AB'nin gündeminde sığınmacılar dışında bir konu var mı? Borç krizi AB'yi yıllarca uğraştırdı, sözde AB ülkelerinin varlığı tehlikedeydi. Alacaklıların reformları geciktiren Yunanistan'a kredi vermekten kaçınması bu konunun gündemden düşmediğini gösteriyor. Yunanistan krizine ilişkin hatıralar, Başbakan Merkel'in o günden bu yana, yani birkaç hafta içinde Avrupa'da nasıl da hızlı bir şekilde itibar kaybettiğini çarpıcı şekilde gözler önüne seriyor.
Borç krizi sırasında Merkel bir otorite oluşturdu. Yasalara bağlı kalınmasını, dayanışmayı ve Avrupa'nın bir arada kalması için çaba gösterilmesini savundu. Uzlaşmaya da hazırdı. Merkel'in istikrar politikası herkesin hoşuna gitmedi. Ama onu eleştirenler dahi, "Mutti"nin ilacının bu derdin devası olduğunu teslim ediyordu.
Diğerlerini de birlikte sürükledi
Bu durum, yaz aylarının sonuna, yani Merkel sığınmacı akınına ilişkin "Üst sınır yok", "Biz bunu başarabiliriz" sözlerini sarf edene kadar sürdü. Merkel, bu açıklamalarının hâlâ arkasında. Sığınmacılarla yapılan özçekimler, Dublin Anlaşması'nı tek taraflı uygulamamak da bunun üstüne geldi. Merkel'in gözünde sığınmacılara diş göstermek sadece gereksiz değil, aynı zamanda aşağılık bir durum da... Devletin kendi sınırları üzerindeki kontrolünü kaybetmesini ise omuz silkerek kabullendi. Bu yetmezmiş gibi bir de Avrupalıların kalanına karşı geldi ve bu konuya yönelik kendi bakış açısı ahlaki bakımdan tek doğruymuş gibi davrandı.
Diğer bir deyişle, Avrupalı ortaklardan Almanya'ya Merkel'in sorumlusu olduğu bir politikanın sonuçlarına katlanabilmek için yardım etmesi isteniyor. Oysa Merkel, Avrupa'ya doğru yönelen kasırgayı her hamlesiyle biraz daha şiddetlendirdi ve diğer Avrupa ülkelerini de, bağımsız iradelerini görmezden gelerek, yükümlülük altına sokmuş oldu.
Alman kibri
Alman kibri yeniden ortaya çıktı; bu kez ulu bir amaç uğruna... O günden beri Merkel, Avrupalı ortaklarını her buluşmada buz gibi bir ret cevabı ile karşılıyor. Fransa Cumhurbaşkanı Hollande gibi az sayıdaki destekçisi ise gönülsüz destek açıklamaları yapıyor. Macaristan Başbakanı Orban, açık bir şekilde sığınmacı sorununun 'Bir Alman sorunu' olduğunu söyledi ve kendi ülkesinin kapılarını kapattı. Polonya'nın seçimin ardından sağa kaymasıyla birlikte oradan da herhangi bir taviz beklememek gerekir. Hatta İsveç Başbakanı Löfven bile kendi sınırlarını kapatma konusunda bir iç siyasi baskı ile karşı karşıya. Tüm bunlar olurken Avrupa birlikteliğinin esamesi okunmuyor. Herkes kendisini kurtarma peşinde, bunun bedelini başkaları ödeyecek bile olsa.
Almanya Başbakanı hâlâ doğru hareket ettiğini düşünebilir; ne var ki Merkel artık sığınmacı politikası konusunda Avrupa'da tecrit edilmiş durumda. Mali krizde kendi konumunu zamanla güçlendirebilmişti, çünkü çekilen tüm çilelere karşın Avrupa'nın çoğunluğu bu politikanın doğruluğuna inanıyordu. Oysa Merkel sınırsız bir şekilde sığınmacı kabul edilebileceği yönündeki yaklaşımı ile sadece Almanya'da değil, Avrupa'da da büyük bir kesimi karşısına alıyor. Fakat bu çoğunluğun talepleri görmezden gelinerek politika yapılamaz. Merkel'in kişisel trajedisi ise Avrupa'da onca çaba sonucu kanzadığı otoritesini kaybetme riskiyle karşı karşıya olması.