Haberler

Sera Kadıgil'den Bakan Ersoy’a: Ben bakan olsam, saat 24’ten sonra müzik yapmanın yasak ilan edildiği bu karanlık rejime su taşımazdım

"Gerekirse simit satar ama vicdanım temiz yaşardım”

19 Kasım 2021 18:19

Plan Bütçe Komisyonunda görüşmeleri süren Kültür ve Turizm Bakanlığı Bütçesi üzerine konuşan TİP Sözcüsü ve İstanbul Milletvekili Av. Sera Kadıgil, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’a “Ben bakan olsam, saat 24’ten sonra müzik yapmanın bir tek sanat düşmanı tarafından yasak ilan edildiği bu karanlık rejime su taşımaz, ayaklarıma kapansalar gelip bakanları falan olmazdım. Gerekirse simit satar ama vicdanım temiz yaşardım” dedi. 

Türkiye İşçi Partisi Sözcüsü ve İstanbul Milletvekili Av. Sera Kadıgil sözlerine İzmir Devlet Tiyatrosu’nda görev sırasında Covid-19’a yakalanan Ali Cem Köroğlu’nun soruşturmasından henüz bir sonuç çıkmadığını ve süreci sonuna kadar takip edeceğini” hatırlatarak başladı.

Kadıgil, komisyonda yaptığı konuşmada Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’a “Sizin ihmal ettiğiniz alanların başında da sanat ve sanatçılar geliyor sayın bakan. Anayasa madde 64’ü uygulamakta düştüğünüz acz geliyor. Mesela ben bakan olsaydım pandemi sürecinde onca tiyatro ve sinema salonun kapanmasına, yüzbinlerce sanatçı ve kültür sanat emekçisinin açlıkla boğuşmasına, onca müzisyenin intiharına seyirci kalmaz, kalamazdım” diyerek devam etti.

Kadıgil, bakanlığın pandemi sürecinde özel tiyatrolara yaptığı yardımlarla övünmesini eleştirerek “Kolin, Limak, Cengiz gibi beşli çeteye toplam 128 kez vergi indirimi sağlanırken tiyatro ve sanatçılara bir kez olsun bu imkanın sağlanmamasını kabul etmez, edemezdim” diyerek 24 milyon liralık yardımın tiyatroların iki aylık masrafını bile karşılamayacağını belirtti.

“Pandeminin etkileri tam gaz devam ederken çıkıp 450 tiyatroya 24 milyon dağıtmış olmakla övünemezdim mesela. Çünkü tiyatro başı taş çatlasın 22 bin TL’ye tekabül eden bu tutarla aylardır kapalı olan bir bir tiyatro sahnesinin iki aylık masrafının dahi çıkmayacağını bilirdim.”

TİP Sözcüsü ve İstanbul Milletvekili Av. Sera Kadıgil’in konuşmasının tamamı ise şöyle;

"Sayın Bakan, kıymetli bürokratlar hepiniz hoş geldiniz. Sözlerime başlamadan evvel dün hayatını kaybeden Sayın İmran Kılıç’a rahmet, başta ailesi ve AKP Grubu olmak üzere tüm yakınlarına sabır diliyorum.

Evet sayın bakan bu sene birlikte 4. Yılımız oldu sanıyorum.

Önce geçen seneden kalma bir sözüm var onu tutayım, AKM Kültür Merkezi nihayet tamamlanarak faaliyete geçti. Henüz görme fırsatım olmadı ama bunun için teşekkür ediyorum.

Siz de geçen sene bana bir söz verdiniz. İzmir DT’de hayatını kaybeden Ali Cem Köroğlu’nun Covid'e yakalanmasında kurum ve yetkililerinin sorumluluğuna dair iddiaların soruşturulacağını söylediniz. Soruşturma izni geçtiğimiz baharda verildi. Henüz bir sonuç çıkmış olmasa da konuyu dikkatle takip etmeye devam ettiğimizi bilginize sunmak isterim.

