Kürşat Bumin
(Yeni Şafak, 4 Haziran 2012)
Yumurtasız omlet misali 'sendikasız demokrasi' hayali mi?
Dünkü yazıda Maliye Bakanı'nın bir açıklamasından hareketle THY ile Hava-İş Sendikası arasında devam etmekte olan toplu iş görüşmelerine doğrudan bir müdahale olan 6321 sayılı 'torba yasa'dan söz etmiştik. Bu 'torba' kanunun ilk maddesi 'havacılık hizmetleri'ni de grev yasağı olan iş kolları arasına dahil ediyordu. 17 aydır THY ile toplu iş görüşmelerini sürdüren Hava-İş'e 'İşkolunda grev yasağı getirildiğine göre, bundan sonraki pazarlık gücünü görelim bakalım!' dercesine...
Sendikal hayat bahsi açıldığında değerlendirmelerini dikkate almamız gereken uzmanlarından olan Aziz Çelik, 'Havacılıkta grev yasağı hukuksuzdur' başlıklı yazısından (T24): 'Bu yasak gerek biçim gerekse içerik açısından tamamen keyfi ve hukuksuzdur. Uluslararası sözleşmelerin ve hukukun genel ilkelerinin açıkça ihlal edilmesidir, (...) Öncelikle havacılık sektöründe getirilen grev yasağının temel amacı şu an devam etmekte olan toplu iş sözleşmesi görüşmelerine müdahaledir. THY ile Hava-İş Sendikası arasında devam eden toplu sözleşme görüşmelerinde, THY işvereninin tutumu nedeniyle 17 aydan bu yana sonuç alınamamıştır. THY işvereni, sendika ile uzlaşmak yerine işi yokuşa sürmekte ve hukuk yollarını bir ayak direme aracı olarak kullanmaktadır. Olağan koşularda 3-4 ayda sonuçlanacak toplu iş sözleşmesinin 17 ay geciktirilmesi iyi niyet kurallarıyla bağdaşmaz.'
Gerçekten de 'havacılık hizmetleri'ne grev yasağı getiren 6321 sayılı kanun, THY'nin Hava-İş Sendikası ile işi son derece ağırdan alan bir tarzda sürdürdüğü görüşmelerde söz konusu sendikayı donanımsız bırakmak amacıyla işverenin başvurusu üzerine 'jet hızıyla' Meclis'ten geçirilmiş (Çankaya'nın onayından geçtiğini de öğrenmiş bulunuyoruz) bir yasal düzenleme görünümündedir. Söz konusu kanunla ilgili 'kanun teklifi' THY yönetimi tarafından hazırlanmıştır sanki...
Aziz Çelik, işin bu yönüne ilişkin olarak eklediği şu değerlendirmesinde de haksız değil:
'THY yönetimi, hükümet ve TBMM sendikaya ve işçilere karşı hile yapmıştır. Bu yasa ile bir şirketin çıkarları anayasal bir haktan daha üstün görülmüştür.'
Havacılık sektöründe grev yasağı ILO normlarına aykırı olması ve buradan hareketle grev hakkının hangi durumlarda yasaklanabileceği gibi konuları hatırlatmıyorum bile, çünkü bu normların açıklıkla belirtildiği ve altında Türkiye'nin imzası bulunan bu metinlere uygun yasal düzenlemeleri –bırakın yerine getirilmesini- hatırlayan bile yok...
Dünkü yazıda değinmiştim; bir demokrasinin çalışanların sendikal haklarını son derece sınırlı durumlar dışında grev hakkını da içeren biçimde konuya ilişkin uluslararası protokoller/sözleşmeler çerçevesinde tanımamasını ya da tanıyor gibi gözüküp işi her fırsatta yokuşa sürmesini dünyaya anlatabilmesi imkansızdır. Tamam, Türkiye'deki sendikal hayatın da önemli ölçüde –ve ta işin başından itibaren- ülkede hemen her alanda gözlenen 'oligarşi'lerden birinin etkisi-yönetimi altında olduğunu kimse inkâr edemez. Benzer şekilde şunun şurasında sürekli olarak yarım yüzyıllık bir geçmişi bulunan işçi sendikalarının sırasında hepten manasız ve yanlış oluşumlar içinde yer aldığı da inkarı imkansız bir olgudur. Ancak bütün bu olumsuz yönler, ülkedeki sendikal hayatı -6321 sayılı kanunda karşımıza çıkan biçimde- sıfırlamak gibi bir politikanın yanlışlığını ve haksızlığını gözden kaçırmamalıdır. Türkiye, Çin örneğinde olduğu gibi 'tek partili kapitalizm' tarzının takipçisi olmadığına göre, çalışanların demokrasinin 'saf liberal' tarzı ile yetinmeyip bu yöndeki gelişmeye 'toplumsal'ı da katarak iki yüzyıllık mücadeleleri sonucunda elde ettikleri ve demokrasilerde bugün artık diğer haklar gibi çoktan beri 'tabii' sıfatını kazanmış sendikal haklara hakkını vermek zorundadır. Eskinin 'sınıfsız ve imtiyazsız kaynaşmış bir kitleyiz' şeklindeki sloganını totaliter sistemlere özgü bir tanım olarak kabul ediyor ve demokrasiler dairesi içinde yer almak istiyorsanız buna mecbursunuz. Çalışma hayatını ataerkil bir anlayışla düzenlemek istemiyor, çalışanlara işlerinin 'bahşedilmiş' ayrıcalıklar olarak değerlendirmiyor ve 'iş gücü'nün de sendikal mücadele yoluyla 'piyasa' kurallarına göre belirlenmesini benimsiyorsanız buna mecbursunuz. Oranının yüzde elli olduğu söylenen 'kayıt dışı ekonomi'yi kayıt altına almak, her çalışanı sosyal sigorta kapsamına dahil edebilmek, iş kazalarının sayısını en aza indirmek istiyorsanız da buna mecbursunuz.
Bunun iyi bir yöntem olmadığı apaçık; THY'de aylardır süren toplu iş görüşmelerinin bir türlü sonuçlandırılmamasını ve havacılık hizmetlerinde grev yasağının getirilmesini protesto eden 300'e yakın THY çalışanının sözleşmelerinin son derece otoriter bir tarzda iptal edilmesinin iyi bir yöntem olmadığı apaçık...
Son bir 'sitem' de 'Türk medyası'na: Günlerdir 'kürtaj' ve 'sezaryen' konularıyla yatıp kalkan bu medya dünyası bu son derece temel mesele karşısında niçin bu derece kayıtsız acaba?