Gündem

Yumurtalı eylemin kodları

Oray Eğin, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde gerçekleşen yumurtalı protestonun kodlarını yazdı.

10 Aralık 2010 02:00

T24 -   Oray Eğin, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde gerçekleşen yumurtalı protestonun kodlarını yazdı. Eğin ayrıca Can Dündar'ın haberinden yola çıkarak İstanbul emniyet müdürü Hüseyin Çapkın'ı istifaya çağırdı. Akşam gazetesinde yayımlanan 10.12.2010 tarihli yazı şöyle:



- Süheyl Batum gibi akademiden gelen, öğrencileri iyi tanıyan, kendi öğrencileri tarafından sevilen, onlarla iç içe yaşadıktan sonra siyasete atılan biri bile konuşturulmuyorsa...  Öğrenciler ona bile tepki gösteriyorsa... Demek ki bu üniversite öğrencilerinin siyasetle ilgili hiçbir umudu kalmamış demektir...

- Batum'un 'Faşizm' açıklaması son derece yersiz oldu, ertesi gün bunu düzeltti ama o ağızdan ilk çıkan söz yok mu... Süheyl Hoca'dan daha esprili, daha toleranslı bir yanıt vermesi beklenirdi.

- Üniversiteli için AKP ya da CHP ayrımı yok demek ki... Tepki siyaset düzenine, mevcut siteme.

- Pasta, yumurta, domates dünyanın her yerinde eylem araçlarıdır. Fırlatılan için son derece tatsız olmakla beraber şiddet içermez. Yumurtayla taşı birbirinden ayırmak gerek. Bana da fırlatılsa hoşuma gitmez ama ilkesel olarak bu gibi eylemlere 'şiddet' diyemem...

- Bu iktidarın 12 Eylül'le hesaplaşmak gibi bir niyeti olmadığı bir kez daha ortaya çıktı. Eylemlerin hemen ardından AKP'lilerin üniversite yönetimini hedef alan açıklamalarından bunu anlamak mümkün. YÖK'e sıkı sıkıya sahip çıkan parti, üniversiteleri kontrolü altında tutmak istiyor.

- Basın sindirilse de, köşe yazarları işsiz kalsa da, televizyon kanalları ele geçirilse ve yandaş medya yaratılsa da... Hatta rektörler de değiştirilse, yandaşlar hülleyle atansa... Hiçbir iktidarın gençliğin isyanına karşı gelemeyeceği gerçeği bir kez daha ortaya çıktı.

- Ankara Üniversitesi'nde eylemlerin ertesi günü panikle hemen özel güvenliğe öğrencilere kimlik sordurtan üniversite yönetimi: Bu kadar mı kolay korkacaksınız, bu kadar mı kolay sineceksiniz!

- Başta Hürriyet yazarı Mehmet Y. Yılmaz olmak üzere bazı Mülkiyelilerin 'Konukları konuşturmamak okulumuza yakışmadı' eleştirilerine katılmıyorum. Tahammül eşiği çoktan aşıldı artık. Belli ki öğrencilerin siyasetçilerin yalanlarını dinlemeye ihtiyaçları yok. Bazen konuşturmamak konuşturmaktan daha önemlidir. Bu isyanın sesi duyulur muydu konuklar konuşturulsaydı?

- Başbakan ve çevresi yuhalanmaya, nefret edilmeye, tepkilere, kendilerini sevmeyenlerin ve onaylamayanların da olduğunu anlamaya başlamalı artık. Bu ne ilk ne de son. Basketbol maçında da yuhalandılar, U2 konserinde de. Ama bütün bu tepkiye rağmen AKP bir anlamda onay anlamına gelen yüzde 58'lik evet'i aldı referandumda. O zaman hala neyin hesabı bu? Nedir bu özgüven eksikliği?

- Türkiye'nin 'de facto' bölünmüşlüğü bir kez daha ortaya çıktı. 'Nitelikli nüfus' dediğimiz kesimle AKP arasındaki ipler tamamen atıldı. Bütün araştırmalar eğitim düzeyi arttıkça AKP'ye oy verenlerin azaldığını zaten gösteriyor. Üniversitelilerin tepkileri de gösteriyor ki kampusta bu zihniyete yer yok...