Evet sayın bakan, 4 yıldır görevdesiniz.

Bir milletvekilinin işi, zaten göreviniz olan hususlarda yaptıklarınızı övmek değil, yapmadıklarınızı ve ihmal ettiklerinizi size hatırlatmaktır.  Sizin ihmal ettiğiniz alanların başında da sanat ve sanatçılar geliyor sayın bakan. Anayasa madde 64’ü uygulamakta düştüğünüz acz geliyor.

Bakın sunumunuz neredeyse 40 sayfa.

Bunun kaçı sanata ayrılmış biliyor musunuz?

Sadece 6.  Sanat ve Turizmin neden aynı bakanlık altında toplanmaması gerektiğinin en açık kanıtlarından biri bence bu.

Bu nedenle kalan zamanımda aslında o oturduğunuz koltukta sanat adına neler yapmadığınızı ve neler yapılabileceğini anlatacağım.

Mesela ben bakan olsaydım pandemi sürecinde onca tiyatro ve sinema salonun kapanmasına, yüzbinlerce sanatçı ve kültür sanat emekçisinin açlıkla boğuşmasına, onca müzisyenin intiharına seyirci kalmaz, kalamazdım.

Misal en basiti vergi borçlarından başlardım. Kolin, Limak, Cengiz gibi beşli çeteye toplam 128 kez vergi indirimi sağlanırken tiyatro ve sanatçılara bir kez olsun bu imkanın sağlanmamasını kabul etmez, edemezdim.

Her yıl dağıtılan devlet yardımlarında en azından bu zor zamanlarda olsun “KDV ve vergi borcu olmaması” şartını aramaz, bilakis borç altında ezilen sanat kurumlarına özellikle desteklemeye çalışırdım.

Pandeminin etkileri tam gaz devam ederken çıkıp 450 tiyatroya 24 milyon dağıtmış olmakla övünemezdim mesela. Çünkü tiyatro başı taş çatlasın 22 bin TL’ye tekabül eden bu tutarla aylardır kapalı olan bir bir tiyatro sahnesinin iki aylık masrafının dahi çıkmayacağını bilirdim.

Bakın sayın bakan tiyatro kooperatifinin raporları gösteriyor ki salgın sürecinde özel tiyatroların %63’ünün gelirleri aylık 500 TL’nin altına inmiş durumda.

Tam da bu yüzden mesela ben bakan olsaydım yav bu ülkenin tüm tiyatrolarına bir sene için reva gördüğü toplam bütçe sarayın iki günlük masrafı etmiyor, böyle saçmalık olur mu diye isyan ederdim!

Tiyatroları tacir değil kültürel işletme olarak tanımlar, vergi adı altında 50 türlü haraç keseceğime destekler, mevzuatını yeniler, bağış alabilmelerinin önünü açardım.

Misal ben bakan olsam sunumuma 40 bin müzisyen ve sektör emekçisine tüm pandemi süreci boyunca toplam 280 milyon TL, yani Osmangazi köprüsünden geçmeyen araçlar için ödenen sadece 1 aylık paraya denk gelen bir bütçe ayırabildiğimizi ifşa edemezdim.

Kişi başı 7 bin TL’ye gelen bu yardımla iki yıldır işsiz olan hangi müzisyenin hangi ihtiyacını nasıl karşılayacaksınız diye soran çıkarsa diye gerilirdim. Yüzlerce müzisyen intihar etmişken, binlerce müzisyen enstrümanını satmış ve müzikten tamamen kopmak zorunda kalmışken koltuğumda oturmaya devam edemezdim.

Ben bakan olsam “ya bu sanatçılardan toplayıp kimseye koklatmadığımız 400 milyondan fazla para var kasada. Özel kopyalama harcı zaten sanatçıların kendi yarattığı bir fondur. Bari bu zor günlerde sanatçıların haklarını gasp etmeyelim der, haklarını teslim eder, belki o zaman rahat bir uyku çekebilirdim.

