IŞİD’in Kobanê’ye girmesinin ardından Türkiye’de yaşanan gelişmeleri ve çözüm sürecine yansımalarını değerlendiren Zaman gazetesi yazarı Ahmet Turan Alkan, “Hükûmetle ilgili fikirlerim mâlum; eleştirici bir noktadayım fakat ‘sivil siyâset’in Türkiye’deki geleceği hakkında ciddi endişelerim var. İktidar, yelken-yepelek gidişatıyla kendisinden sonrası için sivil siyâset alanlarını tahrip ediyor. O mâhud, 'Bu siviller her işi berbad eder, yine biz düzeltiriz' yaklaşımının değirmenine su taşıdığını gördükçe hayal kırıklığına uğruyorum ve iktidarda ‘sivil siyâset’i esirgemek yolunda bir firâset görmediğim için bedbinim” dedi.
Ahmet Turan Alkan yazısında “Daha açık nasıl yazılır; gerisi şom ağızlılık olur! Birileri doğuda okul yakıp, Atatürk büstüyle futbol oynarken sizin burada gece yarısı okul bahçesine dozer sokmanıza aldırış etmiyorum; aldırış ettiğim o menhus ihtimâldir!” görüşünü dile getirdi.
Yazısında askerin çözüm sürecine soğukkanlı yaklaştığını öne süren Alkan, “2007’deki o meşhur dijital muhtıradan beri askerlerin siyasî belirleyiciliğinin en üst seviyeye çıktığı bir gerçek” dedi.
Ahmet Turan Alkan’ın Zaman gazetesinin bugünkü (8 Ekim 2014) nüshasında yayımlanan, “O menhus ihtimâl” başlıklı yazısı şöyle:
‘O menhus ihtimâl’
Diyarbakır’ın Ofis semtinde bir öğrenci yurdundaki Atatürk büstünün bir grup genç tarafından kafası kırılarak aşağıya atılması ve kafayla top oynarken çekilen fotoğrafların gazetelere yansıması dikkatimi çekti. Bir grup kendini bilmez delikanlının densizliği gibi görünmüyor.
Böyle şeyler unutulmaz, bir kenara yazılır; her ne kadar Ergenekon ve Balyoz davalarından sonra askerî vesâyet geriye çekilmiş, sivil otoriteye râm olmuş gibi görünüyorsa da, ‘büyük resim’e dair ayrıntılarda askerin hâlâ etkili ve yönlendirici olduğunu düşünüyorum. Meselâ Aynü’l-Arab’daki (Kobanê) IŞİD-PYD çatışmasına Türkiye’nin ‘gözlemci’ kalmasında da hükûmet kararından ziyade askerî bürokrasinin etkili olduğu gibi bir kanaat var bende; kezâ, hükûmet ve PKK kanadından gelen çelişki hamlelerle gittikçe karmaşıklaşan ve ümitsizlik noktasına doğru sürüklenen çözüm sürecinde sadece sivil otoritenin belirleyici olduğuna inanmak gitgide zorlaşıyor. PKK artık saçmalık noktasına varan okul yakma, şantiye basma, güvenlik güçlerini tâciz, kalekolları engelleme ve normal zamanlarda olsa devlete karşı kalkışma olarak okunacak molotoflu protesto eylemleriyle askerlerin ihtiyatlılık yaklaşımına kendi eliyle malzeme taşır gibi davranıyor.
Çözüm sürecini dışarıdan birilerinin baltalamasına gerek yok; taraflar, “bu sürecin ucu karanlık” diye düşünenleri güçlendirircesine mantığa ters düşen garip yaklaşımlar içindeler. ‘Türk derin devleti’nin hükûmeti istikrarsız, kararsız ve kafası karışık gösterme çabasını bir yerde anlamak mümkün; PKK’nın gerçekte neyi murad ettiğini anlamak zor. Çözüm safhasında hükûmeti daha net adımlar atmaya zorlayacak demokratik talepleri savunmak yerine Rojava’daki otonom Kürt yönetimine Türk desteğini olmazsa olmaz cinsinden bir dayatma haline getirmesi, işi Türkiye’nin PYD’ye ağır silah yardımı yapacak absürdlüğe kadar vardırması, basındaki “kripto” Kürtçüleri seferber ederek Türkiye’yi Rojava’yı himâyeye zorlaması, denklemi anlaşılmaz hale getiriyor. Bu gibi garip ve izahı zor adımlarla kör-topal yürüyen çözüm sürecine askerlerin soğukkanlı ve mesafeli yaklaştığı ve 2007’deki o meşhur dijital muhtıradan beri askerlerin siyasî belirleyiciliğinin en üst seviyeye çıktığı bir gerçek.
İktidar 2007’deki meşrûiyet ve millî iradenin tabii uzvu olmak noktasından gitgide uzaklaşarak kendini zayıf düşürdü. Seçmen desteği itibarıyla tarihinin en parlak günlerini yaşamasına rağmen toplumsal ve hukukî meşruiyeti gitgide zayıflıyor. Devlet kadrolarında partizan kurumlaşma hamleleri birbiri ardına geldikçe meşrûluğu sorgulanıyor. Devlet, hızla bir parti devleti haline dönüştürülmekte. Güçler ayrılığı prensibi delik-deşik edilerek fiilen başkanlık sistemine geçildi. Bugün için sadece Cemaat mensuplarının canını yaktığı için çoğu çevrelerin görmezden gelip “oh olsun” diyerek geçiştirdiği keyfî hükûmet tasarruflarının, yarın herkesi tehdit edecek bir korku rejimine dönüşmesi an meselesi. İşte bu zaafiyet, iktidar yanlılarınca “gücün zirveye ulaştığı yer” diye yorumlanırken dünya kamuoyunda iktidar, demokratik basiretini israf ederek ayakta durmaya çabalayan şaibeli bir yönetim gibi algılanıyor. Özür dilemiş olmasına rağmen Joe Biden’in suçlayıcı sözlerinin de kayıtlara geçtiği unutulmamalı. Bu tatsız intibâlar da bir yerlere yazılıyor olmalı.
Hükûmetle ilgili fikirlerim mâlum; eleştirici bir noktadayım fakat ‘sivil siyâset’in Türkiye’deki geleceği hakkında ciddi endişelerim var. İktidar, yelken-yepelek gidişatıyla kendisinden sonrası için sivil siyâset alanlarını tahrip ediyor. O mâhud, “Bu siviller her işi berbad eder, yine biz düzeltiriz” yaklaşımının değirmenine su taşıdığını gördükçe hayal kırıklığına uğruyorum ve iktidarda ‘sivil siyâset’i esirgemek yolunda bir firâset görmediğim için bedbînim.
Daha açık nasıl yazılır; gerisi şom ağızlılık olur! Birileri doğuda okul yakıp, Atatürk büstüyle futbol oynarken sizin burada gece yarısı okul bahçesine dozer sokmanıza aldırış etmiyorum; aldırış ettiğim o menhus ihtimâldir!