Zaman yazarı Mümtaz’er Türköne, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın PYD-YPG konusunda yaptığı açıklamaları ve ABD’ye PYD'ye ilişkin çağrılarını desteklediğini söyledi. Türköne, “Erdoğan'ın PYD konusunda söylediklerinin hepsi doğru, haklı ve yerinde sözlerdir” dedi. ABD’nin PYD’ye yönelik tavrının “kabul edilemez” olduğunu söyleyen Türköne, “Türkiye terörle savaş halinde iken ABD'nin bu terörün kaynağını himaye etmek için sağa sola yalpalaması kabul edilebilir bir durum değil” ifadesini kullandı.
Türköne, Erdoğan'ın açıklamalarına yönelik, "Cumhurbaşkanı söylenmesi gerekenleri, aslında diplomatik üslûba harfiyen riayet ederek, tam da durumun nezaketine ve vahametine uygun şekilde şiddetli ifadeler kullanarak sıralıyor" dedi.
Türköne’nin Zaman’da “Savaşı kim yönetiyor?” başlığıyla bugün (23.02.2016) yayımlanan yazısı şöyle:
Savaş devam ettiği için, öfkeye ve celallenmeye aldırmayın; Erdoğan'ın hafta sonu Çırağan Sarayı'nda ABD'yi hedef alan ağır sözleri ölçülü-tartılı ve ince elekten geçirilmiş sözler.
Sözün şiddeti değil haklılığı öne çıkıyor ve ciddi ciddi bir metinden takip ediliyor. Cumhurbaşkanı söylenmesi gerekenleri, aslında diplomatik üslûba harfiyen riayet ederek, tam da durumun nezaketine ve vahametine uygun şekilde şiddetli ifadeler kullanarak sıralıyor. Muhatabının üslûba takılmayıp mesajı aldığından emin olabilirsiniz. Çırağan'dan çıkan diplomatlardan birinin rivayete göre “fena dayak yedik” demesine bakılırsa, sonuç mesajın postada kaybolmadığını gösteriyor. Erdoğan'ın PYD konusunda söylediklerinin hepsi doğru, haklı ve yerinde sözler. Türkiye terörle savaş halinde iken ABD'nin bu terörün kaynağını himaye etmek için sağa sola yalpalaması kabul edilebilir bir durum değil. Yine de vurgulayalım: Bu mesajları Cumhurbaşkanı'nın değil Başbakan'ın vermesi gerekir. Cumhurbaşkanı, Başbakan yağıp-gürledikten, ağır laflarla muhatabını ezdikten sonra, devletin ne kadar sükûnetle işlediğini göstermek adına en küçük bir öfke veya başka bir duygu kırıntısı taşımayan mekanik bir ses tonuyla “Hay ağzına sağlık Sayın Davutoğlu” diyebilecek kadar sahneye çıkıp sonra kaybolmalı.
Durum bu sözlerin ağırlığıyla mütenasip şekilde vahim görünüyor; Türkiye PKK'nın taşeron olarak göründüğü sahnenin gerisinde Rusya ile sıcak bir savaşı bütün şiddeti ile sürdürüyor. Köşeye sıkışmış vaziyette, değil hamle etmek burnunu bile çıkartamıyor ve üstelik savaşı kendi sınırları içinde Sur'da, Cizre'de hatta Ankara'da Genelkurmay'ın dibinde “savunma savaşı” olarak kabul etmek zorunda kalıyor.
Tarihî tecrübeyi ve mantığını bilmeyenler savaşın üç farklı boyutunu birbirine karıştırır ve bu yüzden olan biteni doğru yorumlayamaz. İlk boyutta savaş, halkların öfkesini, vatan ve hamaset duygularını karşı karşıya getiren düşmanlığı ortama yayar. Türkler ve Ruslar tarihte sık sık yaptıkları gibi birbirinden nefret eder. Zannederiz ki, vatanı için savaşmaya ve ölmeye hazır bir millet oldukça, devletlerin sırtı yere gelmez. Halkın moral motivasyonu, savaşta bir avantajdır; ancak savaşı bu işte uzmanlaşmış askerler yapar ve kazanır. Askerlerin kılı kırk yararak yaptıkları hazırlık, savaş eğitimi, lojistik hesaplar, ihtimaller ve fırsatlar mutlaka soğukkanlı ve mantıklı bir şekilde yürütülmesi gereken ikinci boyutu öne çıkartır. Üçüncü boyut ise halkın desteğini arkasına alarak, askerin ihtiyaçlarını karşılayarak bu savaşı kısa veya uzun vadede ülke çıkarlarına uygun bir siyasî amaca bağlayan ve bir netice elde etmeye çalışan politikacıların bakış açısıyla oluşur. Savaşmak askerlerin işidir; savaş kararı vermek ve savaşın hedeflerini belirlemek ise politikanın meselesidir. Sıkıntımız bu üç farklı boyutun yer değiştirmesi. Sanki elinde silah varmış gibi savaş naraları atan ve güyâ savaşanlar politikacılar. Askerler sağduyulu politik bakış açısını, politikacılara rağmen sürdürüyor ve Türkiye için bir felâkete dönüşecek savaşı engelliyor. Halka gelince… Ülkesi için ölmeye hazır toplum kesimleri vatan haini ilan ediliyor ve düşmanlık savaşacağımız güce karşı değil, kendi aramıza yerleştiriliyor. PKK'nın küresel aktörlerden aldığı cesaretle sürdürdüğü saldırıları ve Rusya'nın PKK üzerinden Türkiye içine taşıdığı operasyonları bir kenara bırakın, devlet zirvesinde işleyen bu sevk ve idare düzeni ile hiçbir savaşı kazanamayız.
Rusya, Afganistan'dan bu yana biriktirdiği ve geliştirdiği asimetrik savaş tekniklerini ve taktiklerini yeni teknolojileri test ederek Türkiye'de uyguluyor, durduramıyorsunuz. Suriye'de IŞİD belasını, PYD gibi örgütlerin halkı sahipsiz ve savunmasız bıraktığı için azdırdığını ABD'ye anlatamıyorsunuz. Ankara saldırısını üstlenen TAK'ın, 2005 yılında Kuşadası ve Çeşme'de turistlere yönelik bombalı saldırılarını ve bu örgütün PKK ile bağlantısını herhalde bir dosyaya koyup göndermiş olmalılar. PYD'nin PKK ile aynı hiyerarşi içinde yer aldığını ise iki örgütün bayraklarını yan yana koyarak, birçok delilden daha kesin bir şekilde ispatlamanın mümkün olduğunu birileri mutlaka akıl etmiştir.