Ben bakan olsam her yıl öve öve bitiremediğim dizilerdeki sömürü düzenini yok eder, sadece yapımcı ve kanalların çıkarları için değil, o eserleri üreten GERÇEK hak sahipleri için mücadele ederdim. Çocuklar dahil kimsenin bir sette 16-17 saat, üstelik güvencesiz çalışmasına yapımcılar öyle istiyor diye göz yummaz, yumamazdım.

Ben bakan olsam Türkiyeli hiçbir sanatçının yapılan bu eserlerden beş kuruş telif hakkı almıyor alamıyor olmasını kendime bir parça olsun dert edinirdim! 4 senedir buraya gelip gidip telif hakları bizim için önemlidir deyip sonra bu alanda tek bir adım atmadan makamıma dönüp çayımı yudumlamaya devam etmez, sonuç görmek isterdim.

Misal ben bakan olsam her yıl çıkıp burada sansür yok, vallahi yok diye sunum yapacağım yerde ipe sapa gelmez nedenlerle yasaklanan onlarca tiyatro oyununa düşmanlık eden sözde vali ve kaymakamların peşine düşer, siz kendinizi ne sanıyorsunuz derdim! Berü gibi kürtçe oyunlar yasaklanırken, siz bu ülkenin en yaygın ikinci dilinde sergilenen bir sanat eserini yasaklamaya nasıl cüret edersiniz diye tam karşılarına dikilirdim!

Ben bakan olsam, “Biz kitaplara sadece bandrol veriyoruz bizde sansür olmaz” derken bir yan bakanlığıma döner bi bakar, aile bakanlığında bir grup liyakatsizle kurulan muzır neşriyat adı altında bir kurulla takır takır kitap yasaklanmasından biraz olsun hicap duyardım!

Ben bakan olsam hiç kimse bu ülkenin Genco Erkal, Müjdat Gezen, Metin Akpınar gibi değerlerini, ipe sapa gelmez yandaş şikayetleriyle,  80 yaşında adliye koridorlarında gezdirmeye cesaret dahi edemezdi!

Levent Üzümcü hobi olarak ayda bir ifadeye çağırılmaz, sanatçılar kara listelerle açlığa mahkum edilmez, sokak ortasında tartaklanamazdı.

Sistematik olarak sanatçıları hedef göstermeyi marifet sanan lağım medyasından, siyasetçi yanaşmasından ne kadar oksijen israfı varsa hepsi karşılarında beni bulurlardı! 

Misal ben bakan olsam TRT denen bizim vergilerimizle saray borazanlığı kurumu hizaya çekerdim. Kendi tecrübeli personelini kovup sonra da tüm bütçeyi “dış yapımlar” adı altında yandaş yapım şirketlerine peşkeş çeken kim varsa, kendini önce kapının önünde sonra mahkemede bulurdu!

Ben bakan olsaydım ve bu ülkenin yayıncıları Türkiye her yıl katıldığı, Frankfurt kitap fuarına benim bakanlığım döneminde bütçesizlik nedeniyle katılamasalardı, çok utanırdım mesela. 

Ben bakan olsaydım her yıl bin bir umutla mezun olup sonra nitelikli işsiz ordusuna katılan on binlerce arkeoloğu, müzeciyi, sanat tarihçisini kütüphaneciyi işsiz koymaz, atamalarını yapardım. 

Ben bakan olsam bu ülkenin meclisini ciddiye alır, seçilmiş milletvekillerinin bana yönelttiği sorulara lütfedip yanı verirdim. 

Evet, daha yapacak çok icraat vardı ama sürem kısıtlı. 

Ancak son olarak şunu ifade etmeliyim ki her şeyi geçtim, ben olsam, saat 24’ten sonra müzik yapmanın bir tek sanat düşmanı tarafından yasak ilan edildiği bu karanlık rejime su taşımaz, ayaklarıma kapansalar gelip bakanları falan olmazdım.

Gerekirse simit satar ama vicdanım temiz yaşardım."