Gündem

'Yollarımız burada ayrılıyor Mustafa'

Hürriyet Gazetesi Yazarı Ahmet Hakan, Tempo24'ün yayımladığı günlüklerden sonra Balbay'a olan desteğini geri çekti.

22 Mart 2009 02:00

Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay ikinci kez gözaltına alındığında, ona destek olmak için kitaplarını imzalamaya giden Hürriyet Gazetesi Yazarı Ahmet Hakan desteğini geri çekti.

Tempo24’ün ortayla çıkardığı Balbay'a atfedilen günlüklerden sonra Hakan, düşüncelerini "Yollarımız burada ayrılıyor” başlığıyla köşesine (22 Mart 2009) taşıdı.

Ahmet Hakan yazısında Mustafa Balbay için “Mesafesiz bir temas kurmuş ordunun ileri gelenleriyle... Kuvvet komutanlarıyla Genelkurmay Başkanı’nı çekiştirmiş. Darbe için gaz vermiş, akıl öğretmiş... Eli silahlı güçlere yaslanmış. Tank sesiyle uyanma rüyası görmüş. Halkın oylarıyla alt edilemeyeceğini anladığı iktidarı, zorbalıkla alt etmenin yollarını aramış” dedi.

İşte Ahmet Hakan’ın yazısının tamamı…

Yollarımız burada ayrılıyor Mustafa

Bir süre bekledim...

İstedim ki...

Cumhuriyet Gazetesi "yalan" desin... Mustafa Balbay’ın avukatları "uydurma" desin... İlhan Abi, "Mustafa yapmaz öyle şey" desin...

Fakat... Ne yazık ki...

Beklediğim "çıkış" bir türlü gelmedi... Maalesef "sükut" ve "ikrar"dan başka bir şey işitemedim.

Ve şuna kani oldum:

Kendisiyle dayanıştığım Mustafa kardeşim, 2002, 2003 ve 2004 yıllarında, karargáhları, garnizonları, orduevlerini kendisine mesken etmiş.

Mesafesiz bir temas kurmuş ordunun ileri gelenleriyle... Kuvvet komutanlarıyla Genelkurmay Başkanı’nı çekiştirmiş. Darbe için gaz vermiş, akıl öğretmiş... Eli silahlı güçlere yaslanmış. Tank sesiyle uyanma rüyası görmüş. Halkın oylarıyla alt edilemeyeceğini anladığı iktidarı, zorbalıkla alt etmenin yollarını aramış.

"Belindeki silaha güvenenlerin arasında izlenim toplayan bir gazeteci" olmamış, "belindeki silaha güvenenlerin akıl hocalığını yapan gazeteci" olmuş.

Hasılı kelam, "Darbecinin gazetecisi" olmuş bizim Mustafa...

* * *

Yasalara göre suç mudur bu faaliyet?

Bilmiyorum...

Bu yüzden Mustafa’ya "eli kanlı bir terör örgütü üyesi" muamelesi çekmek vicdana sığar mı?

Bilmiyorum...

Bu işi yapan adamın apar topar kodese tıkılması Allah’tan reva mıdır?

Bilmiyorum...

Ama bildiğim bir şey var:

Elinde silah bulunan güce, "Hadi paşam, hadi aslanım... Yap bir darbe" diye gaz veren bir adamla benim işim olmaz...

Hiç işim olmaz.

Başbakan’ın karşısında el pençe divan duran gazeteci bozuntusuyla hiç işim olmadığı gibi...

Başbakan’ı üzmemeyi meslek hayatının en önemli ilkesi sayan kişiliksiz gazeteciyle de hiç işim olmadığı gibi...

Uçak muhabbetlerinde Başbakan’la al takke ver külah ilişkiye giren, hükümete akıl öğreten, Allah’ın her günü muhalefete çakan çapsız ve iradesiz sözde gazeteciyle hiç işim olmadığı gibi...

"Başbakan’ın gazetecisi"ne burun kıvıran ben, kitaplarına imza attığım gazetecinin "darbecinin gazetecisi" olduğunu öğrendiğim halde susup kalacak mıyım?

Tabii ki hayır!

* * *

Ne zaman bir "mağdur çığlığı" işitsem, safdilleşirim...

Kanmaya müsait olurum "mahpusa düşmüş" yazı adamının dramı karşısında...

O yazı adamının içeri alınmasının, üzerinde titizlendiğimiz "eleştiri hakkı"nın ortadan kaldırılması anlamına geldiğini düşünür ve bu yüzden önüne arkasına bakmadan "düşünce özgürlüğü" adına derhal safımı seçerim...

Ama biraz "safdil" olmak, biraz "kanmaya müsait" olmak...

"Keriz" yerine konmaya razı olacağım anlamına gelmez.

Bu nedenle Cumhuriyet Gazetesi’nin, "Mustafa Balbay o günlükleri yazı dizisi yapmak için tutmuştu" şeklindeki izahına zerre kadar inanmıyorum.

* * *

"Mustafa ve paşaları" 2002, 2003 ve 2004’te o mahrem macerayı gerçekleştirme imkánını bulsalardı, kodese düşüp yakınlarından iç çamaşırı ve sigara bekleyenler arasında muhtemelen ben de olacaktım.

Ne kadar yufka yürekli olursam olayım...

Geleceğimi karartmak için çabaladığı kanıtlanmış bir adama, "Yollarımız burada ayrılıyor" diyemezsem, kendime olan saygımı kaybederim.

Kendime olan saygımı kaybetmektense...

Mustafa’yla yollarımı ayırmayı tercih ederim.

Tüm üçüncü şahıslara ilanen duyurulur...

Günlüklerdeki Aydın Doğan

MUSTAFA Balbay’ın günlüklerini okuyunca şuna kanaat getirdim:

2002, 2003 ve 2004 yıllarında gerçekleştirilmek istenen darbenin önünü iki isim kesmiş:

BİR: Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök.

İKİ: Doğan Grubu’nun sahibi Aydın Doğan.

Günlüklerden öğreniyoruz ki:

Darbe heveslisi askerler en fazla Hilmi Özkök ve Aydın Doğan’dan şikáyet ediyorlar.

Özkök ve Doğan’dan alamadıkları destek yüzünden kendilerini "kanadı kırık kuş" gibi hissediyorlar.

Bu nedenle Hilmi Özkök’e "molla" falan diye saydırıyorlar...

Bu nedenle Aydın Doğan’a gönderme yaparak, "Bu medyayla mı darbe yapacağız?" diye çaresizlik itirafında bulunuyorlar.

Yakınmalardan anlıyoruz ki:

Hilmi Özkök de, Aydın Doğan da bu darbe heveslilerine prim vermemiş.

Ben de diyorum ki:

Bugün ortaya çıkan tablo, ne kadar umut kırıcı olursa olsun...

Hem Hilmi Özkök, hem de Aydın Doğan doğru bir tavır koymuşlar.

Unutmayın:

Bugün bel altı vuruşlarla "eleştiri hakkı" gasp edilmeye çalışılıyor ama eğer darbe heveslileri emellerine nail olsalardı bugünkünden çok daha büyük bir zulümle karşı karşıya kalacaktık.

Ayrıca bugünkü zulümle öyle ya da böyle baş etme olanakları var...

Ama darbecinin zulmüyle baş edilemez...