Hıristiyan aleminin önemli bir bölümünün Noel’i kutladığı 25 Aralık’ta, Türkiye çanları günler, haftalar - hatta kimilerine göre aylar öncesinden- çalınan büyük bir devlet depremiyle sarsıldı. Hükümet ile Cemaat arasındaki gerilim hattında beliren bu depremin öncü mü yoksa asıl deprem mi olduğunu daha bilmiyoruz. Birbiri ardına patlayan yolsuzluk dosyaları, tehditler, beddualar ve istifalarla süregiden bu ürkütücü kapışmada oradan buradan duyduklarımız ve okuduklarımızla bundan sonra neler olabileceğini anlamaya çalışıyoruz.
Çemberin daha ne kadar daralacağını, nereye doğru sürüklendiğimizi bilmiyoruz. Emin olduğumuz tek bir şey var: Ülke olarak karanlık bir süreçten geçiyoruz! Hem güneş özlemimizin doruğa çıktığı, hem de puslu, her ihtimale açık, karanlık ve istikrarsız günlerden...
İlginçtir ki, güneşle yeniden buluşmaya yönelik bu beklentimiz, yılın bu dönemindeki astrolojik gerçeklerle de örtüşüyor: Güneş ışınlarının Oğlak Dönencesi’ne dik geldiği 21 Aralık gecesi Kuzey Yarıküre’de yılın en uzun gecesi olarak biliniyor. Kış Gündönümü’nü idrak ettiğimiz yılın bu en karanlık günü, yüzyılların seyri içinde değiştirilen takvim sistemlerinin ardından Miladi takvimde –ve tabii Hıristiyan ilahiyatınca- 24 Aralık’ı 25 Aralık’a bağlayan geceye ötelenmiş.
25 Aralık tarihinden sonraki on iki günlük zaman döneminde güneş yeni bir mevsimsel harekete geçiyor ve geceler kısalmaya başlıyor. Ama henüz istikrarlı bir şekilde de değil. Günlerin istikrarlı bir şekilde yeniden uzamaya başladığı döneme kadar geçirilen o 12 günlük istikrarsız ve karanlık zaman dilimi, ilk çağlardan itibaren karanlık güçlerin varlığıyla ilişkilendirilmiş.
Ve söz konusu dönem, güneşin geri dönerek tam anlamıyla yeniden doğup doğmayacağının endişeyle beklendiği bir dönem olarak idrak edilmiş. Ta ki 6 Ocak’a kadar. Çünkü o gün Kuzey Yarıküre’de günler istikrarlı bir şekilde yeniden uzamaya başlıyor. Yani güneş yeniden yeryüzüne -ya da en azından Kuzey Yarıküre’ye- dönüyor. Başka bir tabirle, güneş “yeniden doğuyor” ve yeni bir yıl başlıyor, hayat tazeleniyor.
Bu özel gün Hıristiyanlık öncesindeki Anadolu’da ışık ve/veya güneş tanrısı olarak kabul edilen Mithra’nın (Mihr) dünyaya yeniden döndüğü gün olarak da benimsenmiş. Pagan örf ve adetlerden epeyce beslenen Ortodoks Rumlar söz konusu mitolojileri büyük ölçüde benimsemekle birlikte Hz. İsa’nın yaşamındaki belli başlı olayları temel alacak şekilde yeniden içeriklendirmişler. Ve bu on iki günlük dönemin başına, ortasına ve sonuna üç önemli yortu iliştirmişler.
Dönemin başında İsa’nın Kutsal Doğuş Yortusu Hristuğenna (Noel), ortasında miladi takvim yılının başlangıcı olan Protohronia, sonunda ise tanrısallığı tecelli eden Hz. İsa’nın insanları Kutsal Ruh ve ateşle kutsayacağına inanılan Theofania Yortusu bulunuyor. (Noel, Süryanilerde İdo Dmavlodö adıyla 25 Aralık’ta, Ermenilerde ise biraz farklı olarak İlahi Tecelli Yortusu ile birleştirilmiş şekilde 6 Ocak’ta Surp Dzınunt adıyla kutlanıyor.)
Bu yortuların pagan kökenleri Anadolu’da farklı inanç topluluklarında benzer mitlerle bezeli olarak varlığını yakın bir döneme kadar sürdürdü.
Örneğin özellikle Orta Anadolu ve Karadeniz’de yakın tarihlere kadar karakoncolos adı verilen, iki ayak üzerinde hareket eden, tüylü, sivri kulaklı ve çıngıraklı bir iblisin kış gündönümünü takiben yeraltı dünyasından çıkıp 25 Aralık ile 6 Ocak tarihleri arasındaki on iki günlük dönemde insanların arasına karıştığına, onların yaptıklarını taklit ettiğine ve hanelerin bolluk, bereketine giden yolu kapadığına inanılırdı.
