Türkiye hafta sonunda Antalya’da gerçekleşecek olan G20 Zirvesi’nde dünya liderlerini ağırlamaya hazırlanırken İstanbul’da genç gazeteci Canan Coşkun 12 Kasım’da gerçekleşecek duruşmasını bekliyor. Suçu mu? Araştırmacı gazetecilik. Coşkun, işini yaptığı için yargılanıyor. Bununla da kalmıyor, hakkında 24 yıl 3 aylık bir hapis cezası istemi var. Bu maalesef adaletsizlik, yolsuzluk ve hukuksuzluğu açığa çıkaran gazetecilerin karşılaştığı suçlamalardan ilki değil. İfade özgürlüğüne yapılan saldırılar ve medyanın üzerindeki baskı Avrupa Birliği’nin (AB) dikkatinden kaçmadı.
Hangi ilerleme?
Türkiye ile ilgili İlerleme Raporu ortada aslında pek bir ilerleme olmadığını, tersine bir gerileme olduğunu açıkça gösteriyor. İfade özgürlüğü ve toplanma özgürlüğü konularındaki kötüye gidiş, hukuk ve güçler ayrılığının bağımsızlığı noktasındaki yıpranma, Cumhurbaşkanı’nın anayasal rolünü aşması ve internet yasakları gibi birçok konu Türkiye’yi Avrupa standartlarından uzaklaştırdığı raporda ele alınıyor.
Türk hükümeti ise, rapordaki bazı ifadelerin haksız, abartılı ve kabul edilemez olduğunu açıklayarak cevap vermekte gecikmedi. İşin şaşırtıcı tarafı ise, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun özgürlükleri güvence altına alan ve güçler ayrılığına dayanan yeni bir anayasayı gündeme getirmesi. Bu açıklamanın sorunu yanlış olması değil, geçtiğimiz 13 yılın bu tip açıklamaların pratikte bir değişim olmadığı sürece her zaman teoride kaldığını göstermiş olması. Eğer bu açıklamalar samimi ise, atılacak ilk adım medya üzerindeki baskıyı kaldırmak ve insanların oto sansüre başvurmadan işlerini yapmalarına izin vermek olur.
Belirgin mesajlar
Seçim zaferinin ardından Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), sınırsız bir güce sahip olduğunu düşünse de, bu yanıltıcı bir algı. Müttefiklerinin Türkiye’ye ihtiyacı olduğu kadar Türkiye’nin de onlara ihtiyacı var ve AB’nin, ilerleme raporunu açıklamayı seçim sonrasına ertelemesinin kimseye faydası dokunmadı. Bu karar AB’nin zayıf gözükmesine, AKP'nin ise kendini daha güçlü hissetmesine neden oldu.
Önümüzdeki dönemde AB’nin Türkiye’ye daha belirgin mesajlar vermesi gerekiyor. Ara sıra yapılan ‘’Türkiye önemli bir müttefik’’ açıklamaları yeterli olmuyor. Sığınmacı krizini aşmak için yapılan finansal yardımlar ise, sorunu çözmek için yeterli değil. AB'nin kendi ilkelerine Türkiye'yi bağlayabilmesi için daha güçlü bir etkene ihtiyacı var. Bunu sadece mülteci ya da Suriye sorunu çözmeye çalışmakla değil, bölgedeki demokrasiyi kuvvetlendirerek yapmalı. Bu hedef uğruna üyelik görüşmelerini yeniden başlatmaktan daha etkili nasıl bir mesaj olabilir? Esas soru ise, Türkiye bu mesajı algılayıp doğru yönde adım atacak mı? Zorlu da olsa bu yolda devam etmek herkesin çıkarına olacaktır.