06 Şubat 2017

Daha önce hiç bir başkanın gitmediği yerlere cesurca gitmek

Sadece ABD Başkanı Donald Trump değil, Amerikan müesses nizamının da önemli bir bölümü İran konusunda şahinleşmekten yana

ABD Başkanı Donald Trump’ın 7 ülke (İran, Irak, Suriye, Somali, Sudan, Libya ve Yemen) vatandaşlarına vize yasağı getiren kararnamesi gerek ABD’de gerekse de ülke dışında, ne yapacağı kestirilemeyen bir “delinin” amacına hizmet etmeyecek saçma sapan bir uygulaması olarak lanse edilip gündeme getirildi. Ancak bu ülkelerin hangileri olduğuna bakınca, ister istemez aynı fikirde olamıyorum. Ortada öyle aklına eseni söyleyip bunu bir gün aniden uygulamaya döken, yapacakları kestirilemez bir “deli” yok! Tam aksine, daha 90’larda Neo-Con’ların stratejik istikametini tayin ettiği, 11 Eylül Saldırısı ile bu doğrultuda büyük bir fırsat yakalamış, 2001’deki o fırsatı bugün Trump ile yeniden yakalamış, “kestirilebilir,” 1950’lerin sonlarından bu yana bölgedeki pek çok ülkeyi rejim değişikliğine zorladığını gayet iyi bildiğimiz, yani bildik Amerikan devlet politikası var!

Her ne kadar federal bir yargıç tarafından şu an için durdurulmuş görünse de, söz konusu vize yasağı konmuş 7 ülkeye baktığınızda, bir küçük güncelleme ile ABD’nin 2001 sonrasında hedefe koyduğu “şer ekseni” ülkeleriyle aynı olduğunu görürsünüz. NATO eski Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı, Amerikalı General Wesley Clark, bunu en iyi bilen isimlerden. Zira ülkesinin, Şer Ekseni’ne dahil ettiği bu ülkelere savaş açmaya 11 Eylül (2001) saldırısı sonrasında karar verdiğini, Clark bundan 14 yıl önce kaleme aldığı bir kitabında açıkça dile getirmişti.

Ne demişti 2003’te yayımladığı “Winning Modern Wars isimli kitabının 130’ncu sayfasında General Clark ve hangi ülkelerin adını vermişti; hatırlayalım:

Kasım 2001’de Pentagon’a döndüğümde üst düzey genelkurmay yetkililerinden biri ile sohbet edecek vakit yakalamıştık. Bana, Irak’a karşı planlananlar hususunda aynen yüründüğünü söylemişti. Ancak söyledikleri bununla sınırla değildi. Bunun 5 yıllık bir operasyonun bir parçası şeklinde olmasının tartışıldığını, Irak’tan başlamak üzere ardından Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan şeklinde toplam yedi ülkeyi kapsayacağını ifade etmişti.

(…) Bu ifadeleri geniş vizyonuyla, serzenişle- neredeyse inançsızlıkla- dile getirmişti. Konuyu değiştirdim, bunlar duymak istediğim, gerçekleştiğini görmek isteyeceğim türden şeyler değildi. (…) O öğleden sonra Pentagon’dan derin endişelerle ayrıldım.”

Yani Trump’ın geçtiğimiz günlerde vize yasağı getirdiği ülkeler 2001’den bu yana Washington’un “hedefinde” olan ülkelerdi. ABD’nin zaten çoğunu bombaladığı bu ülkelerden kendisine kaçan ya da gelen insanları içeri almama kararı ahlaki olmayabilirdi, ama kışkırtmayı temel alan, “kestirilebilir” bir politikanın popülist bir uzantısı idi. Ayrıca Amerikan dış politikasına yönelik strateji geliştirmeye odaklanmış bir Neo-con think tank kuruluşu olan “Project for the New American Century” (PNAC) tarafından “Rebuilding America’s Defenses” başlığı altında 2000 Eylül’ünde yayınlanmış o meşhur strateji raporu ile de gayet tutarlı idi. Aslında, Clark benzer sözleri daha 1991’de o tarihlerde Pentagon’un 3 numaralı ismi olan, şahin siyasetçi Paul Wolwovitz’den de duymuştu.

Yeni Başkan Donald Trump bugün o listeden sadece Lübnan’ı çıkararak yerine Yemen’i dahil ediyor. Geri kalan ülkeler Washington’un on yıllardır hedefinde olan “olağan düşmanlar” ile aynı. Sadece Yemen, o da artık güncel bir “hedef” olarak belirdiği için listeye dahil edilmiş durumda. Geçmişte listede değildi, zira Yemen ABD için daha düne kadar “düşman” değil, terörizme karşı bir “başarı hikayesi” idi. Nitekim, Başkan Obama daha 2014 Eylül’ünde “cephedeki müttefiklerimizi desteklerken bizi tehdit eden teröristleri temizleme stratejimiz Yemen ve Somali’de yıllarca başarıyla izlediğimiz bir stratejidir,diyordu.

