Ali Bayramoğlu
(Yeni Şafak, 23 Mayıs 2012)
Bizi de mi tutuklayacaktınız?
Haberleri tararken, dün gözüm, 36'sı tutuklu 44 gazeteci hakkında kabul edilen KCK iddianamesiyle ilgili değerlendirmelere takıldı.
44 gazeteci...
Ve mesleki ilişkiler, faaliyetler...
Savunma avukatlarından Özcan Kılıç, "insanların yaptığı işin ücretini almasından tutun, gazetecilik faaliyeti, muhabir ile editörün, editör ile haber müdürünün, muhasebeciyle şirketin görüşmeleri bile suç teşkil etmiş (...) bu mantığın ve hukukun kurallarının hiçe sayılmasıdır..." diyordu.
Kim suçlu, kim gazeteci, kim değil tartışmaları elbet yapılacaktır.
Ancak yukarıdaki sözleri de ciddiye almak gerekir.
Örneğin siyasi iktidar, "tutuklu kişiler gazeteci değildir, sarı basın kartları bile yoktur, bunlar gazeteci maskesi altındaki teröristlerdi ve destekçileridir" türü otoriter kokulu açıklamalara ne oranda başvurursa başvursun "tutuklu gazeteciler meselesi" gündemden düşmeyecektir.
Gerek demokrasi tartışmalarına ve gerek Türkiye imajına ciddi bir gölge olmayı sürdürecektir.
Zira sorunun temelinde, basına sızmış PKK üyeleri meselesi değil, terörle mücadelede siyaset ile şiddet arasındaki sınırları yok sayan güvenlikçi politikalar yatmaktadır.
Kürt siyasi hareketine temas eden her aktörü, her faaliyeti, her düşünceyi baskı altında tutan bu politikalar, ülkenin temel sorunlarından birisi olmayı sürdürmektedir.
Bu gerçek çıplak...
Ancak sert siyasi koşullar, çatışmalar, cenazeler bazen bu gerçeğin algılamasına engel oluyor. Ve bu durumda farkındalık, simgeler, simge hadise ya da isimler üzerinden gerçekleşebiliyor.
Durum sadece sıradan vatandaş için değil, en tepedeki siyasi sorumlu açısından da böyle olabiliyor.
Meşru, yasal ve mecliste temsil edilen bir siyasi partinin akademisinde ders verdikleri için yargılanan Büşra Ersanlı'nın, Ragıp Zarakolu'nun durumu buna bir örnek...
Ahmet Şık ve Nedim Şener'in tutukluluk halleri bir başka örnekti.
Ve örnekten geçilmiyor...
Avukat Özcan Kılıç'ın haberlerde ve kimi gazetelerde yer alan şu sözlerini dikkatle okuyunuz:
"Ben Cengiz Çandar'ın KCK soruşturmasına katılacağını emniyette duydum. Meslektaşlarım gözaltındayken, orada biz bir bilgi aldık. Cengiz Çandar, bir gazeteci arkadaşımızın yazdığı 'Öcalan'ın İmralı Günleri' kitabının önsözünü yazmıştı. O bile dosyaya konulmak üzereydi..."
Sözünü ettiği Cengiz Çandar...
Tescilli bir gazeteci ve bir entellektüel...
Sözünü ettiği bir gazetecinin, bir aydının bir kitaba yazdığı önsöz...
Bilgi ve deneyim süzgecinden geçmiş bir değerlendirme...
Bu iddia gerçek mi diyeceksiniz?
Hiç şüpheniz olmasın...
Bakın neden?
Ersanlı ve Zarakolu'nun tutuklandığı günlerdi. Uzun yıllar birlikte çalıştığım, çok sevdiğim ve son derece değerli bir öğretim üyesi arkadaşım gazeteye geldi.
Endişe içinde, "yeni bir gözaltı listesi varmış, ben dahil 7 öğretim üyesi alınacakmış" diyordu. Bilgiyi emekli bir meslektaşı vermişti. O meslektaş da bunu devlet içinde etkili konumda bir yakınından duymuştu. Bahsettiği listedeki isimler ise son derece önemli, özgürlükçü görüşleriyle tanınan bazı öğretim üyeleriydi.
Gazetede yönetici ve yazar kimi arkadaşlarla konuştuk, ciddiye alıp alınmaması gerektiğini bilemedik önce...
Ama şüphe duyduk...
Ve bilmesi, duyması gereken herkese söyledik...
Ne yazık ki, sonunda bilginin doğru olduğu teyit edildi.
Teyit eden emniyet kaynaklarıydı.
"Özgür düşünceyi terör örgütü teorisyenliği sanan", siyasi değerlendirmeyi keyfince yapan ve mekanizmayı tetikleyen asıl kararı veren "özerk merkez" olarak "emniyet"...
Öncelikli olan arkadaşlarımızın güvenliğiydi ve bilginin teyidiyle bu operasyonun yapılması da imkansız hale geldi ve rafa kalktı...
Ama enformel yollarla...
Ancak mesele bunun formel hale gelmesi, düşüncenin, aydının, gazetecinin üzerindeki tehdidin kalkmasıdır.
Bu tehdit polis değerlendirmeleriyle hala sürüyor, yargının devlet merkezli refleksiyle hız alıyor, siyasi iktidarın gazetecileri ve gazeteleri milli duruşa davet etmesiyle derinleşiyor.
İş Çandar'a ve benzerlerine uzanırsa, otoriter cesaret bu noktaya kadar gelmişse, demokrasinin beli doğrulmayacak kadar bükülmüş demektir.
Bu durumda asıl beli kırılması gereken o "cesaret"tir.