Dünya
Deutsche Welle

Yorum: Din siyaseti ilgilendirmez

DW'den Michel Friedman, aynı zamanda anayasa ve din işlerinden de sorumlu olan Almanya İçişleri Bakanı'nın İslam'a dair açıklamalarını yorumladı.

23 Mart 2018 16:33

Almanya İçişleri Bakanı Horst Seehofer "Siyasi İslam Almanya'ya ait değildir" demedi. "İslamcılık da Almanya'ya ait değildir" demedi. Yanlış anlaşılmaya mahal veremeyecek açık bir ifadeyle "İslam Almanya'ya ait değildir" dedi. İçişleri Bakanı ne yaptığını biliyor ve isteyerek yapıyor. Buna "kasıt" denir.

Almanya'da milyonlarca Müslüman yaşıyor. İslam artık prensip olarak da Almanya'nın bir realitesidir. Aynı zamanda "anayasanın bakanı" da olan İçişleri Bakanı'nın Alman Anayasası'nın 4'üncü maddesini bilmesi gerekir. Bu maddeye göre, herkes dilediğince inanabilir, her din mümkün, anayasayı ihlal etmemek kaydıyla her inanca sahip olunabilir. Politikacı olarak büyük bir dünya dininin Almanya'nın dini ve toplumsal gerçekliğinin bir parçası olduğunu inkâr etmek, son derece tuhaf bir din özgürlüğü anlayışını yansıtır.

Hristiyan Avrupa'nın kanlı tarihi

İslam'ın dışlanmasını ne tarih, ne de toplum politikası açısından anlayabilmek mümkündür. Avrupa'da yüz yıllar boyunca Hristiyanlığın üstün din olduğundan kimsenin şüphesi olamaz. Lakin çoğunun hayranlık duyduğu Hristiyan Avrupa'nın ezelden beri modern bir din anlayışı sergilediği söylenemez. Aksine, dini ve dünyevi güçler Avrupa'da da ittifaklar kurmuş, din savaşları yapılmış, agresif misyonlara girişilmiştir. Yahudi aleyhtarı refleksler en başından beri var olmuştur. Reforma hareketinin öncüsü Martin Luther acımasız bir antisemit idi.

İslam'ın Hristiyan/Yahudi ortak yaşamından dışlanması söz konusu olduğunda, neden bahsedildiğini iyi düşünmek gerekir. Çünkü bu sembiyoz yüz yıllar boyunca sınırlayıcı, gettolaştırıcı, kanlı ve tahripkâr olmuştur. Holokost gerçek yüzünü açığa çıkarmış, Yahudilerden duyulan nefretin kültürel ve dini bakımlardan bütün Avrupa'da ve özellikle de Almanya'da nasıl kök saldığını gözler önüne sermiştir.

Siyasi İslam'a hayır!

İslam, tek tanrılı üç dinden biridir. ‘Tek' bir İslam yoktur. Birçok ülkede resmi dindir. Bu ülkelerin diktayla yönetilenlerinde din ile devlet arasında tarif edilemez bir sembiyoz kuruludur. Uzun yüz yıllar Avrupa'da da olduğu gibi. İlk etapta Müslümanları ezen ve -uzun süre Hristiyanlıkta da olduğu gibi - din emperyalizmine dayalı saldırganlık sergileyen siyasi İslam'a karşı var güçle mücadele edilmelidir.

Ancak İslam'ı esas itibariyle dışlamak, din işleriyle de yükümlü olduğu için bütün dinlere gösterilen saygının temsilciliğini de üstelenen Almanya İçişleri Bakanı'na yakışmaz.

Almanya İçin Alternatif (AfD) partisinde İslam kelimesi küfür yerine geçer. İslam dolaylı olarak "yabancılardan" duyulan nefretin sembolleştiği bir kavramdır. AfD'li politikacılar ve sempatizanlarıyla diğerleri ayrım yapmadan ve genelleştirerek İslam'ı en büyük tehlikeymiş gibi gösterip halkın korkularını körüklerler. Alman hukukuna ve kadın-erkek eşitliğine saygı gösterilmeyen, homoseksüelliğin hoşgörüyle karşılanmadığı paralel toplumlardan söz ederler.

AfD de paralel toplumdur

Bütün bunların olabildiği tartışılmaz. Ama AfD sempatizanlarının büyük bir bölümü de paralel toplumda yaşıyor. Anayasanın insan haysiyetinin dokunulmazlığını garanti altına alan 1'inci maddesini hiçe sayıyor, belli grupları yaftalayıp, tahkir ediyorlar. Onlardaki İslam fobisi ile Yahudilerden duyulan nefret arasında fark yok.

Avrupalı Müslümanların Yahudilerden duyduğu nefret çirkin yüzünü göstermiyor değil. Ama aşırı sağcıların bir bölümündeki nazist Yahudi nefreti de açıkça göze çarpıyor. Bunların karşılaştırması yapılamaz. Biri diğerinden daha fazla kınanacak kötülük değildir. Bu, AfD adına konuşanların kısmen de olsa, en azından kötüledikleri insanlar kadar anayasa ve insan düşmanı olduklarını göstermesi bakımından önemlidir.

İçişleri Bakanı Seehofer'in hiç ayırmadan ve sorumluluk bilinci göstermeden bu duygusal tartışmada pozisyonunu açıklaması, eski yangına popülist körükle gitmektir. AfD'nin dışlanması da en az siyasi İslam'ın dışlanması kadar önemlidir. Onların söylemlerini üstlenmemek makamının gereğidir. Hiçbir politikacı herhangi bir dinin ülkesine ait olup olmadığına karar verme hakkına sahip değildir.

Dinle ilgili konularda siyasetin sınırları

Din suça ya da anayasanın ihlaline bahane edilirse, takibatı emniyete ve yargıya düşer. Çünkü hiçbir din yasaların üzerinde olamaz. Bunun dışındaki dini inançlarla ilgili konuları değerlendirmek siyasetçilere düşmez. Bu da, aydınlanma çağında dinle devlet işlerini ayıran Avrupa tarihinin bir neticesidir.

Bütün bunları Horst Seehofer de biliyor. Ona rağmen farklı davranıyorsa, eleştirilmesi yerinde olur. Bunun bazılarının iddia ettiği gibi, Almanya'da kimsenin düşündüğünü söyleyememesiyle ilgisi yoktur. Bu ülkede her şey söylenebilir. Seehofer bu özgürlükten pek sık yararlanıyor. Bu duruma katlanılmalıdır. Ama Seehofer ve sempatizanları da farklı görüşlerin olabileceğini kabul etmelidirler. En azından ben, sağ popülistlerin parlamento sıralarında oturduğu, kontrolden çıkışın kimseyi rahatsız etmediği ve fikri kundaklamanın toplumsal tartışmaların normal bir parçası hâline geldiği günümüzde demokratik partilere mensup siyasilerin sarih ve farklı bir mesaj vermeleri gerektiğini düşünüyorum. Bu mesajın adı "saygı" olmalıdır.

Michel Friedman

© Deutsche Welle Türkçe

Haber, değiştirilmeden kaynağından otomatik olarak eklenmiştirDeutsche Welle