Haberler

Almanya'da ırkçılık kavramı nasıl tartışılıyor, sosyal ve kurumsal açıdan ırkçılığa karşı nasıl önlemler alınabilir?

Fulya Canşen sordu, sosyal bilimci Prof. Kemal Bozay yanıtladı

13 Haziran 2020 18:14

Gazeteci Fulya Canşen, sosyal bilimci Prof. Kemal Bozay ile ABD'de başlayan ırkçılık karşıtı protestoların dünyaya yayılmasını ve Almanya özelinde ırkçılık karşıtı söylem ve hareketlerin geleceği ile ırkçılığın kurumsal, sosyal ve toplumsal olarak nasıl aşılabileceğine yönelik senaryoları konuştu. 

Son zamanlarda ABD’de özellikle George Floyd’un ölümünün ardından ırkçılık karşıtı gösteriler başladı ve dünyaya yayıldı. Almanya’daki ırkçılıktan başlayalım bu hakikaten  kökü çok eskiye dayanan bir ırkçılık mı yoksa özellik Koronavirüs dönemi ile mi arttı?

Almanya'daki ırkçılık hakkında şunu söylemek lazım, toplumun birçok politik elitleri yabancı düşmanlığından söz ettiler ama ırkçılık kavramı ciddi bir biçimde reddedildi. Biraz daha sol ilerici güçlerin söyleminde kaldı. Toplumun muhafazakar ve politik elitleri içerisinde ırkçılık kavramı biraz daha devre dışı bırakıldı. 

Almanya’da ciddi bir ırkçılık olgusundan söz etmek mümkün, sadece Hitler faşizmi sürecinde değil, sonrasında da daima düzenli bir çizgi etrafında geliştiğini görmek mümkün. Örgütler, kurumlar değişti ama özne hep kaldı. O anlamda Almanya’da şu an ciddi bir ırkçılık ve aşırı sağ potansiyelin mevzilenmesi gündemde ve değişik toplumsal kesimlerinde gündemini teşkil etmekte. 

Alman siyasetinin tutumunu nasıl görüyorsunuz? 

Irkçılık evrensel bir olay sadece ABD veya Almanya'nın olayı değil. Evrensel, toplumsal tarihsel boyutları var. Bu tartışmaları bu noktalardan görmek lazım.  Bunun için George Floyd olayıyla sadece ABD’deki gelişmeleri göz önünde bulundurmak değil, kendi yaşadığımız toplum içerisindeki ırkçılığa karşı mücadeleyi de dikkate almamız gerekiyor. O dikkate almak da Angela Merkel’in veya Heiko Josef Maas’ın dediği gibi sadece ‘kapımzıın önünü temizlemek’ anlamıyla değil, kurumsal bazı yapıların değişmesiyle de ilgilidir. Çünkü ırkçılığın içerisinde değişik boyutla var. 

3 tane ırkçılık boyutu var. Bir, insanları etkileyen günlük yaşamdaki ayrımcı söylemler ve yaklaşımlar üzerine şekilleniyor. Diğer taraftan kurumsal bir ırkçılık var. Polis içerisindeki ırkçılığın boyutları da var. Polis yapıları içerisinde özellikle Doğu Avrupa ülkelerinden gelenler değil, Kuzey Afrika veya Asya ülkelerinden gelen insanların daha çok kontrol edilmesi olguları kültürel boyutta bir ırkçılığı gündeme getirmektedir. Diğer bir şey okullardaki ayrımcılık,  bu da kurumsal ırkçılığı gündeme getiriyor. Yasalar da var. Seçme ve seçilme hakkı yıllarca burada yaşasalarda Avrupa dışından gelen insanlar için gündem dışı bırakılan bir haktır. Bu da bir ayrımcılıktır. Bu da toplum içerisinde biz ve onlar ayrımını güçlü kılmaktadır. 

Irkçılıkla mücadele konusunda ciddi bir hassasiyet de geliştirmek gerekiyor. 

Yeşiller partisi geçen hafta anayasadan ırk kavramını çıkaralım dedi. Bunun da bir etkisi olabilir mi?

Irk kavramı tarihsel boyutuyla ırkçılığın gelişmesinde, şekillenmesinde ve politik bir mevzi olmasında önemli bir temel oluşturmaktadır. Bu kavram şu an tam yerini de bulmamakta, ondan dolayı bu kavramın kaldırılmasını doğru buluyorum. Ama bu yetmiyor. Dediğim gibi biz bu toplumda ırkçılığı bir gecede veya piyasanın değişimi ile de kaldıramayız çünkü kökleri çok derin, tarihsel ve çok daha köklü dolayısıyla ona karşı mücadelede bizim toplum olarak çok büyük bir hassasiyet de geliştirmemiz lazım. 

