’deki cihatçı taarruzu en çok Tel Aviv’i sevindirmiş olabilir ama en çok Şam’ı mı, Tahran’ı mı, yoksa Ankara’yı mı üzecek, bunu söylemek için çok erken

‘Bibi’yi tutuklayanı yakarız’

“Kurallar temelli uluslararası düzen”, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ile Gallant hakkında alacağı tutuklama kararını önce 5 ay geciktirdi, şimdi de “sakın ha, tutuklarsanız yakarım sizi” deme yolunu seçiyor

"
"