Karadenizli Rumlar kökeni Yunanca kalikantzaros (καλικαντζάρος) kelimesine dayanan bu iblisin Hayat Ağacı’nın yeraltına uzanan köklerini keserek dünyanın üzerine devrilmesi için uğraştığına inanırlar.
Kapadokyalı Ortodoks Rumlar hanenin bereketi karakoncolos tarafından kaçırılmasın diye yeni yılda evlerinin etrafına kuruyemişler serperlermiş. Evlere bacadan girmeye kalkışan karakoncolosa engel olmak için insanlar ellerinde maşa işlevi gören sopalarla ateşi karıştırıp canlı tutmaya çalışırlarmış. Eğer iblis eve girerse onun taklitçi özelliğini bilenler karakoncolosa zarar verebilecek bir oyun oynamak üzere bitlenmiş numarasına yatarlarmış. Bitleri bu sopayla vücutlarından uzaklaştırır gibi yaptıklarında aynı şeyi denemeye kalkışan karakoncolos, vücudundaki tüylerin alev almasıyla bağrış çağrış evden kaçarmış.
Karakoncolosların 12 günlük istikrarsız sürenin sonunda ortalıktan el ayak çekip yeniden yeraltına indiğine inanılırmış.
Zengin çağrışımları olan bir inanış bu. Muhtemelen bu mitolojik öykü üzerinden yeryüzündeki bereketin devamlılığı için hanemizdeki ateşi her daim harlı tutmanın gerekliliğini de hatırlıyoruz.
Yakın zamana kadar başta Orta Anadolu ile Karadeniz Bölgesi olmak üzere Osmanlı coğrafyasının pek çok yerinde karakoncolosları temel alan seyirlik oyunlar da oynanagelmiş. Noel zamanı yüzü baca isiyle karartılan ve ayı postu giydirilip üzerine çanlar takılan gençlerin (Saya Gezmesi adı verilen bir ritüelin parçası olarak) yöresel müzik enstrümanları eşliğinde ev ev gezdirildiğini çeşitli kaynaklardan öğreniyoruz. Eğlenceli bir şekilde evlerden değişik yiyecekler toplanarak daha sonra pişirilmesini ve yenmesini temel alan bu tip oyunlara Anadolu’nun bir çok yerinde, hatta Noel Baba’nın memleketi kabul edilen Patara yakınlarında bile, hâlâ rastlıyoruz.
Türk, Bulgar ve Makedon mitolojisinde bereket kültü ile ilişkilendirilerek var edilen karakoncoloslardan Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde de bahsediliyor. Eski Türk ruznamelerinde de 25 Aralık için “Evvel-i Koncalos,” 6 Ocak için ise “Ahir- î Koncalos” denildiğini görüyoruz.
Bazı tarihçiler, adını İS 4. yüzyılda Anadolu’da yaşamış, cömertliğiyle ve yoksulları gözetmesiyle tanınan Pataralı Aziz Nicholas’tan alan Santa Klaus’un, yani Batı kültürüne Anadolu’dan taşınan Noel Baba karakterinin karakoncolosun geç dönem varyasyonu olduğunu ileri sürerler.
Başlangıçta bir iblis iken antik dönemde bereket kültü ile ilgili bir törenin parçası olan karakoncolosları bugün hem Yunanistan’da hem de Bulgaristan’da -Osmanlı döneminde Serez sancağına bağlı vilayetlerden Razlık’ta ve Simitli ile Pernik’te- her yıl ocak ayında folklorik ve turistik bir gösterinin parçası olarak kent meydanlarında sahne alırken görebiliyoruz.
Evet, takvimler yeniden o 12 günlük dönemin içinde olduğumuzu gösteriyor. Ancak 25 Aralık’tan bu yana bu ülkede gördüğümüz, duyduğumuz şeyler hiç te öyle folklorik bir lezzet içermiyor.
Bu ülkede ışığın, güneşin geri döneceğinden emin olmadığımız karanlık, istikrarsız bir dönemden geçiyoruz.
Demokrasiden, adaletten ve barıştan yana güçlerin, böyle günlerde temizlik, şeffaflık ve hesap verebilirlik temelinde yönetilen bir Türkiye için, “ateşi harlı tutmasında”, demokratik ve adil toplum özlemine kast edebilecek elleri ülkenin gelecek ufkundan uzaklaştırmanın barışçıl yollarını aramasında büyük fayda var.
***
(Not: Farklı inanç gruplarının bayramları ve özel günlerindeki ortak özelliklere dair detaylı bilgi sahibi olmak isteyenler, Akdoğan Özkan’ın İnkılap Kitabevi’nden 2010 yılında yayımlanan “Kardeş Bayramlar” isimli kitabına bakabilirler.)
twitter: @akdoganozkan