Irkçılığın çocuğun, aile eğitimden başlayıp bütün eğitim hayatı boyunca yargılanması gerekiyor. Ona karşı önleyici yasalara ihtiyacımız var. Şu anda ayrımcılığa karşı mücadele yasası var ama insanları ırkçı ve ayrımcı davranışlarla karşılaşma noktasında yeterince koruma altına alamıyor. Onun için Almanya’da çok ciddi yasal düzenlemelere ve eğitim programlarına ihtiyacımız var. 

Çuvaldızı biraz da kendimize batıralım. Almanya'da yaşayan Türkiyeliler mülteciler söz konusu olunca hemen onlara karşı bir ayrımcılık ve dışlama içerisine giriyorlar. Nasıl oluyor bu? Hem kendiniz yaşıyorsunuz hem başkalarına yapıyorsunuz.

Irkçılığın sistemsel bir sorun olduğunu söylerken buna dikkat çekiyorum. Irkçılık sadece bir grubun bir gruba karşı yaptığı değil, ezilen grup da daha başka ezilen bir gruba yansıtabilir. Toplum içerisinde önce gelenler her zaman kendilerini hegemonik egemen bir yapı içerisinde görüyorlar ve yeni gelen insanların da kendi sistemlerine uyum sağlamasını istiyorlar. Ama bu da toplumun bunlara verdiği bir hak ve meşruiyet üzerine gelişiyor. Her zaman ben önce buradaydım herkes benim yaklaşımlarıma ve hareketlerime göre davranmalı anlayışı oluşuyor. 

Aslında ABD, ırkçılık ayrımcılık konusunda en hassas ülkelerden birisi ama Türkiye’ye dönersek Türkiye’de, ABD’de siyahilere yapılanlardan dolayı herkes siyahi gibi davranıyor ama burnumuzun dibindekini göremiyoruz. Bunun nedeni ne olabilir?

Irkçılık kökleri ile Türkiye'de de vardır. Türkiye'de uzun yıllar hep ‘dış mihraklar Türkiye’yi bölmek istiyor’ söylemini ve dış mihraklar içerisinde de değişik etnik grupların da Türkiye'yi bölme eğilimi üzerine şekillendiğini görüyoruz. Dolayısıyla Türkiye’de ırkçı refleksin olmadığını söylemek doğru olmaz. Özellikle tarihsel boyutuyla Ermeni sorunu ile yüzleşemediğimiz veya Kürt sorunu gibi sorunlara karşı açık davranmadığımız sürece halen daha değişik ayrımcı yapılar ve yaklaşımlarla devam ettiğimizi görmekteyiz. 

ABD’deki ırkçılık karşıtı gösterilerin de verdiği mesaj ırkçılığa karşı küresel bir mücadelenin verilmesiydi. Dünyanın her tarafında da zincirleme bir şekilde gelişti. Birçok ülke pandemi sürecinde milliyetçi reflekslerden söz etti ama gençlik hareketleri ve iklim krizine karşı hareketler bu sorunun evrensel olduğunu ve küresel boyutta dünyanın her tarafında hareketlere ihtiyacımız olduğunu gösteriyor. 

Koronavirus sürecinde pek çok insan yeni bir dönemin başlayacağını söylüyor. Bu yeni dönem ırkçılık ve ayrımcılığın azalacağı bir dönem olabilir mi?

Özellikle son yıllarda yaşadığımız ve son aylarda pandemi ile yaşadığımız olaylar umudumuzu yitirmemeyi ve yaşama daha çok bağlanmayı gerekli kıldı. 

Ama bir yandan da şöyle pesimist bir yaklaşım var. Hükümetler ve sistemler hala milliyetçi reflekslerle devam ettikçe yeni hareketlerin önüne geçme noktasından da ciddi girişimlerin olacağını düşünüyorum. Örneğin, bu pandemi sürecinde bir çok ülke küresel ve evrensel çözümler yerine milli çözümlere dayandı ve başka ülkeleri yargılayıp sınırları kapatmayla kendilerini ifade ettiler. Türkiye’de ‘biz bize yeteriz’ kampanyası, Almanya'nın tamamen geri çekilip kendi çözümleri üzerinde durması birçok ülkenin sınırları kapatarak sorunu aşma çabası milliyetçi refleksleri güçlendirdi. 

Bunun karşısında ise yeni genç kuşaklar içerisinde yeni hareketlerin de gündeme geldiğini gördük. Parlamento dışı gençlik hareketleri gündemde, bunlar dijital dünyada bir araya geliyor. Orada örgütlenip sokaklara inen yeni politik gençlik hareketlerinin geliştiğini ivme gösterdiğini söylemek mümkün.