Ancak bundan yaklaşık 2 yıl önce Yemen nüfusunun yüzde 40’ını oluşturan Husiler ayaklanıp başkent Sana’yı ele geçirdiler. Hükümet ile cumhurbaşkanının istifa etmek zorunda kaldığı gelişmeler sonucu ülkede yeni bir hükümet kuruldu. Şiiliğin Zeydi koluna mensup Husilerin bu atağı ile gerçekleşen sonuç beklenmeyen bir gelişme olmuştu ve onları durdurmak için -Şiiliğin ve İran’ın bölgedeki bir numaralı düşmanı-Suudi Arabistan Körfez ülkelerinin dahil olduğu, kendisinin de önderlik ettiği bir koalisyon oluşturmuştu. Bildiğiniz gibi, bu koalisyon 2015 Mart’ından beri Sana başta olmak üzere Yemen’i -sivil, çocuk dinlemeden- bombalıyor. Buna rağmen koalisyon güçleri-İran tarafından desteklenen-Husileri geriletmeyi başarabilmiş değil.

ABD’nin stratejik müttefiki Suudi Arabistan’ın Suriye sahasında yenik düştüğü İran’ın nüfuzunu en azından Yemen’de kırmak istemesi son derece “kestirilebilir” bir gelişme. Benzer şekilde Trump’ın da listeye Yemen’i ilave etmesi ve biraz daha kışkırtıcı olmaya karar vermesi şaşırtıcı değil. Hele hele Suriye’de yeni dönemde oluşturmak istediği güvenli bölgelerin maliyetini karşılama konusunda Suudi Arabistan’a ihtiyaç duyarken.

Ayrıca, Ortadoğu’da mazeret mi yok! Bunlardan biri de, malumunuz, El Kaide. Yemen’de 2009’dan bu yana faaliyet gösteren Arap Yarımadası El Kaide’si son zamanlarda fırsattan istifade ülkenin doğusundaki bazı yerleşimleri ele geçirdi. Amerikalılar da bu “fırsatı” değerlendirerek Ocak ayı sonlarında Yemen’in Rada bölgesinin Yakla köyü yakınlarındaki El Kaide karargâhlarına yönelik olarak bir kara operasyonu gerçekleştirdi. Apache saldırı helikopterleri ile insansız hava araçlarının da kullanıldığı operasyonda ülkedeki varlığını son dönemde epeyce güçlendirmiş olan El Kaide hedefleri vuruldu. ABD’nin Trump döneminde Yemen’e yönelik olarak düzenlediği bu ilk operasyonda bir ABD askeri de hayatını kaybetti. ABD şimdi listenin bu yeni ülkesinin kıyılarına bu amaçla Arleigh-Burke sınıfı, 8 bin km menzile sahip, Tomahawk’lar da dahil gelişkin füze bataryalarına sahip bir destroyer konuşlandırmış durumda.

Listenin yedi üyesi arasında bu yeni dönemde en çok İran öne çıkıyor gibi gözüküyor. Obama’nın geçmişte “nazik” (!) davrandığı, ama Trump’ın öyle davranmayacağını açıklayarak hemen yaptırımlara giriştiği İran, kışkırtmalar sonucu eli yükseltmede ABD’den aşağı kalmıyor ve gerilim karşılıklı tırmandırılıyor. Böylece, İran’da bir rejim değişikliği uzun sayılacak bir Obama parantezinin ardından yeniden ABD’nin gündem menziline giriyor.

Bana öyle geliyor ki, sadece ABD Başkanı Donald Trump değil, Amerikan müesses nizamının da önemli bir bölümü İran konusunda şahinleşmekten yana. Ve galiba o kanat yılların Demokrat’ik “nezaketinden” bıkmış, usanmış halde. Şimdi “atılgan” nizam Trump ile birlikte “daha önce hiç bir başkanın gitmediği yerlere cesurca gitmek” gibi muazzam bir “fırsat” yakalamış durumda. Nasılsa başarılı olunursa zafer müesses nizamın hanesine yazılır, başarısız olunursa da fatura ve günahlar Trump’a!

twitter: @akdoganozkan

 

Yazarın Diğer Yazıları

Orta Doğu’da Arap sonbaharı

Batı’nın lacileri giydirdiği neo-Ladinist Colani güçlerinin Şam’a girmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından Suriye’de bir dönem bitti. Muzafferlerin sevinç çığlıkları yanıltmasın, kötü günler bitmiş ve şimdi sırada daha kötü günler de olabilir

Savaşın ekseni Türkiye sınırına dayanırken

İlk bakışta Lübnan ateşkesi akabinde, İran-Hizbullah ikmal hattını kesmeye yönelik bir hamle gibi görünen Suriye’deki cihatçı taarruzu en çok Tel Aviv’i sevindirmiş olabilir ama en çok Şam’ı mı, Tahran’ı mı, yoksa Ankara’yı mı üzecek, bunu söylemek için çok erken

‘Bibi’yi tutuklayanı yakarız’

“Kurallar temelli uluslararası düzen”, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ile Gallant hakkında alacağı tutuklama kararını önce 5 ay geciktirdi, şimdi de “sakın ha, tutuklarsanız yakarım sizi” deme yolunu seçiyor

"
"