Persona non grata


Geçen gün Can Dündar Milliyet'teki köşesinde Hüseyin Çapkın'ın kirli sicilini yazmıştı; ben de alıntılamıştım. Halen İstanbul Emniyet Müdürü olan ve istifayı aklının ucundan bile geçirmeyen Çapkın bu yazıya çok bozulmuş. Can Dündar'ı arayıp Manisa'daki işkence olayını kendince düzeltmeye çalışmış: 'İşkence olayı, benim Manisa emniyet müdürlüğümden 3 yıl önce olmuş.'

Can Dündar da asıl kastını açıklamış: 'Siz 1998-2001 arası görev yaptınız. Yani işkenceci polisler resmi araçlarla mahkemeye gidip gelirken, aylarca adreslerine ulaşılıp tebligat yapılamazken emniyet müdürüydünüz. Ben de bunu yazdım zaten...'


Dündar ayrıca boş durmamış ve Çapkın'ın İzmir'deki sicilinden başka örnekler de vermiş:


- 23 Ekim 2007'de Emrah Gider polis kurşunuyla öldü.
- 8 Ocak 2008'de Hasan Köse sivil polislerce kurşunlandı.
- 3 Temmuz 2008'de Uğur Olukkaya 'dur ihtarına uymadı' diye vuruldu.
- Ayrıca çok sayıda işkence ve 'orantısız güç' vakası var.
Teşekkürler Can Dündar... Bu kirli sicili deşmeyi sürdürdüğün ve peşini bırakmadığın için...


Ve Sayın Çapkın...


Siciliniz de, son marifetiniz de gösteriyor ki siz İstanbullular için 'persona non grata' yani 'istenmeyen adam' konumundasınız.
Ceketinizi alıp gitmeniz lekelerle dolu sicilinizdeki tek beyaz nokta olacaktır.


Agatha nasıl bir yer


Restore edilerek açılan Pera Palas'ın restoranı Agatha'da geçen öğlen bir iş yemeğindeydim. Asmalımescit civarında gidilecek yer ararken 'En iyisi deneyelim' diye girdik... Ben basında okumuştum, aklımda kalmış.

Önce ortam ürküttü... Zira bomboştu... Bir masa dışında terk edilmiş gibiydi. Yemeklerle ilgili gazetelerde övgüler okuduğumdan kaldık...

Restoranın konumu da kötü. Otele girdikten sonra asansörle aşağı iniyorsunuz, klor kokulu bir koridordan geçerek varıyorsunuz. Manzarası Kasımpaşa ve otoyol! Keşke giriş katında ya da tepede olsaymış.

Epey ağır bir ortam... Dekorasyon insanın üzerine üzerine geliyor.
Ancak personel mükemmel. Güler yüzlü... Konusuna hakim. Tavsiyelerde bulunacak kadar yetkin, cana yakın...

Fiyatlar pahalı... Öğle yemeğinde iki kişi ikişer kadeh şarap, birer başlangıç ve ana yemek yedik: 280 TL hesap geldi. Son zamanlarda yediğim en güzel risotto'yu Agatha'da tattım. Ama bıldırcın şiş için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Kuru ve çok pişmişti...

Ana yemek olarak pestille marine edilmiş kuzu sırtı istedik. Mönüdeki en ilginç yemek buydu. Mükemmeldi...

Tekrar gider miyim? Belki yine bir iş yemeği için... Ama arkadaşlarla 'Hadi Agatha'ya gidelim' diyecek bir iz bırakmadı bende... Tabii 'Deneyelim' diye gitmek isteyen olursa da engellemem.

Yeri gelmişken not: Pera Palas, zaten sıkışık olan Asmalımescit trafiğini iyice kilitledi. Özellikle otobüsten inen turistler saatlerce yolu tıkıyor. O otobüslerin sonra dönmesi, park etmesi de dakikalar alıyor. Galatasaray'dan Tünel'e olan o daracık yol da gidilemez hale geliyor.